2025’in son oyunu olarak izlediğim “Pembe Pırlantalar” oyununu 26.12.2025 tarihinde Büyükçekmece AKM Bedia Muvahhit Salonu’nda izledim. Uzun zamandır listemde olan oyunu izlemeye bir hayli çekiniyordum çünkü komedi türündeki oyunlara karşı genelde hep temkinli duruyorum. Benim nezdimde komedi oyunu yapabilmek trajedi & dramdan çok daha zor bir iş. Güldürebilmek hüzünlendirebilmekten çok daha zor bir meziyet bence. Salona ilk girdiğimizde basit ama yeterli bir ev dekoru karşılıyor bizi farklı bölmelerden oluşan. Duvarların rengi biraz Michael Pertwee’nin yazdığı “A Bit Between The Teeth” e gönderme niteliğinde, İngilizvari bir renk seçimi olsa da bütünüyle ele aldığımda komedinin yanısıra absürd ve deneysel bir tavır da gördüm oyunda. Oyun; kendi hâlinde, kendi vaktinde yaşayan sıradan bir adamın iş ortağı yüzünden bir günde hayatının alabora edilişini konu alıyor. Hatta oyunda birkaç kez tekrarlanan bir repliği ele alacak olursam; o yağmurlu günde tek isteği evinde oturarak pişirdiği fasulyesini yemek olan bu denli düz bir adamın çapkın iş ortağı yüzünden önce arabasını, sonra adını ona vermesiyle başının belaya sürüklenerek olayların daha da çözümlenemeyecek kadar komplike bir hâle dönüşmesini izliyoruz. Burada seyirciyi güldürme amacı üzerine kurulu bir metin var fakat bir tiyatrosever olarak bu metin bana fazla yetersiz ve zorlama geldi. Absürd ve deneysel bir tavırdan bahsetmiştim; çünkü Türkiye’de oynanan bir çeviri oyunu tıpkı Moliere’nin Cimri’sindeki gibi toplumumuza ve geleneklerimize göre bir evrim geçirerek düzenlenmiş fakat Cimri’deki o tadı alamadım ben. Cimri’de karnım ağrıyana kadar güldüğümü hatırlıyorum, üstelik süresi daha uzun olmasına rağmen bittiğine üzüldüğüm bir oyundu benim için. Ama burada ne yazık ki o iki buçuk saatin biraz zor geçtiğini söyleyebilirim kendi adıma. Süre bakımından biraz uzun, yer yer kendi içinde tekrara düştüklerini gördüm, konuyu ara ara tekrar ele aldıkları bazı yerler atılsa daha keyif verebilirdi. Tiyatroda metinlere sadık kalınırken tıpkı bu oyundaki gibi metin uyarlamalarını izlemek keyifli olabiliyor ama yerinde ve dozunda, amaca uygun yapılabildiği zaman… Diğer türlüsü kabak tadı veriyor tabir-i caizse. Yine de benim için ortalama bir oyun olurken salonda yükselen kahkahaları da ele alacak olursam birçoğunun da eğlendiği bir oyun izledik. Ara ara günümüzde kabul görmüş toplumsal yaralarımıza da ışık tutmalarını sevdim. Mesela bir ara Dilan Polat’lara gönderme yaptılar, bence yerinde ve komikti. Ceyhun Fersoy ile Sinan Çalışkanoğlu’nun arasındaki uyum göze çarpıyordu, Lemi beyin enerjiyi yükseltmesi, o muazzam ses tonu ve diksiyonuyla bir müfettişe hayat verdiği bu oyun; Aşkım ismindeki bir kedi, adaş olan Diana ismindeki iki kadın, çapkın ve kendi halinde olan iki ortak kuyumcunun bir günde bir yalanla nasıl hayatlarının değiştiğini, çıkmaza doğru sürüklendiğini ve günün sonunda tüm kördüğümlerin çözülmesiyle daha içinden çıkılamaz bir duruma dönüşmesini konu alarak sizi tamamiyle güldürmeyi ve keyifli bir zaman geçirmenizi vaad ediyor. Ben tam anlamıyla tatmin olmasam da sizlere gitmenizi tavsiye edebilirim, her ne kadar “şiddetle” olmasa da…
İzlediğim tiyatro, müzikal, bale ve opera temsillerini kendimce yorumladığım güncel paylaşımlarıma Instagram’da @metinler.sahneler hesabımdan ulaşabilir, ilgileniyorsanız takibe alabilirsiniz!
