-
-
Çok uzun zamandır gitmek istediğim fakat konumundan dolayı ertelediğim ve hakkında epey övgüler duyduğum Tebdil oyununu 03.10.2025 tarihinde Perispri Art Gallery’de izleme şansı buldum nihayetinde. Genelde bu kadar methedilen oyunlara gittiğim zaman büyük bir beklenti içinde olurum doğal olarak ve çıtayı kendimce epey yüksekte tutar, bu minvalde izlerim o oyunu. Bu oyuna da hakikaten böyle bir beklentide gittim. Sonunda söyleyeceğim şeyi başında söylemem gerekirse; hakkında söylenilenler, o övgüler az bile kalmış. Bence daha fazla duyurulmalı ve adından sıkça söz edilmeli. Toz ve Balina oyunundan sonra uzun zamandır ağladığım bir oyun olmamıştı, ta ki Tebdil’i seyredene kadar… Gelelim oyunun detaylarına. Perispri’de ilk kez bir temsil izleyeceğimden dolayı heyecanlıydım, zira oyunun sonunda neden böyle bir atmosferde oynamayı tercih ettiklerini gayet iyi anladım. Muhtemelen sıradan bir tiyatro salonunda izlesem bu kadar etkileyici olmazdı diye düşünüyorum. Mekanla oldukça özdeşlemiş, dersine iyi çalışılmış bir iş var ortada. Derken yavaştan karakterleri tanıyoruz. Süleyman ve dostları Hakkı ile Maviş’in Balat’ta kendi var olan krallıklarındaki tabir-i caizse yönetim/düzen şekline dışardan gelen müdahaleler sonucu aralarında geçen diyalogla kendilerini daha yakından tanıyoruz. Mahallenin ağır delikanlıları diye nitelendirebileceğim karakterlerin özünde derinlerine indikçe farklı noktalarına ve notalarına değiniyoruz. Tebdilin kelime anlamı “değiştirmek” demek. Oyunun ortalarına doğru bu kelimenin nasıl tesir ettiğini görüyoruz. Hikâye bir o kadar bizden, bir o kadar içten ve evimizden gibi. Süleyman; hayatındaki en büyük başarısı sahip olduğu bir işletme olan, hayatındaki kadınla istediği bağı bir türlü kuramayan, geçmişte takılı kalmış bir saat misali bir adam. Tek gayesi kardeşleri gibi sevdiği Maviş ve Hakkı’yla beraber bu çarpık düzende kendilerine yer edinmek, güçlü bir duruş sergileyerek semtin eşrafı olmak. Nilay ise Süleyman’la düzensiz bir ilişki yaşayan, tek umudu onun tarafından sevilmek olan, annesinin her ne kadar gücünün altında kendini güçlü görse de sevgiye, ilgiye aç bir kadın. Bu da hâliyle ilişkilerini çekilmez bir duruma dönüştürüyor. Bir gün Zeynep isminde bir kadının mekâna çıkagelmesiyle işler değişir çünkü Süleyman, ikiz kardeşinin eşi Zeynep’i zamanında çok sevmiştir fakat aşkını içine gömmek zorunda kalmıştır. Çünkü Zeynep ile Talat evlenmişlerdir ve bir kız çocukları olmuştur. Fakat çocukları Deniz bir progeria hastasıdır. Ne yazık ki ömrünün sonlarına yaklaşmakta olan ve piyanoyu çok seven Deniz’in yakın zamanda bir piyano resitali olacaktır ve tek umudu babasını orada görmek istemesidir. Fakat Talat hapishanede yatan bir mahkumdur. Zeynep’in davetsiz gelişi ve kızı için Süleyman’dan bir ricası neticesinde tüm işler değişir ve hikâyeye adını veren “tebdil” tam olarak burada devreye girer. Yıllardır görüşmeyen ikiz kardeşler Talat ve Süleyman’ın arka bahçelerinde, aslında içeri gömdükleri duyguları, hiç