Morris Panych’nin “The Dishwashers” eserinden uyarlanarak Myart yapımıyla sahnelenen Bulaşıkçılar oyununu 15.06.2025 tarihinde AKM Türk Telekom Opera Sahnesi’nde izledim. Öncelikle oyunun AKM’nin Tiyatro Salonu’nda oynayacağını zannediyordum, o gün gittiğimde opera sahnesinde oynayacağını şaşkınlıkla öğrendim çünkü henüz yeni bir oyunun 2040 kişilik oturma kapasiteli devasa sahnede oynaması büyük bir cesaret. Açık perde olarak bizi karşılayan dekora bayıldığımı itiraf etmeliyim. Son derece yaratıcı, devasa büyüklükteki bir mutfak dekoru ile karşı karşıyaydık. Reji koltuğunda Işık Kasapoğlu oturunca zaten bundan aşağısı beklenemezdi doğrusu. Oyunun ilerleyen kısımlarında da Işıl beyin numaralarını ve sürprizlerini merakla bekleyeceğimden şüphem yoktu. Gelelim oyuna… Bir restoranın mutfağındayız, en eski personellerinden olan Dora’yı yavaş yavaş tanıyoruz. O gün diğer günlere nazaran oldukça gergin bir gün çünkü restorana yeni alınan personel Maria’nın gelişiyle tüm düzenin alt üst olacağı inancı sarıyor Dora’yı. Konforu ve halihazırdaki yerleşik düzeni koruma içgüdüsüyle Maria’ya psikolojik mobing uygulayan Dora’nın ilerleyen süreçlerde aslında daha farklı nedenlerden dolayı Maria’ya bir türlü alışamadığını anlıyoruz. Kendisinden daha da eski bir personel olan ve nerdeyse hayatının tamamını bu mutfakta heba etmiş yaşlı ve hasta Molly’nin trajik ve bir o kadar tanıdık hikayesini izliyoruz. Zamanla üçünün arasında görünmez bir iple bağlanan ama en ufak çatırdamada da kopmaya hazır incelikli bir bağ kurulan kader ortaklığı, aynı zamanda her birinin bu restoranın birer yapı taşı oluşunu ve en ufak sallantıda tüm düzenin alt üst olabileceğini gösteriyor bize. Noel arefesinde kutlanmayan birliktelikler, tutulmayan dilekler, yenmeyen yemekler eşliğinde kendilerine bir alan yaratan üçlünün zamanla işçi hakları dayanışmasından doğan fikir ayrılıkları ve ortak paydada buluşma krizini toplumsal bir mesaj gönderme niteliği taşıyan ince ve değerli nüanslar eşliğinde izliyor ve alkışlarımızla destek veriyoruz. Her zaman derim; bir oyunda toplumsal mesaj veren, güncel ve çözülemeyen kronik problemleri ele alan metinler her zaman ilgimi daha fazla çekmiştir ve de beğenimi kazanmıştır. Mesela yakın zamanda benzer bir oyun olan Zengin Mutfağı’nı izlerken aynı duyguyu hissedememiştim. Burada bu mesajları daha sert, daha net ve daha vurucu şekilde aldık. Özge Özpirinçci’nin ilk tiyatro deneyimiymiş, sahnede kendisini hayranlıkla seyrettim. Oyuna bu kadar hakim oluşu, Dora’yı bu kadar içselleştirerek, benimseyerek kabul edişi ve seyirciye aktarışı muazzam bir beceri. Bu bağlamda kendisinin oyunculuğunu sevgili Merve Dizdar’a benzettim. İkisi de sahnede kendi kılıklarından sıyrılıp gerçekten hayat verdikleri o karakterlerle bir bütün hâline gelebiliyorlar. Çok kıymetli usta Şebnem Sönmez’den bahsetmeden geçer miyim hiç? Bu oyunun başrolü kesinlikle kendisiydi. Muhteşem bir oyunculuk resitali sergiledi. Git-gel aklı olan, hasta ve yaşlı bir emektar bulaşıkçıyı çok güzel canlandırdı. Bu övgüyü maalesef diğer oyuncu Ahsen Eroğlu için yapamayacağım. Kötü bir performans