-
-
Oyunlarını en çok sevdiğim tiyatro topluluğu Craft. Henüz Old Fools, Yeter ve Dalgakıran’ı seyredebildim. Alanı küçük ama samimi. Numarasız ve karışık oturma düzeni mantığını doğru bulmasam da; konum itibariyle iyi bir alan. Ben samimi ve sıcak buluyorum Craft Tiyatro’yu.
-
Tiyatrokare’nin oyunu Veda’yı 13.04.2025 tarihinde Trump Sahne’de izledim. Uzun zamandır merak ettiğim ve gitmek istediklerimin yer aldığı listemin başlarında bir oyun olma özelini taşıyordu Veda. Ayşe Kulin’in romanından Nedim Saban tarafından tiyatroya uyarlanan Veda’nın sahne dekorundan bahsedecek olursam; oldukça basit buldum. Sanki belediye tiyatrosunun bir oyununu izlemeye gelmişim hissiyatı yarattı bende maalesef… Detaya girmeyeceğim tek tek, genel olarak eski dönemi yansıtmaya çalışmış ama başaramamış bir dekor tasarımıyla karşılaştığımı belirtmeliyim. Tiyatrokare’nin genelde oyunlarını ortalama bulmuşumdur. Daha öncesinde Şen Makas’ı, Ahududu’yu ve Ağaçlar Ayakta Ölür’ü izlemiştim. Aralarında en beğendiğim Şen Makas olmuştu, keza Veda oyunu da ortalama bulduğum bir oyun oldu. Gelelim oyuna... Oyun başlamadan önce eski dönem, ağır musikî müzikleriyle karşılanmıştık. Eski İstanbul dönemindeyiz. Millî mücadele yıllarında bir konakta yaşayan konak sakinlerini yakından tanımaya başlıyoruz. Evin küçük kızlarının piyano ve Fransızca eğitimleri esnasında giriş diyaloğuyla yavaştan girdiğimiz metinde maalesef bir tiyatro metni olmadığını daha başlardan hissettim, romandan uyarlama olduğu çok belli oluyordu bu oyunun. Renkli kişiliğiyle bir deli saraylıya hayat veren Nevra Serezli, 80 yaşında muazzam bir performans sergiledi 2 saat boyunca. Bu yaşta hem iki oyunda başrol oynayıp, hem de sinema/diziyi de aynı anda yürüten bu usta oyuncuyu sadece ayakta alkışlamak gerekir. Osmanlı’nın son maliye nazırı Reşat bey ve bir Cumhuriyet aydını olan, yazdıklarıyla da tepki çeken yeğeni Kerim’in aralarındaki siyasî çatışmaları dinliyoruz. Kerim ve yol arkadaşlarının milliciler diye adlandırıldığı bu dönemde, Kerim’e aşık olan evin yardımcısı Mehpare’nin gizli teşkilata Kerim’in yoldaşlarına haber vermeye yardıma gitmesiyle yaptığı fedakârlığı görüyoruz. Utangaçlık, naiflik ve özverili sadakat barındıran bu özel sevginin ilmek ilmek işlendiği sevgi çemberinde Mehpare aynı zamanda çok hasta olan Kerim’e hemşirelik de yapıyor. Bu süreçte birbirlerine duydukları sevgi daha da bağlılık kazanıyor. Reşat beyin eşi olan, sürekli bir şeylerden yakınan Behice’yi, yoldaşlığıyla ön planda olan Mahir ve Azra öğretmeni, yıllar önce ölmüş bir erkek evladın yerini ve ismini kız olmasına rağmen almak zorunda kalan Suat’ı izliyoruz, izledikçe de hikaye bütününde olay örgülerini ve karakterleri eşleştirmeye çalışıyoruz. Sarıkamış olayından, Anadolu köylülerinin savaşına, halifelik döneminden Damat Ferit’e ve yokluk zamanlarına uzanan tarihsel döngüde izlerken kafamda oturmayan şeyleri bir süre sonra kendi mantığımla konumlandırmaya çalıştım. Tarih bilgim çok iyi sayılmaz, ilgim de pek yoktur açıkçası. Bu bakımdan biraz öğretici olmasını temenni ederdim bu metnin, maalesef tarihsel bakımdan bir şey öğrenebildiğimi düşünmüyorum. Metin