konuşulmamış sözleri ve yaşanılmamış anıları deşerek gerçeklerle yüzleşmelerini izliyoruz. Ve bu trajik yüzleşmede birbirlerinin hayatlarına olan etkileri, bu olasılıklar evreninde “keşkelerin” terk etmesiyle birbirlerinde yer edinmelerine tanıklık ediyoruz. Şimdi işler daha karmaşık bir hâl almıştır; unutulmamış bir aşk ve kurulamamış bir kardeşlik ikileminde Süleyman ne yapacaktır? Bazen yaşadığımız olaylar karşısında neden bizim başımıza geldiğini sorduğumuzda derinlemesine düşünmemiz gerekir. Acaba tüm bunlar neden bizim başımıza gelmiştir diye... Bu; hayatın bize bir ders verme şekli midir yoksa ektiklerimizin bir sonucu mudur? Kâh kahkahalarla güldüğümüz, kâh derinlemesine düşünerek ağladığımız bir oyundu. Hayatın birçok rengini ve görmekten kaçındığımız, acımasız yüzünü gösteren bu metin; bir bakımdan oldukça tanıdık bir hikâye olmasıyla birçok gönülde yer edinmiştir bence. Kesinlikle Perispri’de izlenilmesi önerimdir. Mekânın atmosferi ve Balat’ın o büyüleyici, tarih kokan sokaklarına karşın oynanıyor olması büyük bir ayrıcalık katmış oyuna. 2 saat kadar süren bu oyunda zamanın nasıl akıp gittiğini gerçekten anlamadım. Oyunculuklar olağanüstü, metin keza öyle, ortada ciddi bir emek görüyorsunuz. Bir fedakârlık örneği olarak izlediğimiz Tebdil, eminim ki bu serüvende birçok insanın kalbine dokunacaktır. Kardeşlik travması olan insanları çok daha derinden etkileyeceğini düşünüyorum. Böylesine olağanüstü bir akşam yaşattığınız için oyuncusundan sahne arkasına tüm ekibe gönülden teşekkürlerimi sunuyorum. Alkışınız hiç eksik olmasın!
İzlediğim tiyatro, müzikal, bale ve opera temsillerini kendimce yorumladığım güncel paylaşımlarıma Instagram’da @metinler.sahneler hesabımdan ulaşabilir, ilgileniyorsanız takibe alabilirsiniz!
-
Enis Arıkan’ın hayallerinin peşinden giderek kariyer yolculuğunun anlatıldığı otobiyografik müzikal “Hayalperest”i 13.05.2025 tarihinde Zorlu PSM Turkcell Sahnesi’nde izledim. Öncelikle gitmeden önce bir takım önyargılarım vardı çünkü henüz 42 yaşında olan bir oyuncunun hayatının otobiyografik bir müzikale dönüştürülerek bu kadar yüksek bir bütçe ve sponsorlukla koca bir sahnede sahnelenmesi tuhafıma gitmedi değil. Nitekim izlerken de bu
düşünceden sıyrılamadığımı ifade etmeliyim. Elbette bir insanın hayallerinin peşinden giderek bunları gerçeğe dönüştürmesi, bu süreçte yaşadığı sıkıntıların, karşılaştığı birtakım engellerin, sektörel mobinglerin vs. üstesinden gelerek belli noktalara ulaşması övgü toplayacak bir durumdur fakat toplumsal hayatın çeşitli alanlarında öne çıkarak ve de yoğun ilgiyi üzerinde toplayarak topluma henüz mal olmamış çok genç ve kendince başarılı bir yeteneğin bu kadar erken otobiyografik bir müzikali gerçekleştirmesi biraz da proje satmak gibi geldi. Bu benim hür düşüncem elbette, belki de fazla derin bakıyorum, günün sonunda toplum için yaratılmış güzel ve pahalı bir proje neticesinde. Hayalperest yazılı dev bir perdeyle oyunun başlamasını bekledik ve bu oldukça heyecan verici bir detaydı