Esra Dermancıoğlu’nun yazdığı, yönettiği ve hatta oynadığı “İyi Değilim Ama Anlatacak Kadar Da Kötü Değilim” oyununu 21.12.2025 tarihinde Zorlu PSM Turkcell Platinum Sahnesi’nde izledim. Esra Dermancıoğlu’nun izlediğim ikinci performansı fakat hem kendisinin yazıp, yönetip, sevgili Deniz Karaoğlu ile beraber oynadığı oyun olması sebebiyle oldukça merak içinde gittim oyuna. Muskat’ı açıkçası çok beğenmiştim, orada hem metne,
hem oyunculuğa, hem de rejiye hayran olmuştum. Fakat bu oyunda eksiklikleri hissettiğim, tadı güzel ama o vurucu etkiyi bende yaratmayan, ortalama ve ‘salt iyi’ bir oyun olduğunu başından söyleyebilirim. Aslında ana fikir güzel fakat metnin yüksektilmesi gerektiğini, dramaturjisinin daha iyi olması gerektiğini ve reji kısmının daha kreatif olması gerektiğini savunuyorum. Muskat ile bu oyunun ortak bir yönü var aslında; her iki oyunda da anne kaybındaki yas sürecinde bir kadının neler yaşadığını anlatıyor. Muskatta konu daha derin ve vurucu işlenirken, burada daha günümüz ilişkileri üzerinden bir değerlendirme, farklı bir perspektiften bakma olanağı tanıyor sizlere. Oyun; annesini kaybeden bir kadının yas sürecinde, annesinin evinde eşiyle beraber onun eşyalarını toplarken aslında istemeden kendi ilişkilerindeki saklı gerçeklerin gün yüzüne çıkmasını anlatıyor. Bunu karakomedi bir üslupla seyirciye aktarmayı hedefliyorlar. Yani trajik bir şekilde boğucu olmaktan daha çok; ağlanacak hale güldüğümüz, o aradaki perdenin kalkarak daha samimi bir anlatımın desteğiyle bizi ilişkilerinde birer gözlemci olmaya davet ediyor Mine ve Memo. Günümüz dijitalleşen teknolojik çağında ilişkilerin artık daha kolay bulunabilir ve daha kolay kaybedilebilir bir tarafını ele alan; aynı zamanda tüketimin hızla bizleri ele geçirdiği bu acımasız sürecin birer parçası olduğumuzu hatırlatırcasına bir ilişkinin zamanla ne yöne evrildiğini anlatıyor bu oyun bizlere. Mesela oyunda geçen bir replik vardı; Mine’nin annesi ona “En derin temas bazen hiç dokunmamaktır” diyor. Dokunmadan sevmeye razı gelenlerin, olacaklara hazır kendini zamana teslim etmişlerindir aşk. Bu kelimenin altında yatan ağırlığın eşiğinde, artık bu ilişkide kendine yer edinmeyle yetinemeyen bir adamın farklı arayışlara ve maceralara sürüklendiğini görüyoruz. Tanışma siteleri hayatımıza girdiğinden beri belki de insanoğlunun içinde yatan o derin hazzı ve mutlak arzuyu gün yüzüne daha rahat çıkarabilmesinin doğurduğu realist sonuçları ve yaptırımlarını görüyoruz. Ve sadakat kelimesinin artık sadece sözlükte bir kelime olarak kaldığı bu kolay erişilebilir süreçte; iki insanın ortak paydada buluşabilmesi için tamah etmeden güzel şeyleri yitirmemek uğruna fedakârlık gösterebilmenin cesaretini hatırlatıyor. Sahne dekoruna değinmek isterim. Salona girer girmez ilk dikkatimizi çeken şey muazzam detayların barındığı bir ev dekoruydu. Öyle güzel tasarlanmış bir dekordu ki; yatak odası, tuvalet, mutfak, çalışma odası vs her şeyi bir arada barındıran, iyi bir dekor vardı karşımızda. Hatta fazla iyi denilebilecek kadar iyiydi, göz dolduruyordu. Toparlayacak olursam bütününe bakıldığında seyredilebilir, size keyifli anlar yaşatacak, hatta çoğu zaman güldürecek, güldürdükten sonra da sizi düşündürecek iyi bir oyun izledik. Ama o vurucu etkiyi göremediğim için, bir de Muskat’la ister istemez bir mukayese yaptığım için puanımı biraz düşürdüm. Deniz Karaoğlu’nu da daha öncesinde Istırap Korosu’nda izlemiştim, ordan beri kendisini oldukça beğenirim. Burada da çok iyi partner olabilmeyi beceren iki başarılı oyuncu gördüm sahnede. Birlikte yarattıkları uyum ve enerji dışardan hissedilebiliyordu. Metin biraz yükseltilse ve daha derin notalara basabilseydi ortaya daha muazzam bir iş çıkabilirdi ama genele bakarsak tavsiye ederim…
İzlediğim tiyatro, müzikal, bale ve opera temsillerini kendimce yorumladığım güncel paylaşımlarıma Instagram’da @metinler.sahneler hesabımdan ulaşabilir, ilgileniyorsanız takibe alabilirsiniz!