biraz karışıktı, bu sebeple konuya adapte olmakta zaman zaman güçlük çektim. Oyunculuklara değinecek olursam; Nevra Serezli, Leyla Feray ve Aziz Sarvan dışında diğer oyunculukların ortalama kaldığını söyleyebilirim. Reji bakımından da maalesef pek tatmin olduğumu söyleyemem. Sanırım tüm bütçe kostümlere ayrılmış gibiydi, çünkü kostümler inanılmaz güzeldi. Özellikle bir moda tasarımcısı olarak kostümlerdeki ince detayları ve işçilikleri çok sevdim. Bu bakımdan kostüm tasarımındaki Eylül Gürcan’ı tebrik ederim. İkinci perdede oyuna adını veren Veda kelimesini tam olarak sahnede görüyoruz. Arka barkovizyonda Atatürk portresinin yer alması detayına kalbimi bıraktım Atatürk aşığı bir genç olarak. İkinci perdede Fatih Gülnar’ın ve Aziz Sarvan’ın zeybek performansları olağanüstü ve duygusaldı. O sahne daha da sürse hiç sıkılmadan izlerdim doğrusu… Her veda bir başlangıçtır. Bu oyunda da millî mücadele ve İstanbul’un kurtuluşu adına verilen fedakârlıklar öbeğinde edilen vedalar, tutulamayan sözler, yaşanılmayan, yarım kalan sancılı mutluluklara tanık oluyoruz. Çünkü tüm bu yaşanılan her şey vatan için, vatan sağolsun! Oyunu seyrederken kafamdaki belirlediğim puan 6 idi, fakat son sahnesindeki duygu yoğunluğundan dolayı 7 puan vermek istedim. Dramaturji bakımından eskiklikleri olduğuna inanıyorum. Mutlaka izlemenizi öneririm diyeceğim bir oyun mudur tartışılır fakat benim gibi çok merak edenler ve favori listesine alanlar varsa izleyebilirler. Nevra Serezli için yine de değerdi… Daha güzel ve incelikli bir uyarlamasını bir gün izlemeyi temenni ederim.
İzlediğim tiyatro, müzikal, bale ve opera temsillerini kendimce yorumladığım güncel paylaşımlarıma Instagram’da @metinler.sahneler hesabımdan ulaşabilir, ilgileniyorsanız takibe alabilirsiniz!
-
İSTANBUL DEVLET OPERA VE BALESİNE AİT 2025 SENESİNİN OPERASI OLAN “CARMEN” OPERASI HAKKINDAKİ YORUMUMDUR.
Georges Bizet’in ölümsüz eseri Carmen’in elbette birçok uyarlaması var. İstanbul Devlet Opera ve Balesi’nin yeni Carmen uyarlamasını 17.04.2025 tarihinde Taksim AKM Türk Telekom Opera Sahnesi’nde izledim. 1 hafta öncesinde yine bu salonda La Traviata’yı izlemiştim, konu bakımından oldukça benzer olduğu için seyir esnasında ister istemez bir kıyaslama yaptım. Bu temsil hakkındaki yorumumu bu mukayese eşliğinde yapıyorum özellikle. Aylin Ateş’in Carmen rolüne hayat verdiği temsilde bu rolün kendisine çok yakıştığını belirtmek isterim. Genel anlamda cast’ı çok yerinde ve uygun buldum. Karakter eşleştirmeleri bence iyi oturmuş. Bazen kadro ne kadar güzel olursa olsun karakter uyuşması olmadığı zaman izlerken o tadı tam anlamıyla alamıyorsunuz, burada bu bakımdan bir zıtlık hissetmedim. Temsil 4 perdeden oluşuyor, süre bakımından 3 saat 10 dakika gibi bir süreye sahip. Dolayısıyla her perde arasında seyircilerden azalmalar oldu. Opera genel bakımdan uzun süren bir temsildir aslında, keşke biraz bu bilinçle gelinse daha iyi olur doğrusu. Bir de orjinal diliyle sahneye konulduğunu fark edenler arasında epey üzgün seyirciler gördüm, biraz önden ufak araştırmalar yapmalarını öneririm bu tarz temsillere gelmeden önce. Sanat bakımından daha çoook yolumuz var, bunu bir kez daha görmüş oldum dün. Temsile geçecek olursam; bu temsil orjinal dili olan Fransızca oynuyor. Ben opera temsillerini orkestra performansı, opera sanatçılarının performansları ve diğer operaya mahsus teknik yönleriyle değil, tamamen teatral bakımdan yorumluyorum. Bunu öncelikle belirtmek isterim. Çünkü opera/bale konusunda elbette yetkin bir bilgim olmadığı için izlediğim temsilin text ve sahneye konuş biçimi kısımlarını ele alıyorum. 