-
Takımyıldızları oyununu 14.03.2025 tarihinde Minoa Pera sahnesinde izledim. Kaos’un kurucu ortağı sevgili Kemal Kayaoğlu’nun davetiyle izlediğim oyun; konusu itibariyle aslında epeydir ilgimi çeken bir işti. Öncelikle Minoa Pera’da ilk katıldığım etkinliğim olması özelini taşıyan oyun, sahneye girdiğimizde yalın ve amacına uygun bir sade dekorla karşılıyor seyircisini. Bir partide tanışan Mary ve Roland’ın yaşayacağı ilişki çerçevesindeki sonsuz ihtimallerini farklı bir bakış açısıyla işliyorlar. Nick Payne’in “Constellations” oyunundan Kemal Kayaoğlu tarafından dilimize çevrilen Takımyıldızları; ince bir matematikle, yaşadığımız olasılıklar evrenindeki ihtimalleri bize anlatırken; kader diye adlandırdığımız, aslında verdiğimiz kararlarımızın doğurduğu nihai sonuçları gözler önüne seriyor. Her birimiz dünyaya birer varoluş amacıyla gelmekle birlikte; tıpkı atom gibi bir bütünü oluşturan her bir elementin en küçük yapı taşıyız. Varoluşlarımız, dünyadaki kütlemiz ve belirli amaç doğrultusunda aldığımız kararlar, çizdiğimiz yollar ve bir kader örgüsünde sonsuz ihtimallerin yer aldığı bir evrendeyiz. Arıcılık işiyle ilgilenen Roland ve uzay bilimci Mary’nin farklı yaşam ve karakterlere sahip olmasının beraberinde bir araya geldiklerinde oluşturdukları birlikteliğin; bu ilişkiye devam etselerdi nereye varacağını ve devam etmeselerdi nasıl bir sonla sonlanacağını izliyoruz. Belirli tekrarlar ve karakterler arası geçişlerle, derin duyguyu seyircisine güçlü şekilde aktaran oyuncuların sergiledikleri iyi oyunculuktan da bahsetmek isterim açıkçası. Kemal beyin duygu geçişlerindeki iyi oyunculuğunun yanısıra, beyin tümörü hastalığına kapılmış, konuşma yetisini zamanla kaybeden ve işaret dili ile kendini ifade etmeye çalışan bir kadının yaşadığı zorlu dramı kusursuz şekilde oynayan Özge hanıma da ayrıca değinmek isterim. Sahnede iyi partner olmayı başarmış iki genç oyuncuyu izlemek güzel bir keyifti. Tek kritiğim şu yönde olacak; zaman akışlarında, ihtimaller arası geçişlerde daha farklı ve net ışık oyunlarını görmek isterdim. Yer yer ışık hüzmelerini, farklı ışık renkleriyle zenginleştirmek oyuna daha net ve farklı bir tavır getirebilirdi. Metin biraz derin olma özelliği taşıyor. Seyirciye bu olasılıklar evrenini aktarırken bunu daha kolaylaştıracak, aynı zamanda güçlü de kılacak farklı metodlar denenebilir miydi diye içimden geçirmedim değil doğrusu. Yine de toparlayacak olursam; genelinde iyi bir oyun izledik. Dilini dirseğine değdirmeyi başaran insanlar ölümsüz olurlarmış. Peki herkes dilini dirseğine değdirebilseydi, günün sonunda herkes ölümsüz olsaydı ortada ciddi bir kaos olmaz mıydı? Bu kaos nasıl bir dünya ve ihtimalleri getirirdi. Aslında yaşadığımız her an, her dakika, her saniye; sonsuz ihtimaller arasında yalnızca küçük bir ihtimalin bize sunduğu bir yoldur. Oyun bitiminde şunu sordum kendime; kader değiştirilebilen bir şey midir ve bize sunulan ihtimalleri önceden görebilir miyiz? Görseydik nasıl bir kaosa sürüklenirdik… Takımyıldızları ekibinin bu serüvende yolları açık ve uzun olsun!