sergilemiyor, hatta gayet de yeterli fakat yanında muazzam performans sergileyen iki usta oyuncuyla aynı sahnede olunca ister istemez kendisi göze batıyor. Hatta finalde karşımıza çıkan Ekin Eryılmaz’ın daha iyi bir performans sergilediğini içtenlikle itiraf edebilirim. Duvarın görünmeyen kısmını sert bir şekilde bize gösteren, absürt mizahla gerçekliği tüm çıplaklığıyla aktaran Bulaşıkçılar oyunu metin bakımından oldukça güncel ve iyi. Biraz bana süre bakımından fazla uzun geldi, artık sonlara doğru oyunla olan bağım kopmaya hazır bir hâle geldi. Bu da ister istemez keyif kaçırabiliyor. Bu oyunda artık bir restoranda yemek yerken o masada dizili olan tabakların, bardakların, çatal-bıçak-kaşıkların vs. arkasındaki hikâyeyi hep merak edecek ve olduğundan daha fazla saygı göstereceğim. Bizim önümüze gelene kadar geçen bu süreçte arka planda neler yaşandığı hep içimde bir merak konusu olacak. Işıl Kasapoğlu rejisi ilk kez karşımıza daha yalın, sade ve temiz bir şekilde geldi. Kendisinin daha görkemli numaralarına tanıklık etmiştim, bu iş diğerlerine göre daha tutarlı ve net bir tavra sahipti. İyi bir akşam geçirmek isteyen tiyatroseverlere bu oyunu elbette öneririm. Tüm emeği geçen herkesi kutluyorum… Puanım: 8,5.
İzlediğim tiyatro, müzikal, bale ve opera temsillerini kendimce yorumladığım güncel paylaşımlarıma Instagram’da @metinler.sahneler hesabımdan ulaşabilir, ilgileniyorsanız takibe alabilirsiniz!
Yılmaz Erdoğan’ın usta kaleminden çıkan, BKM’nin yapımını üstlendiği, çok uzun zamandır listemin en başlarında olan ‘Aydınlıkevler’ oyununu 11.06.2025 tarihinde Zorlu PSM Turkcell Sahnesi’nde izledim. Yazımın sonunda söyleyeceğim cümleyi baştan söylemek isterim, muhteşem ötesi bir oyun izledik. Oyuna gitmeden önce elbette büyük bir beklenti ile gittim. Turkcell Sahnesi’nde oynayacağı için de aşırı merak içindeydim çünkü büyük bir prodüksiyon ile karşılaşacağımızın sinyallerini ordan almıştım. Nitekim; bu devasa sahnedeki teknik düzenlerin ve teknolojinin hakkının verildiği kanaatindeyim. Reji koltuğunda da sevgili Serdar Biliş olunca zaten az çok kendisinin mesleğindeki yaratıcılığına ve tavrına hakim olduğumdan dolayı bu işi de önceki izlediğim işleri kadar çok sevdim. Sahneye girdiğimizde açık perde lâkin sadece üzerinde AYDINLIKEVLER yazılı kapalı bir dekor oluşuyla dikkatleri üzerine çekti. Tıpkı Saatleri Ayarlama Enstitüsü’ndeki gibi döner platform üzerinde devamlı akan dekorlara barkovizyondaki illüstratif görseller eşlik ediyordu. İki oyunda da reji tasarımı tavır olarak çok yakın ama bir o kadar da farklıydı. Bir gün öncesi 1970’leri anlatan Zengin Mutfağı oyununu izlemiştim, burada da ortak bir yön olarak 1975 senesinde, Ankara’nın Aydınlıkevler semtindeyiz. Yoksulluk ve kıtlık dönemini derinden hissettiğimiz ama bazı şeylerin de bugüne nazaran daha özel, daha güzel ve içten olduğu o samimi yıllara adeta yolculuk yapıyoruz. Komşuluk kavramının anlam bulduğu, mahalle kültürünün tam anlamıyla yaşandığı Aydınlıkevler mahallesinde babaanne ve torun olan Zühre hanım ve Ayhan’ın evinin salonundayız. 