19. yüzyıl İspanya’sında, Sevilla’da bir meydanda başlıyor temsil. Micaela; onbaşı olan Don Jose’u aramaktadır, fabrikada çalışan kızlar ve erkekler arasında şakayla karışık flörtleşmelerin olduğu kalabalıkta Don Jose gelir ve kalabalık tarafından karşılanır. Aralarında bir kadın vardır ki tüm gözler onun üzerindedir, adeta alaycı ve ukala bakışlarıyla hayranlarını görmemezlikten gelen ve ilgi odağının üzerinde olduğunun farkında olan Carmenita’dır bu kişi. Şarkılar söyler, dans eder. Şarkısı bitince göğsünden kırmızı bir çiçek çıkarıp Don Jose’a doğru atar ama Don Jose’dan beklediği ilgiyi göremez. Bu durum daha da hırslandırır Carmen’i. Micaela; Don Jose’un annesinden getirdiği bir mektubu kendisine verir, Micaela ile evlenmesini istemektedir. Bu esnada çığlıklar yükselir, bir arbede olmuştur. Carmen ile bir kadın kavga etmiştir ve bunun üzerine kadının şikayetçi olması üzerine Don Jose’un Carmen’i tutuklamasını ve hapse atmasını ister. Carmen; özgürlüğüne kavuşabilmek için her türlü numaralarını dener, Don Jose’u baştan çıkartabilmek adına onu cezbetmeyi başarır ve sonunda özgürlüğüne kavuşur. Yüzbaşı Zuniga’nın emrine uymadığı için bu sefer Don Jose tutuklanır ve hapse atılır. Lillas Pastia meyhanesinde onu bekleyeceğini söyler ve 2 ay aradan sonra tıpkı Carmenita gibi özgürlüğüne kavuşan Don Jose soluğu Lillas Pastia’da alır. Carmen yine farklı emeller peşindedir, bu sefer meyhanedeki iki kaçakçıyla işbirliği yapar, malları elden çıkarmak amacıyla yaptığı bu işbirliğinde Don Jose’un da kendilerine dahil olmasını ister. Don Jose bu olaya dahil olmak zorunda kalır, çünkü Carmen’e aşık olmuştur ve onun sözünden asla çıkamaz duruma dönüşmüştür. Carmen, Don Jose’dan artık sıkılmaya başlamıştır. Ölüm eşiğinde olan annesinin yanına dönmesini ister Don Jose’un alaycı bir tavırla, fakat Don Jose hiçbir durumda Carmen’i bırakmak istemez. Aşkından gözü deliye dönen Don Jose, Carmen’in kendisinden vazgeçtiğini ve bu sefer de ünlü boğa güreşcisi Escamillo’ya aşık olduğunu görünce öfkesinden kurtulamaz ve Carmen’i bıçaklayarak öldürür. La Traviata operasında kavuşamayan ve hazin bir ölümle taçlanan bir aşk öyküsü kaleme alınırken, burada ise egolarından, kibrinden burnunun ucunu göremeyen, doyumsuz bir kadının, ona aşık olan bir adama ihanetini ve bu ihanet neticesinde hayatından oluşunu izledik. Buradaki konu benim nezdimde daha sertken, ben o sertliği seyir esnasında pek hissedemedim. Halbuki; La Traviata’nın son perdesinde adeta kalbimi bırakmıştım. Çok duygu yüklü ve görkemli bir finalle taçlandırmışlardı temsili. Burada da tatmin olmadım diyemem fakat verilmek istenen trajedi fazla göz ardı edilmiş ve geçiştirilmiş hissiyatı yarattı