İzlediğim tiyatro, müzikal, bale ve opera temsillerini kendimce yorumladığım güncel paylaşımlarıma Instagram’da @metinler.sahneler hesabımdan ulaşabilir, ilgileniyorsanız takibe alabilirsiniz!
-
Uzun zamandır takip ettiğim, bir türlü fırsat yaratamadığım fakat sona ermesine son 2 oyun kala nihayet izleme fırsatı yaratabildiğim bu muhteşem müzikali 16.03.2025 tarihinde Zorlu PSM Turkcell Sahnesi’nde izledim. Sona ermeden izleyebildiğim için gerçekten çok mutlu oldum. Sahneye ilk girdiğimizde seyircilere küçük Türk bayraklarının dağıtılması harika bir jestti. Kapalı perdeleri daha çok sevdiğimi zaten hep söylerim, bu sahnede de dekorun kapalı perde oluşu beni çok heyecanlandırmıştı. Ve o an; perde açıldığından beri gözlerimi bir an olsun hiçbir detaydan ayıramadım. Üzerinde o kadar incelikle düşünülmüş detaylar barındırıyordu ki… Zorlu’nun en büyük sahnesi olan Turkcell Sahnesi’nin hakkı fazlasıyla verilmiş ve tüm nimetlerinden epey faydalanılmış doğrusu. Prodüksiyon ciddi anlamda parmakla gösterilebilecek ve en iyiler listesine girecek türdendi. Günümüz döneminde Kurtuluş Savaşı Müzesi’ne yapılan bir okul gezisindeyiz. Öğretmenleri rolündeki Ece Dizdar ve müzenin müdürü rolünü üstlenen Kerem Alışık’ın karşılıklı diyalogları ile oyuna giriş yapıyoruz. Kerem Alışık’ın zaten şiirsel anlatımına herkes hakimdir, ben “Aşk Biter Mi?” oyunundan da kendisinin anlatım dilindeki büyüleyiciliğe yakından şahittim. Gezi sırasında bir anda ortadan kaybolan dört öğrencinin bir anda Bandırma Vapuru’nda başlayan serüveni, tarihsel bir zamanda yolculuğa kendini bırakıyordu. Mustafa Kemal’in Millî Mücadele’yi başlattığı dönemdeyiz. Büyük taarruzdan, Cumhuriyet’in ilanına kadar uzanan tarihsel süreçteki sahneleri; sürekli değişen harika dekorlar, dansçılar, oyuncular ve güçlü bir prodüksiyon eşliğinde izliyoruz. Buradaki prodüksiyon; sahne tasarımından multimedyaya, ışık tasarımından video tasarımına ve kostümlerdeki incelikli tasarım dokunuşlarına kadar muazzamdı. Barış Erdoğan ve İlker Arslan’ın sinema filminden uyarlanan 1923 Müzikali, Tuluğ Tırpan’ın bestesi ve Yekta Kopan’ın güçlü kalemiyle birleşince ortaya çok büyük bir emek çıktığını söylemek doğru olur. Cumhuriyet’in ilanına değin başta Mustafa Kemal Atatürk olmak üzere silah arkadaşları, cesur, korkusuz Türk halkının ne büyük katkıları olduğunu gördük. Bu anlatımı müzikal bir dille, dans yoluyla ve güçlü bir metinle zenginleştirdiler. 100 kişilik dev kadroyu ve o muhteşem orkestrayı görünce ne kadar büyük bir iş olduğunu, üzerinde ne kadar ince düşünüldüğünü ve seyirciye verilen değeri derinden hissediyorsunuz. Her sahne geçişlerinde ağlamamak için kendimi zor tuttum, gözlerimin arkasında biriken gözyaşı pınarlarım; oyun finalinde Mustafa Kemal Atatürk’ün biz seyircileri selamlaması ve yaptığı duygusal konuşması ile bir anda kendini bıraktı ve tüm salonun ağlamasına şahit oldum. Böylesine olanakları kullanıp duyguyu karşı tarafa geçiremeyen birçok prodüksiyon izledim. Nitekim kolaylıkla söyleyebilirim ki; 1923 Müzikali aralarında izlediğim açık ara en iyi