İstanbul Şehir Tiyatroları’nın belki de en gözde oyunu olan “Fosforlu Cevriye” yi 16.12.2025 tarihinde Büyükçekmece AKM Bedia Muvahhit Salonu’nda izledim. Normalde her sene Harbiye Açıkhava’da oynayan ve bir türlü izleme fırsatı bulamadığım oyunu dün evimin 2 dk ilerisindeki AKM’de izlemek keyifliydi. Sahnemizin aslında teknik alternatiflerini ve seçeneklerini görmek mutluluk vericiydi. Orkestra çukurunun olduğunu daha önce bilmiyordum mesela, ya da dönen sistemin var olduğunu da bilmiyorum, umarım bu tarz teknik detaylar isteyen oyunlar daha çok gelir sahnemize diyerek oyuna geçiyorum… Suat Derviş’in yıllar önce Türkiye’ye dönüşündeki siyasî-meslekî ve maddî sorunlar yaşadığı o 60’lı yıllarda, Fosforlu Cevriye romanını yayınlamak istemesi, sürekli red yanıtı alması ve bunun bir müzikale dönüştürülmesi bakımından Gülriz Sururi ile görüşmesi neticesinde müzikal olarak sahneye taşınması çok kıymetli. Oyunda da tıpkı bu dönemin yansımalarını izliyoruz, eski İstanbul-Galata’ya ışınlanıyoruz. Sahnenin ortasındaki dönen platform üzerindeki devasa dekor üzerinde gerçekleşiyor oyun. Birçok merdiven basamaklarından oluşan, aynı zamanda Barba’nın Meyhanesi’ni de barındıran, Cevriye’nin aşkının evini de görebileceğimiz çok amaçlı ve zekice tasarlanmış bir dekor bu. Tabir-i caizse “icra-i sanat” eyleyen Cevriye ve onun çevresindeki diğer insanları tanıyoruz. Anne ve babasını tanımadan büyüyen Cevriye’nin kentin harabe denilecek ücra köşelerinde, köprü altlarında, eşkiyaların, esrarkeşlerin, hırsızların daha doğrusu her türlü kötülüğün sardığı bir mahallede seks işçisi olarak hayatını sürdürdüğü bir eski İstanbul dönemi. Bir gün hastalandığında sığındığı evde onu seks işçisi gözüyle görmeyen, üstelik hiçkimseden görmediği saygıyı ve ilgiyi gösteren bir adama yavaş yavaş aşık olmasıyla Cevriye’nin hayata bakış açısı bir anda değişiverir. Daha sonrasında maruz kaldığı hayatın zorbalığıyla savaşmaya ve yüzleşmeye çalışan ve ona yakıştırılmış “Fosforlu” lakabıyla bu yükü sırtlanan, güçlü bir kadın imajı ile Cevriye’nin aşkına sahip çıkarak onun hayatında yer edinmeye çaba gösterdiğini izliyoruz. Aşık olduğu adamın aslında aranan bir idam mahkumu olduğunu, diğer seks işçisi olan kadınların aslında arkalarında yatan acıklı hikâyelerini izliyoruz. Bu esnada sürekli değişen ve dönüşen zaman-mekân ilişkisinde kadının toplumsal anlamda yaşadığı kronik problemleri, kültleşmiş sorunları ve erkek egemenliği altında kadınların “insan” olabilme savaşını gördükçe; hikâyesiyle yer yer güldüren, en çok da düşündüren ve hepimizin bildiği, asırlardır değişemeyen acı gerçekler karşısında yer yer de üzen bir müzikal seyrediyoruz. Tamamiyle duygu yoğunluğunun yaşandığı, çok iyi ve tatlı oyunculukların baskın olduğu, samimi bir müzikal seyrettik. Oyunun süresi 3 buçuk saate yakın oluşuyla biraz uzun, ister istemez arada kopukluklar yaşatıyor seyirciye. Bazı diyaloglar daha kısa tutulabilirdi, amacının dışına çıkan bazı sahneler atılsa daha keyif veren bir müzikal olabilir. Dekor çok iyi fakat bir moda tasarımcısı olarak kostümlerin daha iyi olması gerektiğini savunuyorum. Orkestra da gayet muhteşemdi, sanki bir bale/opera temsili izliyormuşum gibi büyülendim. Fosforlu Cevriye’nin tıpkı lakabı gibi fosforlu ve yıldızlı hayatındaki yansımaları izlemek çok keyif vericiydi, gerçek aşkı masallarda hep farklı dinleriz. Burada cesaretin aşkla birleşince nasıl büyüdüğünü ve bir kadının hayatını nasıl değiştirdiğiniz rahatlıkla görebiliyoruz. Umarım herkese ilham olur. Tüm emekleriniz için hepinize teşekkür ediyorum…
İzlediğim tiyatro, müzikal, bale ve opera temsillerini kendimce yorumladığım güncel paylaşımlarıma Instagram’da @metinler.sahneler hesabımdan ulaşabilir, ilgileniyorsanız takibe alabilirsiniz!
İyi Değilim Ama Anlatacak Kadar Da Kötü Değilim / Satsuma Sahne