-
KVS Brussels’in farklı bir pencereden bakışıyla yeniden uyarladığı BOVARY’i, 29. İstanbul Tiyatro Festivali kapsamında 09.10.2025 tarihinde Zorlu PSM Turkcell Platinum Sahnesi’nde izledim. Öncelikle gitmeden önce epey tereddütlerim vardı oyunun Flemenkçe oynayacağını bildiğim için. Fakat kesinlikle öyle akıcı bir şekilde oynuyor ki; hiç yabancılık hissetmedim ve seyir esnasında zorluk yaşamadım. Oyunun reji kısmına bayıldım. Temsilin başından
itibaren sahneye taşınan kovalarla topraklar, vazoların içinde çiçekler aslında ana karakterimiz Emma Bovary’nin ölüme giderkenki o sürecinde bir hazırlıkmış meğersem. Çok zekice bir fikir bence bu. Burada alışılagelmiş hikayenin ötesinde; Emma Bovary’nin penceresinden bakarak “kadın” kavramını ele alıyoruz. Hayalperest bir kişilikle sahnede izlediğimiz Emma Bovary; arzularını, hayal kırıklıklarını, yaşadığı ilişkideki yabancılaşma, uzaklaşma ve bu ilişkideki yer edinemeyişini oldukça didaktik bir anlatımla, seyirciyle sohbet edermişcesine, gayet yalın ve samimi bir anlatım diliyle aktarıyor. Bu da oyunun başından itibaren sizi oyunun içinde tutmasına sebep oluyor. Babasının hastalığı sebebiyle hastanede tanıştığı doktoru ile evlenen Emma, zamanla kocasının egoist ve narsist tavrının altında sıkışarak ve de boğularak bu evlilikten kurtulmak istiyor. Eşinin mükemmelliyetçi tavrıyla da baskı ve gözlem altında kalan karakterimiz; mesela sırf eşi istiyor diye piyano dersleri almak zorunda bırakılıyor. Bu kısa örnekte de gördüğümüz üzere; kendinin bir başka versiyonu olma sürecinde iken aslında ne onunla ne de onsuz yapabildiğini anlatıyor bizlere Emma. Evliliğinde yaşadığı gizli aşkının neticesinde artık eşinin ona dokunmasını bile istemeyen bir kadına dönüşen, bu dönüşümden dolayı kendine kızan Emma Bovary; yataklarında iki farklı karakter, hayatlarında iki farklı pencereden bakan insanlar, uyurken bile aralarına konulan bir yastığın aslında aşılamayan bir soğuk duvar oluşunun altını çiziyor bizlere. Temsilde en sevdiğim detay; opera kısmıydı. Dekorları taşıyan görevlilerden birinin aslında harika bir soprano olduğunu keşfettik sahnede. Kısa bir dinleti eşliğinde biraz canlandık bu anlatımdan çıkıp. Opera dinletisi sayesinde es vermek oyuna tekrar dönerken iyi oldu aslında. Bunun da zekice kurgulandığı kanaatindeyim. Arzularının kahramanı olup sonunda esiri olan Emma’nın intihar ederek canına kıymasıyla taçlanan trajik finalde; cenazesinde Emma için konuşma hazırlayan eşinin anlatımıyla görüyoruz ki; aynı zamanlarda farklı şeylerden keyif alıyorlar, aynı seyirde farklı yönlere bakıyorlar. Bu da aslında hiç yaşanmaması gereken bir evliliğin sürreal ve realist boyutları arasındaki sıkışmışlığın bir edilgeni oluyor. O çok sıkıcı hayat korsesini artık çıkararak mutlak özgürlüğe kavuşan Emma bizlere şu soruları bırakarak veda ediyor; “Kendi kaderini yazan bir kişi trajik bir sonda kimin kurbanı olur?” Emma’nın da dediği gibi; hayat bir şifre ve ben o şifreyi yanlış girdim… Maaike Neuville ve Koen De Sutter’e sergiledikleri muhteşem oyunculuk için, Ana Naqe’ye o enfes performansı için, Carme Portaceli ve Michael De Cock’a bu zekice uyarlama için teşekkür ediyor; İKSV & İstanbul Tiyatro Festivali’nin böylesi muazzam yapıtları bizlere daha fazla izletmelerini gönülden temenni ediyorum. Alkışınız bol olsun…
İzlediğim tiyatro, müzikal, bale ve opera temsillerini kendimce yorumladığım güncel paylaşımlarıma Instagram’da @metinler.sahneler hesabımdan ulaşabilir, ilgileniyorsanız takibe alabilirsiniz!