performanstı. Kalbimi en çok Millî Mücadele’de ismi geçen yüzlerce kahramanlardan biri olan tahta kaşık Meliha’nın yürek burkan hikâyesine bıraktım. Vatanı uğruna 3 evladını şehit veren, tüm bu acıları yaşadıktan sonra “Vatan Sağolsun” diye kendini teselli ederek, tüm varıyla yoğuyla hâlen bu vatana bir can borcu olduğunu düşünüp tüm kadınlara güç ve ilham kaynağı olan tahta kaşık Meliha; tarih boyunca tüm insanlığa örnek gösterilecek bir kahraman… Mesela bunu bugün bu müzikalde öğrendim. Daha nicesini öğrendiğimiz, izleyerek bizi o günlere tarihsel bir yolculuğa çıkartan, gurur ve hüzün dolu bir gün yaşamamızı sağlayan tüm ekibi gönülden tebrik ediyor ve teşekkür ediyorum. Ülkece maalesef uzun zamandır karanlık günlerden geçiyoruz. İçinde bulunduğumuz hâl; üzerimizdeki kara bulutlar bu müzikali izledikten sonra bir nebze olsun biteceğine dair umut yarattı ve içimdeki bir sürü fideyi yeşillendirdi. Sırf bu sebeple bile görülmesi gerektiği kanaatindeyim. Kahramanlarımızın fedakârlıkla bu vatanı nasıl kurtardıkları ve Cumhuriyet’i ilan ederken tüm dünya ülkelerine nasıl örnek olduğumuzu görmüş olduk bugün. Hepsinin ruhu şâd olsun. 90 dakika nasıl geçti, katiyen anlamadım. 2 saat daha sürse yerimden kıpırdamadan, gözlerimi bir an olsun kırpmadan izlerdim. Lütfen kendinize bir iyilik yapın ve bu müzikal sona ermeden son 2 temsilinden birine mutlaka bir bilet alın. Ayakta alkışlıyorum tüm ekibi!!!
İzlediğim tiyatro, müzikal, bale ve opera temsillerini kendimce yorumladığım güncel paylaşımlarıma Instagram’da @metinler.sahneler hesabımdan ulaşabilir, ilgileniyorsanız takibe alabilirsiniz!
-
Tek kelimeyle harikaydı! Finalinde Mustafa Kemal Atatürk’ü görmek çok duygulandırdı, ağladım. Böyle muhteşem duyguları bize yaşattığınız için çok teşekkür ederiz. Gönülden tavsiye ederim.
-
-
Zorlu PSM X PSM Atölye işbirliğiyle hayata geçirilen “Kısık Ateşte Düdüklü Tencere” oyununu 09.03.2025 tarihinde Zorlu PSM 0 Studio sahnesinde izledim. Henüz yeni bir oyun olduğu için ilk izleyenlerdenim. Mutfak ekipmanlarının, ortada büyük ve kare bir aydınlatma ünitesinin bulunduğu bir
mutfaktayız. Çok yoğun, koşuşturmalı ve hengame içinde misafirlere hazırlanan yemekleri izliyoruz. Burada ben gerçek yemek hazırlanır diye ummuştum mesela, sonuç olarak PSM atölyenin içinde bulunduğu bir iş olduğu için böyle bir beklentiye girdim. Yapılan el hareketleri önderliğinde pişirilen yemekleri az çok tahmin edebiliyoruz derken mutfağın şefi Bekir şefin bir gün öncesi tuhaf bir rüya görmesiyle oyun başlıyor. 30 metre büyüklüğündeki dev bir yumurtanın kendisini Üsküdar’dan Taksim’e kadar kovaladığını gören şefin bir yandan rüyasındaki aksiyonu anlatırken, bir yandan da dostları ile kutlama yapan beyefendi diye adlandırılan birine yumurta yapmasını izliyoruz. Olmuyor bir türlü yumurta, beğendiremiyor beyefendiye. Aslında her zamanki yediği poşe yumurta ama bugün bir şeyler eksik sanki… Derken; sürrealist bir anlatımla devam eden oyunda Bekir’in zaman-mekan değişimleriyle, içinde sıkışıp kaldığı o boyutlara ziyaret ediyoruz. Bekir şef önce anne karnına