doğrusu. Her zaman söylerim, oyunu kapalı perde beklemek beni hep diğerlerinden daha fazla heyecanlandırmıştır. Derken bir müzik ve dans şöleni ile müzikale giriş yapıyoruz. Okulda sınıf arkadaşlarının kendisiyle sürekli hayal kurduğu ve düşüncelere daldığı için alay etmesiyle başlayan hayalperest serüveninde Enis Arıkan’ın aile yaşamına ve aile fertlerine bir göz kırpıyoruz. Devamlı rüyalarında gördüğü mor bir Zümrüdüanka kuşunun peşinden giden karakterimizin ilk yurtdışı deneyimi Medine’ye geçiş yapıyoruz. Bu kısmı mesela gereksiz bir detay olarak gördüm. Çünkü mutlak bir kariyer yolculuğunda pek katkısı olmadığını savunuyorum karakterimizin 3 hafta Medine’de kalması detayını. Sadece kendisine dinsel bir açıdan daha muhafazakar bir yön katmış, hepsi bu. Sonra zaten bu olgulardan zamanla sıyrıldığını da izliyoruz. Kendini hep bir Broadway sahnelerinde görmeyi arzulayan, gözü hep en tepelerdeki konumlarda olan hayalperest karakterimizin bu süreçte konservatuar hazırlıkları, oyuncu seçmelerine katılması, set hayatında yaşadığı sıkıntılar ve mobingleri azar azar izliyoruz. Bu sürece kadar salondan çok kişinin ayrıldığını gördüm, elzem bir durum olmadığı müddetçe bunun yaşanması gayet üzücü bir durum. Sahnede yüzlerce dansçının olması, dev dekorların yuvarlak ray ekseninde tıpkı Saatleri Ayarlama Enstitüsü veya 1923 Müzikali’ndeki gibi akması çok hoş bir detaydı. Burada harcanan yüksek bütçeyi iliklerinize kadar hissediyorsunuz, onca dansçı, iyi bir koreografi tasarımı, müziklerin sevgili Sezen Aksu tarafından yazılması, güçlü sahne/dekor tasarımları ve sayamadığım onca iyi detay karşısında hikayenin yavan kalması ve belli bir yere gidememesi, finale ulaşamaması oyun bitiminde “e şimdi n’oldu, buraya kadar mıydı?” dedirtti bana. Maalesef tam tat alamadan, eksik ve tam anlamıyla tatmin olamadan ayrıldığımı belirtmeliyim. Metnin de ne yazık ki çok zayıf olduğu kanaatindeyim çünkü bunca iyi bütçe ve Zorlu PSM’nin ana sponsorluğu karşısında tadından yenmeyecek kadar lezzetli, her bakımdan insanı hayran bırakacak bir show izlemek isterdim. Bilet fiyatlarını bu bakımdan maalesef gereksiz pahalı bulduğumu da eklemek isterim. Oyunda tek sevdiğim detay insanlara bir mesaj vermesinden dolayı şu oldu; ağzımızdan çıkan her kelimenin bir gün esiri olabiliriz. Bu sebeple ne sarf ettiğimizi doğru tartarak evrene göndermek önemli. Burada karakterimizin “baştan seçtim kefenimin rengini mor” cümlesine tutuklu kalmasının devamında bu kelimenin onun hayatına nasıl bir enkaz bıraktığını da izlemiş olduk. Babasının hayaleti ile olan diyalogları da sevdim ben ama işte dediğim gibi belli bir yere kadar götürüyor bu keyif sizi. Bir yerden sonra tıkandığını hissettim ve bu süreçte de yine salondan birçok kişi ayrıldı. Alice Müzikali’ndeki gibi tavandan asılı iple dans ettiği yerler, kostüm tasarımları, dans koreografisi vs her şey muntazam tasarlanmış. İyi bir reji karşısında yetersiz bir metnin kurbanı olarak nitelendirdim oyunu. Bir de böylesine başarı hikayesini