-
-
Ga Kolektif’in oyunu Köprüden Önce Son Çıkış’ı 10.10.2025 tarihinde Büyükçekmece AKM Bedia Muvahhit Salonu’nda izledim. Öncelikle söylemek isterim ki; bu oyun ve topluluk hakkında hiçbir bilgim yoktu, tamamiyle spontane keşfettiğim, evime 1 dk mesafedeki salona geleceğini duyduğumda güzel bir Cuma akşamı geçirmek adına bilet aldığım bir oyundu benim için. İçeriğini gitmeden önce okumuştum, çok da büyük bir beklentim yoktu. Genelde yeni keşfettiğim oyunlardan hüsranla ayrıldığım olmuştur, zira bu oyunda tam tersi oldu. Öncelikle sahneye girdiğimizde tavana asılı şeffaf muşambalardan oluşan yalın bir dekor ve yerde 3 siyah kova karşıladı bizi. Daha da merak uyandırdı bu dekor tasarımı bende. Öğrendiğim kadarıyla mezuniyet oyunu olarak başlayan bir oyun bu ve bugün daha büyük sahnelerde, onlarca izleyiciyle buluşuyor. Sırf bu emek için bile takdir edilmesi gerekir. Birbirinden yetenekli ve çok tatlı 3 genç kadın oyuncunun hem bu oyunun yazarı hem de yönetmeni olması daha da etkileyici bir unsur. Umarım örnekleriniz çoğalsın, tiyatro sizlerle güzel! Derken; oyuna bu 3 genç oyuncunun sırayla kendilerini ışık odakları eşliğinde tanıtması ve olaya girişi ile başından sürüklüyor bizi oyunun içine. Ve sonuna kadar bu tempo asla düşmüyor, anlatıları eşliğinde hikâye ve karakterler, tüm olay örgüsü kafanızda şekilleniyor. Bir oyunda anlatıcı eşliğinde o anlatılan olayı ve karakterleri sahnede birebir yaşamak benim oldukça hoşuma gidiyor, zira çok zor bir meziyettir bunu seyirciye yansıtabilmek… Bir polis soruşturmasında 3 kadının ifade verdiği sahneyle başlayan oyun, yine aynı soruşturma sahnesinde sona eriyor. Aslında ev arkadaşı olan bu 3 genç kadının yaşamlarında karşılaştıkları problemleri, toplumun bizlere dayattığı ve altında ezilmekten yorulduğumuz o cümlelerin ağırlığını, bir mahkeme salonunda gibi çevremizdekilerin asıl sorunun ne olduğunu bilmeden sürekli bir yargılama peşinde olduğu bu çekilmez yeni Türkiye’nin (aslında) görünen ve bazen de bilerek görmekten kaçındığımız rasyonel gerçekliğini gözler önüne seriyorlar. Bu yolculukta kendilerine eşlik ederken bir kadın olarak varolma savaşında verdikleri zorlu mücadeleyi izliyoruz. Yerel bir metin olması, güncel ve maalesef kronikleşmiş bir konuyu ele almış olmaları zaten bu hikayede bir tanık olmanıza, hikayenin de sizin için bir o kadar tanıdık olmasına sebebiyet veriyor. “Bir tarafında kilise varsa diğer tarafına da cami yaptırsın” repliği hafızama kazınmış. Birçok yerde seyirciyi düşünmeye iten, kelimelerin ağırlığını biraz da seyirciye ödetmek isteyen bu tavır oyunu klişe olmaktan çıkarıyor. Toplum olarak yargılamaktan vazgeçtiğimiz zaman mutlak güzelliği ve ulaşılması zor olan ütopik düzeni yaşayacağımızı hatırlattı bizlere. Konu bakımından bir o kadar bizden, içimizden, kanayan yara haline gelmiş parçamızdan gelenekselleşmiş kesitler ve tiratlar görüyoruz. Evlerindeki duvarların sıradan bir muşambayla