bende. Bu sebeple nerdeyse muhteşem bulduğum Carmen operasına 9 puan verdim, bir puanı buradan kırdım. Yoksa Carmen rolündeki Aylin Ateş, onbaşı Don Jose rolündeki Efe Kışlalı, yüzbaşı Zuniga rolündeki Erdem Sakarya, boğa güreşçisi Escamillo rolündeki Göktuğ Alpaşar ve adını sayamadığım tüm ekip muhteşemdiler. Her zaman opera temsillerine ayrı bir hayranlıkla bakarım. Yabancı bir dildeki bu kadar uzun sözleri ezberleyip, sahnede opera olarak seslendirmek ve koreografiye uyarak teatral bir düzende temsil etmek çok zor bir iştir, tüm opera sanatçılarını bu bakımdan ayakta alkışlıyorum. Kader çizgimizde yollarımızın bir şekilde kesiştiği insanların kaderimizin sonu olduğunu bilmeden yaşıyoruz. Ya da bu sonu hazırlarken kendimiz bir zemin hazırlıyoruz. Bu temsilde fazla egonun ve doyumsuzluğun doğurduğu trajik bir sona şahit olduk. Elbette doğru bulmadığım bir sondu fakat biraz derin düşününce aslında kendi sonunu kendi hazırladı Carmenita. Don Jose sadece bunu eyleme döken kişiydi. Keşke ondan sonsuza dek vazgeçme seçeneğini seçseydi ve bunu yapmasaydı. Çünkü yaşarken muhtemelen kader de ona karma şeklinde geri dönecekti. Bunu yaşamayı hak ederdi Carmen… Güzellik geçici, karakter kalıcıdır. Güzelliğimizin bir saniye sonra elimizden bir sabun gibi kayıp gitmeyeceğinin maalesef bir garantisi olmuyor bu fani evrende. Carmen; yaşanılabilecek güzel duyguları mütemadiyen kendi isteğiyle sona erdirdi… Bu arada kostümlere de ayrıca değinmek isterim; tıpkı La Traviata’daki gibi çok ince işçilikli ve üzerinde iyi düşünülmüş kostüm tasarımları karşımızdaydı. Dekorları La Traviata’ya göre daha basit bulsam da yine de genel havasına uygundu dekor tasarımları ve geçişleri. Sevgili İbrahim Yazıcı’nın şefliğinde muazzam bir orkestra da vardı, onları da alkışlıyorum. Güzel bir müzik dinletisi eşliğinde iyi bir temsil seyrettik. Tüm emeği geçen herkesin eline sağlık…
İzlediğim tiyatro, müzikal, bale ve opera temsillerini kendimce yorumladığım güncel paylaşımlarıma Instagram’da @metinler.sahneler hesabımdan ulaşabilir, ilgileniyorsanız takibe alabilirsiniz!
-
Alevli Günler oyununu 08.04.2025 tarihinde Beylikdüzü AKM Sahnesi’nde izledim. Bu sahnede ilk kez bir temsil izledim. Sahne ve oturma düzeni bakımından gayet verimli bulduğum bir sahnesi vardı. Oyuna gitmeden önce tereddütlerim vardı süresi bakımından, oyun 2 perde 120 dk sürüyor. Fakat baştan söylemeliyim ki son dakikasına kadar aşırı keyif aldığım ve bir an olsun seyirden kopmadığım bir oyun izledim. Sahneye ilk girdiğimizde etnik detaylardan oluşan bir salon dekoruyla karşı karşıyayız. Oyun yıllarca hiç kopmamış 3 yakın arkadaşın masada birbiriyle sohbeti üzerine bir giriş yapıyor ve seyircisini o ilk dakikadan beri seyirden kopmamayı sağlıyor. Zaten oyuncu kadrosundaki güçlü isimler sayesinde tam bir oyunculuk resitali izliyorsunuz. Irmak Bahçeci’nin kaleminden çıkan Alevli Günler, konusu bakımından aykırı diye nitelendirilen, aslında sadece farklı olan bir kesime değişik bir pencereden, daha objektif bakmamıza olanak sağlıyor. Yıldıray Şahinler rejisinde yönetilen oyunda sahne geçişlerini sevdim. Müzikleri birkaç seyirci beğenmese de ben