seyrettiğimiz bir oyunda bu kadar küfüre yer verilmesini fazlasıyla güldürme kaygısı olarak gördüğümü belirtmeliyim. Belli bir yerden sonra bu kadar küfür güldürmeyi durdurdu birçok seyircide. Bu arada Melisa Doğu, Murat Karasu ve Bekir Çiçekdemir’in oyuna kattığı enerjiye hayran kaldım. Çok iyi bir cast olmuş… Umarım çocukluğundan beri hayal ettiği mevkiye gelmiştir Enis bey, zira bugün izlediğimiz hikayede daha hangi hayalleri olduğuna da biraz göz kırpmasını isterdim. Sürprizli bir son pek yakışabilirdi. Yine de böyle genç bir oyuncuya böyle bir fırsat tanıyarak onun hayallerini sahneye taşıyan başta Zorlu PSM’yi tebrik ederim. Umarım burada izlediğimiz başarı öyküsü ve bir çocuğun hayalleri birçok insana ilham verir ve örnek olur. Bu bakımdan izlenmesini önerebilirim. Güzel bir akşam geçirerek keyifli ve güçlü bir show izlemek isteyenleri tatmin edeceğini düşünüyorum. Tüm emeği geçen herkesi kutluyorum…
İzlediğim tiyatro, müzikal, bale ve opera temsillerini kendimce yorumladığım güncel paylaşımlarıma Instagram’da @metinler.sahneler hesabımdan ulaşabilir, ilgileniyorsanız takibe alabilirsiniz!
-
Ustaya, yani Seyfi Dursunoğlu’na övgü niteliğinde Armağan Çağlayan’ın hayat verdiği “Seyfi Bey” oyununu 22.05.2025 tarihinde Leyla Gencer Opera ve Sanat Merkezi’nde izledim. Öncelikle oyunu prömiyerinden bu yana ilgi ile takip ediyor ve gerçekten bir türlü fırsat yaratamıyordum. Kısa sürede sold-out oluşuyla, yoğun ilgiyle karşılanan Seyfi Bey oyununa öncelikle verilen puanların ve yapılan değerlendirmelerin kesinlikle haksızlık olduğunu düşünüyorum. Sahnede bizi karşılayan dekor bana Uğur Kanbay’ın Eylül oyununun dekorunu anımsattı, çok benzerdi. Bir paravan, makyaj masası ve koltuktan oluşan dekor; metni düşününce neden yalın bir dekor olduğunu onaylattırıyordu. Seyfi Bey’in Huysuz Virjin olma yolunda karşılaştığı engelleri, önüne çıkan fırsatlar çerçevesinde yaşadığı zorlukları dinliyoruz ve aile yaşantısına da ufak bir giriş yapıyoruz. Aslında Günay Restoran’ın kulisinde başlıyor oyun, hikaye aktarıcısı olarak Armağan Çağlayan’ın öncelikle Seyfi beyi ne denli içselleştirdiğini ve rolüne çalıştığını görmemek imkansız. Ben kendi adıma konuşacak olursam sahnede yer yer sevgili Seyfi Dursunoğlu’nu gördüğümü belirtmeliyim. Seneler önce, daha seküler ve yaşanılabilir bir Türkiye’de, belli kimliklerin var olarak ortaya çıktığı bu yeni süreçte kendine yer edinmeye çalışan Seyfi beyin hayat hikayesini Armağan beyin ağzından dinliyoruz. Yer yer seyircilerle kurduğu interaktif diyaloglar Seyfi beyi sahnede görmemize ve hissetmemize alan yarattı. Aslında SGK memuru olan ve Kulüp 16’da başlayan hikaye; Günay bey ile olan iş ve dostluk ilişkisi, Huysuz Virjin’in yaratım sürecinde Seyfi Dursunoğlu’na bu yeni karakterin kendisine kattığı yönler ve derin ilişki, en kıymetlisi Tunç bey ile olan değerli birlikteliği ve kadim dostluğu, o dönemin siyasî ve kültürel çatışmalarını derleyerek hepsini iyi ve de akıcı bir metin komposizyonunda sahneye döküyor.