1975 senesi Eurovision gecesinde ülkemizi temsilen çıkan Semiha Yankı’nın TV’deki performansıyla başlayan oyun, devamında karınlarını doyurmak ve ısınabilmek umuduyla babaanne ve torunun çaresizce yiyecek yemek ve ısınacak odun arayışına evriliyor. Sonrasında aynı mahallede oturan ressam Süreyya’nın salonuna konuk oluyoruz. Uzun zamandır aşık olduğu Sülün’e olan hayranlığından dolayı evde kendisinin hayaletiyle yaşayan ve tek dileği bu aşka karşılık bulmak olan bir Süreyya. Oyun devamında mahalleye Amerika’lıların çökmesi beraberinde bir duvar inşa ederek kendilerine büyük bir yapı yaratmalarını izliyoruz. Bu süreçte mahalle sakinlerine bir türlü huzur yaşatmayan, kendi zevkleri uğruna orada yaşayan yoksul kesimin evlerine ve özellikle de camlarına sürekli zarar veren Amerika’lılara karşı açılan isyan bayraklarını izliyoruz. O dönemi o kadar güzel hissettiriyorlar ki, bir an gerçekten o döneme ışınlandım, o ailenin evine konuk oldum, o sıcaklığı derinden yaşadım. Dekor geçişlerinde sahnede kanun sanatçısının canlı performansı eşliğinde izlediğimiz oyunda başından sonuna güldürmediği tek bir yer yoktu diyebilirim. Gerçek bir komedi oyunu izlediğimi düşündüm, salondan kahkahalar yükseliyordu. Trajik bir dram öyküsünü komediye çevirerek seyirciyi güldürmek zor bir meziyettir. Hani derler ya, ağlanacak halimize gülüyoruz diye. Bu oyunda bunun cümle karşılığı vardı adeta. Hükümet Kadın filmindeki tiplemenin sanki devamı niteliğinde izlediğimiz, bu defa hastalık hastası ve ilaç sevdalısı olarak karşımıza yeni bir karakterle çıkan Demet Akbağ’ın oyunculuğuna hayran kaldım. Kendisini ilk kez izliyordum sahnede, ders niteliğinde örnek gösterilecek bir oyunculuk sergiledi. Ben genç oyunculardan Burak Dakak’a da ayrı bir parantez açmak isterim, zira böylesine usta bir oyuncuyla karşılıklı oynamak büyük bir yetenek ister. Kendisi çok güzel üstesinden gelmiş. Salih Bademci’ye zaten söylenecek söz yok. Kendisini daha önce Fanatik oyununda da izlemiştim, orada da çok beğenmiştim. Ben kadın oyuncu olarak artık Hazal Subaşı’nın olduğu temsilini izledim, eskiden Sinem Ünsal oynuyormuş. Hazal Subaşı’nın da bu role gayet uygun olduğunu düşünüyorum. İyi bir reji yönetimi, güzel dekorlar, canlı müzik performansı, güçlü oyunculuklar ve muhteşem bir metin birleşince geriye sadece övmek kalıyor her bir detayı. Ben de bu yazımda her bir sevdiğim detayı açarak övmek istedim doğrusu. Ve izlerken şunu anladım; haksızlığın karşısında dimdik duran, sesini çıkaran ve bir şekilde kendi yöntemiyle bu duruma baş kaldıran herkes her dönemde anarşist ve komünist ilan edilmiş, çeşitli zorbalıklara maruz kalmış. Bu oyunda da bunu izledik. Amerika’lılara karşı haksızlık karşısında direnen, kendi var olan gücüyle sesini duyurmaya çalışan Aydınlıkevler sakinlerinin hikâyesine tanık olmak çok güzel bir duyguydu. Henüz gitmemiş olan kim varsa bu oyuna acilen gitmelerini öneriyorum. Harika bir akşam geçireceğinizden şüpheniz olmasın…
İzlediğim tiyatro, müzikal, bale ve opera temsillerini kendimce yorumladığım güncel paylaşımlarıma Instagram’da @metinler.sahneler hesabımdan ulaşabilir, ilgileniyorsanız takibe alabilirsiniz!
Bulaşıkçılar / Myart