böylesine yalın ve de şeffaf betimlenmesi detayı anlamak isteyene çok şey anlatıyor aslında. Duvarlarımız biz koruduğumuz kadar güçlüdür, biz anlattıklarımız kadarıyla tanınırız. Örselenmiş duygularımıza tercüman niteliğinde izlediğimiz “Köprüden Önce Son Çıkış” bugün gelecekte bir umudun var olabileceğinin sinyallerini verdi. Evlere yukarıdan bakarsak küçücük görünürler ne de olsa. Önemli olan bakış açımızdır. Belki yanlış taraftan bakıyoruzdur… Oyunda diyorlar ya hani; “sabah erken, hava karanlık” , bu karanlıklara bir nebze de olsa ışık tuttuğunuz için teşekkür ederiz kızlar. Harikaydınız, her birinizi gönülden kutluyor ve alkışlıyorum…
İzlediğim tiyatro, müzikal, bale ve opera temsillerini kendimce yorumladığım güncel paylaşımlarıma Instagram’da @metinler.sahneler hesabımdan ulaşabilir, ilgileniyorsanız takibe alabilirsiniz!
-
29. İstanbul Tiyatro Festivali’nin açılışı konuk ülke Hollanda’dan gelen Scapino Ballet Rotterdam topluluğuna aitti. Temsili 20.10.2025 tarihinde Zorlu PSM Turkcell Sahnesi’nde izledim. Marcos Morau’nun imzasını taşıyan “Katedral, Arvo Pärt ile Bir Akşam” temsili izleyicilere retro-fütüristik teatral bir görsel şölen yaşattı diyebilirim. Bütünüyle karanlık ve soğuk bir yapıda oynayan Katedral, izleyicisini zamanın ve mekânın yer almadığı bir rüya evrenindeki karanlık derinlere götürüyor. Ve bunu yaparken oldukça cürretkâr ve kaotik bir düzlemde seyirciyi izlerken düşünmeye iterken, bir yandan da insanın içinde bulunduğu ve kendi ütopik evreninden bakarak evrildiği hâli sorgulatmaya çağırıyor. Burada öylesine çağdaş bir uyarlama söz konusu ki; yüzeyselleşen insan ilişkilerini, doğayla ve hayvanla olan kopukluğu, bir inanç ve aidiyet duygusuyla sonsuz bir arayışta olan insanın DNA’sını sahne merkezindeki bir göktaşı eşliğinde bu soyut anlatının başlangıcını oluşturuyor. Uzun bir masa düzeneği etrafında başkalaşan insanlar, dijitalleştiğimiz ve özellikle de pandemiden sonra yalnızlaştırmayı alışkanlık haline getirdiğimiz bu karmaşık düzenin içinde çok da uzağımızda olmayan bir yakın geleceği ele alıyor. Bunu 12 dansçısıyla beraber sizi adetâ kuşatarak, kendi fütüristik evreninde birer yapıtaşı olmaya davet ediyor. Gözlerimi bir an olsun ayırmadığım bir show’du. Kostümler ise bu çağdaş uyarlamayla adeta bir ahenk içerisinde, avant-garde detayların yer aldığı sofistik takım elbiseler ve soğuk tonların tercih edildiği kalın kumaşlar çok iyi seçilmişti. Danslardaki uyum, dış sesin kattığı boyutsal derinlik ve senkronik koreografi çarpıcı bir etki yaratırken, soğuk tonlarda dark bir ışık seçimi, kapının ardındaki sizi ürküten boyutsal oyunlar, kafaları olmayan takım elbiseli figürler, digital bedene sahip bir insan ve tümüyle yaratılmış bir kavramsal “katedral” yorumlaması, göktaşı metaforu üzerinden ona bağlayıcı unsurları yakından izlememizi sağlıyor. Temsil öncesi Türkçe kitapçığın verilmesi güzel bir jestti, temsilde yer alan dış sesin