Oyun 100 dk kadar sürüyor ve başından sonuna kadar tek bir an olsun gözlerimi ayıramadım sevgili Armağan Çağlayan’dan. Tam tamına 35 yıldır bu ülkede kadın kılığında sahnelerde var olan ve Türk halkının gönlünü en derinden kazanan Huysuz Virjin’in arka planda yaşadığı zorbalıkları dinleyince ne kadar güçlü bir karakter olduğunu ve hayallerinin peşinden bir an olsun koşmayı bırakmadığını görüyoruz. Birçok kesime ilham verici nitelikle işlenen, biraz da didaktik ve akıcı bir anlatım üslubunda sahnelenen temsilde sadece daha güçlü reji numaraları görmek isterdim doğrusu. Bir de oyunu seyirciye aktarırken Armağan Çağlayan kılığında değil de, tıpkı oyunun sonundaki gibi Huysuz Virjin kılığında izlemek isterdim tüm oyunu. Eminim daha vurucu ve etkili bir izlenim bırakırdı, buna rağmen ben oyundan oldukça tatmin olmuş ve yeterli duyguya doymuş, yeri gelince kahkaha atmış, çoğu zaman da gözleri dolmuş bir şekilde ayrıldım. Yer yer metinde Zeki Müren’e yer verilmesini de çok sevimli buldum. Bazı teknik durumlardan dolayı 1 puan kırıyorum ama genelinde oldukça iyi bir oyun izlediğimizi tekrar belirtmek istiyorum. Bu sebeple yapılan değerlendirmelerin ve düşük puanların yersiz olduğu kanaatindeyim. 7’den 70’e Seyfi beyi seven, özleyen ve hayat hikayesini, varoluş mücadelesini merak eden herkese şiddetle tavsiye ederim bu oyunu. Armağan Çağlayan’dan bu kadar iyi bir performans beklemiyordum, oldukça şaşırttı beni. Tüm Seyfi Bey ekibine kucak dolusu sevgiler ve kocaman alkışlar!!!
İzlediğim tiyatro, müzikal, bale ve opera temsillerini kendimce yorumladığım güncel paylaşımlarıma Instagram’da @metinler.sahneler hesabımdan ulaşabilir, ilgileniyorsanız takibe alabilirsiniz!
-
7nci sezonun ardından son temsillerini gerçekleştiren DasDas’ın oyunu Zengin Mutfağı’nı 10.06.2025 tarihinde Harbiye Cemil Topuzlu Açıkhava Tiyatrosu’nda izledim. Büyük usta Şener Şen’i ilk ve belki de son kez sahnede izleyeceğim için çok heyecanlıydım. O yüzden çok oyunun içeriğine takılmadan büyük bir heyecanla gittim oyuna. Vasıf Öngören’in yazdığı Zengin Mutfağı oyunu, beklentimin maalesef altında bir işti. Dekorla başlayacak olursam; çok iyi tasarlanmış, büyük bir mutfak dekoru vardı sahnede. Tam sahnenin ortasında ise büyük bir bavul. Ve Şener Şen’in sahneye gelmesiyle büyük bir alkış eşliğinde oyun başladı. Yıllardır hizmet ettiği köşkten ayrılan Lütfü ustanın neden bu kararı verdiğini anlatmasıyla bavulun içindeki saklı gerçekler gün yüzüne çıkıyor. Başlangıç bence çok yerinde ve iyi. Patronlarının köpekleri yüzünden olayların nasıl geliştiğini ve köşkten ayrılmaya kadar uzandığını kıymetli Şener Şen’in anlatımıyla izliyoruz. 