dönüyor, sonra çocukluğuna dönüyor, annesiyle diyaloglarını izliyoruz. Sonra yine mutfaktayız, tüm ekip tezgahta iş başında. Yine bir hengame, koşuşturmaca. Misafirler yemek bekliyor! Mesleğinde kendisine yer edinemeyen ve artık bu deformasyonla bunalmış Bekir şefin asıl sorununa, yani babasının intihar sürecindeki derinliğe iniyoruz. Aslında Kurt Cobain’in bile intihar ettiği bu dünyada Bekir şefin babasının etmesi çok da farklı sayılmaz… İntiharın kabullenme sürecinde tüm bu yaşadıklarına bir neden arayan Bekir’in adeta ruhsal ve bedensel astral seyahatinde bu travma ile başedebilme sürecini izliyoruz. Mutfakta onca geçirilen zaman neticesinde eskiden o mutfakta çalışan babasının işten sonra bir bıçağa dönüşen, kepçeye dönüşen formlarını tasvir eden Bekir şefin duygu durum değişimleri çerçevesinde oyun finale doğru ilerliyor. Oyun boyunca kulağımıza gelen düdüklü tencere sesinin oyun sonuna doğru Bekir tarafından babası yerine konulduğunu anlıyoruz. Düdüklü tencereyle devamlı bir diyalog halinde olan karakterimiz, günün sonunda; kutlanmayan doğum günlerinin ışığında, buna bir özlem ve ithafen bu isteğini yerine getiriyor ve oyun nihai sona erişiyor. Buraya kadar yazdıklarımı okuyan insanlarda bir şeyler yerine oturmamış olabilir, olması da normal. Çünkü metnin çok havada kalan tarafları var. Aslında trajik bir konuyu ele alırken, güçlü bir ışık yönetimi ile zaman-mekan-kişi değişimlerini doğru uygulayabiliyorken asıl hikayeyi ve duyguyu, anlatılmak isteneni karşı tarafa verebilmekte güçlük çektiğini hissettim oyunun. Oyunda en beğendiğim ve özgün bulduğum detay; Bekir’in babasının cenazesiydi. Oradaki tasvir ve betimleme tavrı çok güzeldi, çok keyif aldım izlerken. Bilindik ve hepimizce tanıdık, sıradan bir cenaze töreninin farklı bir penceresinden ve bakış açısından izledik. GGenç oyunculara böyle bir fırsat verilmesi çok güzel. Bu bağlamda gelecek vaad eden genç oyuncular olduğunu düşünüyorum, sergiledikleri oyunculuklar yeterli düzeydeydi bence. Daha iyisi olamaz mıydı, her zaman daha iyisi olabilir. Ama mutlak gerçeklikte, var olan metinde “yeterli bir oyunculuk” olduğunu söyleyebilirim. Bir de oyunda bu kadar küfüre gerek var mıydı diye düşünmeden edemedim. Tek perde, 55 dk kadar süren oyun, daha fazla sürmüş olsa idi konudan biraz sapabilirdi. Bu nedenle yerinde bir süre olduğunu içtenlikle söyleyebilirim. 55 dk olmasına rağmen sonlara doğru saatimi kontrol ettim mesela, normalde bu eylemi gerçekleştirdiğim oyunlardan uzaklaşmaya yakın olduğumu hissetmişimdir. Neyseki sonradan iyi bir şekilde toparlamasıyla güzel ve kararında bir performans seyretmiş olduk. Genç yeteneklere kendilerini göstermek için böyle güzel fırsatların verildiğini görmek mutluluk verici. Umarım böyle destekler gün geçtikçe daha da artar. Sektörün buna ciddi ihtiyacı olduğu kanaatindeyim. Tüm ekibi tebrik ederim…
İzlediğim tiyatro, müzikal, bale ve opera temsillerini kendimce yorumladığım güncel paylaşımlarıma Instagram’da @metinler.sahneler hesabımdan ulaşabilir, ilgileniyorsanız takibe alabilirsiniz!
Takımyıldızları / KAOS