Esra Dermancıoğlu’nun yazdığı, yönettiği ve hatta oynadığı “İyi Değilim Ama Anlatacak Kadar Da Kötü Değilim” oyununu 21.12.2025 tarihinde Zorlu PSM Turkcell Platinum Sahnesi’nde izledim. Esra Dermancıoğlu’nun izlediğim ikinci performansı fakat hem kendisinin yazıp, yönetip, sevgili Deniz Karaoğlu ile beraber oynadığı oyun olması sebebiyle oldukça merak içinde gittim oyuna. Muskat’ı açıkçası çok beğenmiştim, orada hem metne,
hem oyunculuğa, hem de rejiye hayran olmuştum. Fakat bu oyunda eksiklikleri hissettiğim, tadı güzel ama o vurucu etkiyi bende yaratmayan, ortalama ve ‘salt iyi’ bir oyun olduğunu başından söyleyebilirim. Aslında ana fikir güzel fakat metnin yüksektilmesi gerektiğini, dramaturjisinin daha iyi olması gerektiğini ve reji kısmının daha kreatif olması gerektiğini savunuyorum. Muskat ile bu oyunun ortak bir yönü var aslında; her iki oyunda da anne kaybındaki yas sürecinde bir kadının neler yaşadığını anlatıyor. Muskatta konu daha derin ve vurucu işlenirken, burada daha günümüz ilişkileri üzerinden bir değerlendirme, farklı bir perspektiften bakma olanağı tanıyor sizlere. Oyun; annesini kaybeden bir kadının yas sürecinde, annesinin evinde eşiyle beraber onun eşyalarını toplarken aslında istemeden kendi ilişkilerindeki saklı gerçeklerin gün yüzüne çıkmasını anlatıyor. Bunu karakomedi bir üslupla seyirciye aktarmayı hedefliyorlar. Yani trajik bir şekilde boğucu olmaktan daha çok; ağlanacak hale güldüğümüz, o aradaki perdenin kalkarak daha samimi bir anlatımın desteğiyle bizi ilişkilerinde birer gözlemci olmaya davet ediyor Mine ve Memo. Günümüz dijitalleşen teknolojik çağında ilişkilerin artık daha kolay bulunabilir ve daha kolay kaybedilebilir bir tarafını ele alan; aynı zamanda tüketimin hızla bizleri ele geçirdiği bu acımasız sürecin birer parçası olduğumuzu hatırlatırcasına bir ilişkinin zamanla ne yöne evrildiğini anlatıyor bu oyun bizlere. Mesela oyunda geçen bir replik vardı; Mine’nin annesi ona “En derin temas bazen hiç dokunmamaktır” diyor. Dokunmadan sevmeye razı gelenlerin, olacaklara hazır kendini zamana teslim etmişlerindir aşk. Bu kelimenin altında yatan ağırlığın eşiğinde, artık bu ilişkide kendine yer edinmeyle yetinemeyen bir adamın farklı arayışlara ve maceralara sürüklendiğini görüyoruz. Tanışma siteleri hayatımıza girdiğinden beri belki de insanoğlunun içinde yatan o derin hazzı ve mutlak arzuyu gün yüzüne daha rahat çıkarabilmesinin doğurduğu realist sonuçları ve yaptırımlarını görüyoruz. Ve sadakat kelimesinin artık sadece sözlükte bir kelime olarak kaldığı bu kolay erişilebilir süreçte; iki insanın ortak paydada buluşabilmesi için tamah etmeden güzel şeyleri yitirmemek uğruna fedakârlık gösterebilmenin cesaretini hatırlatıyor. Sahne dekoruna değinmek isterim. Salona girer girmez ilk dikkatimizi çeken şey muazzam detayların barındığı bir ev dekoruydu. Öyle güzel tasarlanmış bir dekordu ki; yatak odası, tuvalet, mutfak, çalışma odası vs her şeyi bir arada barındıran, iyi bir dekor vardı karşımızda. Hatta fazla iyi denilebilecek kadar iyiydi, göz dolduruyordu. Toparlayacak olursam bütününe bakıldığında seyredilebilir, size keyifli anlar yaşatacak, hatta çoğu zaman güldürecek, güldürdükten sonra da sizi düşündürecek iyi bir oyun izledik. Ama o vurucu etkiyi göremediğim için, bir de Muskat’la ister istemez bir mukayese yaptığım için puanımı biraz düşürdüm. Deniz Karaoğlu’nu da daha öncesinde Istırap Korosu’nda izlemiştim, ordan beri kendisini oldukça beğenirim. Burada da çok iyi partner olabilmeyi beceren iki başarılı oyuncu gördüm sahnede. Birlikte yarattıkları uyum ve enerji dışardan hissedilebiliyordu. Metin biraz yükseltilse ve daha derin notalara basabilseydi ortaya daha muazzam bir iş çıkabilirdi ama genele bakarsak tavsiye ederim…
İzlediğim tiyatro, müzikal, bale ve opera temsillerini kendimce yorumladığım güncel paylaşımlarıma Instagram’da @metinler.sahneler hesabımdan ulaşabilir, ilgileniyorsanız takibe alabilirsiniz!
Pembe Pırlantalar / Epizot Görsel Sanatlar