1970 dönemindeyiz. Haziran olaylarından dolayı işçilerin başkaldırışları ve eylemlerinden dolayı işverenlerin ve mevki sahibi insanların apar topar şehri terk etmesini konu alıyor. Ve tüm bunları köşkün zengin mutfağında izlerken, evin yardımcıları tarafından olay örgülerine yakından tanıklık ediyoruz. Lütfü ustanın ve diğer tüm yardımcıların köşkün patronu Kerim beyi memnun etme çabaları, sıkı yönetim kararının o döneme olan etkilerini, faşist düzenin zorbalığıyla isyan bayraklarının açıldığı Zengin Mutfağı, evrensel ve mütemadiyen kabul görmüş mutlak bir direnişi aktarıyor. Bu direniş her dönemde desteklenir zaten, bu sebeple bu oyundaki toplumsal mesajın güncel olmadığı kanaatindeyim. Çünkü her dönem bu kronik sorunlar mutlak bir şekilde ele alınarak farklı boyutlarda işlenir. Lütfü ustanın köşkün köpeklerini zehirlemesi sonucuyla köpekleri kimin öldürdüğünü aradıkları bu sancılı süreçte bu kısımdan epey rahatsızlık duyduğumu belirtmeliyim. Sebebini şöyle açıklayabilirim; bir temsilde, bir filmde, herhangi bir yapıtta bir kadın cinayeti, bir hayvan katliamı, bir çocuğun ölümü gibi kült değerlere aykırı bir konu işleniyorsa, günün sonunda bir mesaj vermek uğruna ele alınmalıdır. Burada köpeklerin zehirlenmesi ve bu konunun bir nihai mesaja erişememesi halihazırda zaten hayvan katliamlarının boyut kazandığı bu dönemde bana yersiz ve üzücü geldi. Sonrasında maalesef duygusal bakımdan da oyuna adapte olamadım. Metin maalesef çok sığ, oyunculuklar güzel fakat sanki Şener Şen tek başına sırtlanıyor oyunu. Diğer eşlik eden oyuncular performans bakımından maalesef çok altta kaldı benim için. Belki de çok usta bir oyuncunun yanında yer almaktı dezavantajları, bilemiyorum. “Aşçıysak eşşek değiliz ya!” repliğinden başlayıp, “Biz kimlere hizmet ediyoruz? İnsan kimlere hizmet ettiğini düşünmeli” sözüyle tamamlanan oyunda en beğendiğim kısım finaldeki bu sancılı kronik politik döneme atıfta bulunmaları oldu. Güncel bir sorun olmamasıyla beraber ülkenin kanayan bir yarası olması zaten durumu kronik hâle getiriyor. Reji kısmında eksiklikler vardı, oyunda müzik olsa belki daha eğlenceli ve komedi üslubuna uygun bir temsil izleyebilirdik fakat ben türünden de açıkçası pek emin değilim. Komedi bir oyunda sadece 2-3 yerde gülebildi tüm seyirciler. Bence dramın da içinde olduğu ama iyi işlenemediği kanaatindeyim. Karakomedi desek daha doğru olurdu tür bakımından. Yine de usta oyuncuyu sahnede görmek eşsiz bir duyguydu. Bu sebeple bu temsili izlediğim için şanslı hissediyorum kendimi. Tiyatro aslında tam olarak da budur dedirtti bana bu temsil. Çünkü seyirci bakımından kolay anlaşılabilir, kolay adapte olunabilen ve toplumsal bir mesaj güden oyunlar bence geleneksel tiyatro kavramına net uyuyor benim nezdimde. Bu oyun da buna iyi bir örnek niteliğindeydi. Bu sebeple seyircisini ikiye bölecek bir tavra ve yapıya da sahipti bence. Puanım 6,5. Emeği geçen herkesi kutluyorum…
İzlediğim tiyatro, müzikal, bale ve opera temsillerini kendimce yorumladığım güncel paylaşımlarıma Instagram’da @metinler.sahneler hesabımdan ulaşabilir, ilgileniyorsanız takibe alabilirsiniz!
Apsolit / Strandom Arthouse