Flemenkçe olacağı söylenildi ama İngilizce seslendirildi. Benim açımdan güzel oldu çünkü o karanlıkta zaten kitapçığı takip edemeyeceğim için en azından iyi bildiğim bir dilde seslendirme olunca temsile hakimiyetim daha da güçlendi. Tek kusur olarak gördüğüm; müzikler efsane idi fakat canlı müzik olmasını tercih ederdim, bant kaydı değil. O zaman eminim tadından yenmeyen bir iş olurdu. İKSV’nin farklı disiplinlere yer vermesi hoş bir detay. Tiyatro Festivali kapsamında sadece tiyatro metinleri ve temsilleri görmek yerine böylesi özgün işleri de izlemek oldukça güzel bir deneyim. Geçen sezon da Utsushi’yi izlemiştik, onda bu kadar etkilenmemiştim ve puanımı düşük tutmuştum. Ama farklı bir şey izlediğim için de mutlu ayrılmıştım salondan. Etkinlik 2 gün üst üste Zorlu PSM Turkcell Sahnesi’nde oynayacak, mutlaka görülmesini öneriyorum. Tüm ekibe katkılarından ve bize böylesi muazzam bir görsel şölen izlettiklerinden dolayı teşekkürlerimi sunuyorum.
İzlediğim tiyatro, müzikal, bale ve opera temsillerini kendimce yorumladığım güncel paylaşımlarıma Instagram’da @metinler.sahneler hesabımdan ulaşabilir, ilgileniyorsanız takibe alabilirsiniz!
-
29. İstanbul Tiyatro Festivali kapsamında Fransız-Katalan topluluk Baro d’evel’in imzasını taşıyan ve Camille Decourtye, Blaï Mateu Trias tarafından yazılıp yönetilen “BİZ KİMİZ?” ‘i 23.10.2025 tarihinde Zorlu PSM Turkcell Platinum Sahnesi’nde izledim. Orjinal adıyla “Qui Som?” temsili gerçekten festival kapsamında en merak ettiklerimden biriydi, büyük bir beklenti ile gittiğim temsilden ne yazık ki pek de mutlu ayrıldığımı söyleyemeyeceğim. Festivalin açılışında “Katedral” i de seyretmiştim, ikisi arasında bir mukayese yapacak olursam kesinlikle Katedral’de çok daha fazla etkilendiğimi ve içine sürüklendiğimi söyleyebilirim. “Biz Kimiz?” verdiği toplumsal mesajlar ile Katedral’den çok daha güçlü bir etki yaratabilecek iken ne yazık ki uyarlama biçimi fazlasıyla sürrealist ve de soyut bir tavırla gerçekleşince o etkiyi ne yazık ki yaratamadı bende. Salondaki birçok seyircinin temsili terk ettiğini görünce onlarla aynı fikri paylaştığımızı fark ettim. Fransızca oynanan temsilde Türkçe çeviri olacağı söylenildi fakat çeviri ekranındaki birçok cümlenin çevirisi yer almadı. 10 cümle söyleniyorsa 2’si yansıyabildi. Fazlasıyla teknik bir problem vardı o kısımda ve bu da seyir zevkini bir hayli düşürüyordu. Gelelim temsile… Sahne tasarımına bayıldığımı söyleyemeliyim. Anlatılmak isteneni her ne kadar kendileri verememiş olsa da bu sahne tasarımıyla verdiklerini düşünüyorum. Felaket sonrası bir dünyada umudu, direnişi ve yeniden doğuşu anlattıkları temsilde; umutla umutsuzluk, rüya ile gerçeklik, soyut anlatım ile somutlaştırma tavrı üzerine kurulu bir denklem hakimdi. “Kazanan biziz, şimdi neyi değiştireceğiz?” sorusunun arayışı üzerine gerçekleşen gösteride; dansçılar, müzisyenler, oyuncular, akrobatlar, seramikçiler ve clown’lar aracılığıyla