metinle çok doğru orantılı buldum ve sevdim. Beni eğlendirdi açıkçası. Türkoloji profesörü olan, yazdığı makalelerle aykırılıktan suçlanıp sürekli tepkilere maruz kalan ve bunlardan ötürü başı bir türlü dertlerden eksik olmayan Tarık isimli karakterimizin, aynı zamanda Tengrizm dinine inanması ve Şaman olması sebebiyle konu daha ilginç bir noktaya doğru ilerliyor. Bir gün doktorundan gelen bir telefonla tetkiklerin sonucunda üçüncü evre lenf kanseri olduğu öğrenen Tarık’ın bu iki yakın arkadaşlarına öldükten sonra yakılmak isteği üzerine olan son arzusu neticesinde oyun daha da ilgi çekici olmayı başarıyor. Konu işlenişi ve geçişleri çok yerinde ve doğru buldum. Seyrederken gerçekten sanki bir sinema filmi izlercesine bir an olsun hikayeden kopmuyorsunuz. Burada elbette oyuncuların çok büyük bir katkısı var fakat metin ve reji de muhteşem olunca ortaya gerçekten eşsiz bir iş çıkıyor doğrusu. İnançlarından ötürü saygı görmeyen karakterimizin önündeki en büyük engel Türkiye’de yaşayan bir vatandaş olması oluyor ve ne acı ki inandığı dinde, kendi arzusuyla gömülmek yerine yakılmak istemesi maalesef hangi devlet dairesine giderse gitsin bir türlü kabul görmüyor. Aslında dramatik olan konunun işleniş biçiminden kaynaklı kahkahalara boğuluyorsunuz. Oyunda başından sonuna en sevdiğim şey; uzun zamandır içinde olduğumuz ve kısır döngüdeki bu buhranlı dönemimize o kadar net, doğru ve sert mesajlar veriyor olmalarıydı. Bu cesaretlerinden ve özverili duruşlarından dolayı bir kez daha teşekkür ediyorum tüm ekibe, hepimizin sesi oldular sahnede. Erkan Can’ın karakterler arası geçişlerdeki performansına hayran kaldığımı özellikle belirtmek isterim. Gerçekten çok kreatif bir iş var ortada. Kendisi de hem polis memuru, hem diyanet başkanı, hem kadın devlet memuru, hem üst kalem memuru, hem avukat gibi birçok tiplemede bu karakterlere hayat vermesi çok güzel ve öznel bir detaydı. Doğduğumuz ülke kaderimizmiş maalesef. Biz doğmadan önce dinimiz, memleketimiz, her şey önceden belirleniyor ve bizlere seçme hakkı tanınmıyor. Bu acı gerçeği sahneye komedi bir üslupla koyan yazarı gönülden tebrik ediyorum. Günün sonunda kimliğinden islam ibaresini kaldıramadığı ve bu vatanın topraklarında ölmek istediği için yakılma arzusu yerine gömülen Şaman karakterimizin, yakın arkadaşlarının ona son görevlerini yerine getirme arzusuyla sürprizli bir sonla biten oyunu dakikalarca tüm seyirciler ayakta alkışladık. Böyle kaliteli işleri özlemişiz açıkçası… Levent Ülgen’in ve Bahtiyar Engin’in oyunculukları zaten fevkalâde idi fakat oyunu başından sonuna sırtlayan bence Güven Kıraç’tı. Hikaye kendisiyle çok iyi özdeşleşmiş, karakter ve oyuncu uyumunu bu bağlamda çok yerinde buldum. Bizden her türlü konuda farklı olana saygı gösterdiğimiz ve ona uygun yaşama ve seçme hakkı tanıdığımız o demokratik ve laik günleri umarım bir gün görürüz, tek temennim budur. Tüm ekibe sonsuz teşekkürlerimi sunuyorum…
İzlediğim tiyatro, müzikal, bale ve opera temsillerini kendimce yorumladığım güncel paylaşımlarıma Instagram’da @metinler.sahneler hesabımdan ulaşabilir, ilgileniyorsanız takibe alabilirsiniz!
Bir Terennüm / Orchestra Theatre