Neden yaptıklarını anlamadığım, çocuk oyunu gibi bir izlenim bırakan bir oyun..
Parçaları tavana yayılmış kırık bir aynanın önünden gestalt terapi kitabının alındığı an gözlerimi dört açmamı sağlayan "3 eksi 1" oyunu 50 dakikalık kısacık süresine rağmen, ekibimizi oyun sonrası uzun tartışmalara ve çözülemelere götürdü.
Oyun, hayatın merkezini dıştan içe almayı, kişinin kendisi ile bütünleşmesini ve olgunlaşmadan yaşlanmışlık/sakallı bebek tuzağından çıkma cesaretini gösterip konfor alanından sıçrayarak "büyümeyi" öyle açık ve seçik anlatmış ki Yunus Emre mezarından çıkıp bu oyunu izlese "İlim kendin bilmektir" şiirindeki "Yunus Emre der; hoca / Gerekse bin var hacca / Hepisinden iyice / Bir gönüle girmektir" dörtlüğündeki son dizesininin Mam'art Tiyatro'da hayat bulduğunu söylerdi.
Yazarın yukarıdaki dörtükte bahsedilen gönüllere "ölü üzerine bırakılan bıçak gibi giren" ustaca attığı bu neşter darbesi, toplumun yersiz ayıplamaları nedeniyle pek çoklarımızın gizlice yaşadığı "acıların iç kanamasının" oluşturduğu tansiyonu boşaltıyor. Bu iyileşme yolculuğunda "Sen kendini tanımadığından neşelenmedin, huzura kavuşmadın. Eğer kendini tanısaydın, sende kimin misafir olduğunu bilirdin; memnuniyetsizlik, huzursuzluk denilen şeyler sana bir daha gelmezdi" diyen Mevlana'yı tekrar dile getiriyor.
Yas sürecinin -hemen işbaşı yapılabilmesi için- aceleye getirildiği, kayıplarının ardından yeterince üzülmeyi bile lüks sayan günümüz iş ve okul yaşamının yaraladığı insanların, kurtçuk bağlamış kirli pansumanlarını açıp temizleyerek üzerine de tentürdiyot döküp acıtarak iyileştiren bu oyunda yasın 5 sürecinin yani “inkâr”, “öfke”, “pazarlık”, “depresyon” ve “kabullenme” aşamalarının her birini ayrı ayrı inceliyor; emeksiz yemek olmayacağını, acısız iyileşme olmayacağını, hatta makro ölçekte sosyolojik bir bakış açısı ile Atatürk'ün “Çalışmadan, yorulmadan ve üretmeden, rahat yaşamak isteyen toplumlar; evvela haysiyetlerini, sonra hürriyetlerini daha sonra da istiklal ve istikballerini kaybetmeye mahkumdurlar.” sözünü görüyoruz ve Engin Geçtan'ın "Kendini tanımak dıştan içe sessiz bir yolculuktur, anlatılması ve paylaşılması zor, bazen sadece kokusu alınabilir" sözündeki kokuyu hissediyoruz.
Kendimize bakmamak için aynaları kırsak da, sahte duygu fondötenleri ile acılarımızı ve kusurlarızı örtsek de, maskeler takıp özümüzü ve yüzümüzü gizlesek de kendimizden kaçamayacağımızı gösteren sağaltıcı bu oyun bize Lao Tzu'nun "Başkalarını bilen kimse bilgili, kendini bilen kimse akıllıdır" sözünü bir kez daha hatırlatıyor ve pikolog seanslarının 4 haneli rakamlara yaklaştığı günümüzde "iyi ki sanat var" dedirtiyor.
Son olarak "Mutsuzluk Salgınının" kolgezdiği ülkemizde, bu oyuna bilet alamayacak hatta oynadığı yer için gereken yol parasını -ve zamanının- dahi veremeyecek fakat bu "drama terapiye" en çok ihtiyaç duyacak halktan kişilere ücretsiz ulaştırdığı için İbb kültür'e de toplum ruh sağlığı adına yaptığı bu hizmet için ayrıca teşekkür etmek gerek.
#tiyatroiyidir
#tiyatroiyileştirir
ABBO @sandalyesari nin Kral Übü oyununa gittim. İzlerken sporcu bir yönetmenin elinden çıktığı belli olmuş diye düşündüm. Bol mizansenli, koreografisi zengin oldukça yoğun bir beden farkındalığı gösterisi diyebilirim sanırım. Sadece beden değil zihin farkındalığı da isteyen söz/konuşma "gig"leri de gözden kaçmıyor. İki kişilik dev orkestra ve şarkıları da ben de varım diyor. Yoğun - çok yoğun- bir prova sürecinden geçtiği, çalışıldığı, terlendiği belli. Emeğe saygı rep teraziye tıkladım kardeş.
Oyunu izlerken bi' nevi sirk izler gibi hissettim ama tüm bu oyalar, asıl kumaşın yani hikâyenin geride kalmasına müsaade etmemiş. Makyavelizmin makyavelist dahil herkese zarar verdiğini bir kez daha izledik. İçinde de bulunduğumuz günün ve durumun röntgenini çekip elimize tutuşturan bu oyunu tavsiye ediyorum dostlar.
-----Spoiler------
-----Spoiler------
-----Spoiler------
Bu arada oyunun iki de sıkıntısı vardı bence. Biri sonunun bi 10 15 dakika kadar kısalması gerekebilir. Bir de boRk kelimesi seyirciye çok geç geçiyor. Belki cümle içinde falan kullanılmalı.
-----Spoiler------
Ali Poyrazoğlu, İsviçre'de cerrahlık yapan ardından Türkiye'ye gelen bir arkadaşının, çift terapisi uzmanlarının aşırı yoğunluğundan bahsetmesi üzerine bir damar bulduğunu, bu damar üzerinden toplumsal terapi niyetine 3 oyun çıkardığını söylüyor. Bu üçlemenin yanılmıyorsam ikincisi olan Tak Tak Takıntı bir nevi psikolog ziyareti.
Ali Bey seyirciyi uzaktan kendisini seyreden bir şey olmaktan çıkarmakla kalmıyor kelimenin tam anlamı ile onları da -figüran da olsa- oyuncu yapıyor. Fırsatınız olursa oyunu sahneden izleme ve sahne tozunu yutma şansını kaçırmayın. Sadece sahnede değil seyircinin arasına da girip oynayan Ali Poyrazoğlu gerçek bir seyirci-oyuncu bütünleşmesi sağlıyor.
Rahmetli Bülent Kayabaş'ın yerini alan Melih Ekener başta olmak üzere diğer oyuncular da oldukça başarılı. Gözümü yoran hiç bir şey olmadı ancak oyunun yapısı gereği mütemadiyen düşülen tekrarlar kulağımı biraz yordu. Onun dışında sıkılmadan izlenebilen, psikodrama etkisi içeren "iyileştirici" bir oyun Tak Tak Takıntı. Aynada kendini tüm çıplaklığı ile görebilen şanslı seyircilerden biri olmanız umuduyla muhakkak izleyiniz.
F&Z / Sarı Sandalye