sorgulama, arayış ve erişim üçgeninde, ekolojik bir düzlemde bir gösteri gerçekleşiyor. Başlangıcında seramik yapımı ile başlayan, interaktif ilerleyen gösteri birden soyutlaşarak fazlasıyla sürrealist bir tavra dönüşüyor. Deniz dalgalarını temsil eden dev püskül dekorunda performanslarını sergileyen sanatçılar, birbirleri ile karşılıklı diyalogları çerçevesinde geçmiş-şimdi-gelecek üzerine metaforlarını dile getirerek, oldukça karmaşık bulduğum ve net olmayan bir anlatım dili ile seyircide soru işaretleri bırakmayı amaçlıyor. Fakat bu soru işareti asıl amaçlarına hizmet etmez iken, aslında temsili anlamamak üzerine olan, koca bir soru işaretine dönüşüyor. Katedral’de de çağdaş bir uyarlama vardı fakat oradaki tavır o kadar net ve yalındı ki, anlatılmak istenene siz zaten partnerlik edebiliyordunuz. Fakat buradaki çağdaş anlatım tamamiyle farklı bir tavrı ele alarak; çok da anlaşılma kaygısı gütmeden ama buna rağmen toplumsal bir göndermede bulunarak, net mesajlar verdiğini sanıyor. Ve bu benim nezdimde sanrıdan öte pek de geçemiyor. Bu soruların arayışlarını bir seremoni ve büyülenme sekanslarında temsil ederken, aslında bunun yaratım sürecine katkıda bulunan tüm deneyimleri ve bu deneyim sürecinde keşfettiklerini ortaya koyuyorlar. Kille çalışmaları, renklerle denemeler yapmaları, plastiği ele alarak dönüştürmeleri, doğayla olan uzamsal birliktelikleri, şamanizm ilişkisiyle yürütülen clown performansları ve nicelerini burada kısa anektodlar eşliğinde izledik. Finali gerçekten vurucuydu. Plastik atıkların günümüz dünyasındaki yerini, geldiği noktayı ve gittiği sancılı süreci ele aldıkları sahne çok duygulandırıcıydı. Toplumsal göndermelerde bulunan temsilleri keyifle seyrediyorum, buradaki tek problemim bunu insanlara daha sert, daha net ve tabir-i caizse kafasına vura vura anlatmaları olurdu. Bu kadar soyutsal anlatıma, bunca sanatsal oyunlara ve ütopik bir tavra ihtiyaç yoktu aslında. O zaman eminim daha da etkilenir, verilmek isteneni alır ve kafamızda çeşitli soru işaretleriyle sahneyi terk ederdik. Yine de farklı disiplinlerden birçok sanatçıyı bir araya getiren bu gösteriyi izlemek ilginç bir deneyim olabilir, sırf bunun için bile gidilebilir diye düşünüyorum. Bu farklı disiplinler eşliğinde bir gruba dahil olma, birey olabilme farkındalığı ve mekân üzerine kuramsal sorular üçgeninde “Biz Kimiz?”, “Ben Kimim?”, “Biz Neredeyiz?” üçlemesini keşfetmek belki sizin daha çok hoşunuza gidebilir. Tabii festival kapsamında İstanbul’a 2 temsil için geldiler, bundan sonraki temsillerini farklı ülkelerde gerçekleştirecekleri için olur da denk geldiğiniz bir ülke olursa izleyebilirsiniz. Tüm performans ekibine ve İKSV ekibine katkılarından dolayı teşekkür ediyorum.
İzlediğim tiyatro, müzikal, bale ve opera temsillerini kendimce yorumladığım güncel paylaşımlarıma Instagram’da @metinler.sahneler hesabımdan ulaşabilir, ilgileniyorsanız takibe alabilirsiniz!
Bovary