-
-
Semaver Kumpanya’nın “Güzel Son” oyununu 27.04.2025 tarihinde Zorlu PSM 0 Studio sahnesinde izledim. Semaver Kumpanya’nın genel olarak oyunlarını seviyorum. Bu Cimri ve Mağrur Fil Ölüleri’nden sonra izlediğim üçüncü oyunuydu ve epeydir radarımdaydı. Matine/suare oynayan oyunun matinesini izledim. Sahneye ilk girdiğimde buram buram anason kokuları eşliğinde bir meyhane dekoru karşımızdaydı. Dekoru gayet yeterli buldum. Oldukça sıcak, nostaljik esintiler barındıran, lokal bir meyhane konsepti olması hoşuma gitti. Reji koltuğunda Volkan Sarıöz var, daha önce birçok oyununu izledim. Genel tavrını severim oyunlarında. Burada da tıpkı aynı tavırda, naif bir reji yönetimiyle karşımızda. Hakan Tabakan tarafından yazılan Güzel Son, beklentimin üstünde bir iş çıktı. Salondan çok mutlu, duygusal ve biraz da buruk bir şekilde ayrıldığımı belirtmek isterim. Pazar’ımı güzelleştirdi âdeta! Gelelim oyuna… Mösyö Lambo’nun meyhanesinde başlıyor oyun. İçeri Nurullah Ataç’ın girmesiyle tatlı bir diyalog başlıyor mösyö Lambo ve Nurullah bey arasında. Oldukça mükemmelliyetçi tavrıyla, biraz da asabi Nurullah Ataç, sürekli Ataç’la uğraşan, onunla didişmekten epey haz duyan, bir o kadar naif ve beyefendi kişiliğiyle Orhan Veli, yaklaşımıyla oldukça politik tavır takınan ve ortamı her seferinde yumuşatan Melih Cevdet, hastalığı sebebiyle alkol alması yasaklanan, içeri girer girmez gerilim hatlarını yukarı taşıyan ama bir o kadar da tatlı Sait Faik, duruşuyla ve asaletiyle gözlerimizi alamadığımız, güçlü kimliğiyle ön plana çıkmış Suat Derviş’le gitgide tanışıyor, tanıdıkça her birini daha çok seviyoruz. Masa etrafında dönen tatlı, hoş sohbetler, arada birbirlerine satışmaları, okunan şiir dizeleri, naifliğin ve mükemmelliğin vücut bulmuş haliyle gözlerimi bir an olsun alamadım hiçbirinden. Bazı yerlerde metin kendini tekrara sürüklüyor gibi hissettirse de bir süre sonra toparladı ve oyun ritmik akışına yeniden geçti. Tüm karakterlerin mösyö Lambo’nun meyhanesine gelmesinin ortak bir sebebi var; Halim Şefik Güzelson’un onlara verdiği birer mektup ve içinde yazan o gizemli cümle: “Lütfen İçmeden Geliniz!”… Hava o gün her zamankinden daha kirli, pis bir hava hakim, aylardan kim bilir hangi ay… İzleyenler ne demek istediğimi bu replikte iyi anlayacaklardır. Masada herkes var, bir eksik var. O da bu buluşmanın mimarı olan Halim Şefik Güzelson… Burnumuza gelen hoş yemek kokuları, pek de yabancısı olmadığımız o mis anason kokusu, eski musiki şarkılar, eski döneme ait kılık kıyafetler ve nostaljik bir dekor içinde bulunduğumuz atmosfer oldukça keyifli ve naifti. Oyunculuklar çok başarılıydı. Her biri büründükleri şairler ile çok iyi özdeşleşmişler, bir an olsun onları görüyor gibi olmak güzel bir duyguydu. Tiyatroyu biraz da bu yüzden çok seviyorum. O an içinde bulunduğumuz ortamdan ve atmosferden bir an olsun uzaklaşıp, karşımızda bizlere yansıtılan evrene, başka bir döneme ışınlanmak güzel bir duygu. Bunu başaran azınlıkta oyunlar var, bu oyun da bunlardan biriydi. Edebiyatımızda birer yapı taşı olmuş bu önemli insanları sahnedeki oyuncular vesilesiyle biraz olsun tanımak pek hoştu. Bundan sonra bu şairlerin şiirlerini okurken istemsizce bir mukayese ve örneklendirme yapacağım gibi görünüyor. Oyun sonuna dair spoiler vermek istemiyorum, bu sebeple detay vermeyeceğim. Oyun sonuna doğru çözülmeyi bekleyen o düğümün çözülmesiyle içine sürüklendiğimiz o sürprizli son beni derinden etkiledi. Ters köşe yaptı ve böyle bir sürprizli son beklemiyordum açıkçası. Bu sebeple göz ardımda biriken bir gözyaşı bulutuyla ayrıldığım Güzel Son oyunu, tiyatroseverlerin ve özellikle de edebiyat tutkunu insanların mutlaka görmesi gereken bir iş olmuş. Maddi imkanların yeterli olmadığı, belki de birçok şeyin zorluklarla ulaşıldığı, ulaşıldığı zamanda hakikaten kadir kıymet bilindiği bir dönemden her şeye kolayca ulaşılan, değeri bilinmeyen ve insan ilişkilerinin bir çırpıda harcandığı bu değersiz dönemi karşılaştırınca insanda birçok düşünce fırtınası oluşturuyor. En azından ben bugün bu oyundan ayrılırken görmekten usandığım ya da kendimce rafa kaldırdığım acı gerçekleri bu insanlar sayesinde tekrar görmüş oldum. Yaşar Kemal’in de dediği gibi; o iyi insanlar o güzel atlara binip çekip gittiler. Gidenlere burdan selam olsun. Hepimizin ihtiyacı olan aslında gerçekten de “güzel bir son”… Oyunda emeği geçen herkesi gönülden tebrik ediyorum. Alkışınız ve yolunuz uzun olsun…
İzlediğim tiyatro, müzikal, bale ve opera temsillerini kendimce yorumladığım güncel paylaşımlarıma Instagram’da @metinler.sahneler hesabımdan ulaşabilir, ilgileniyorsanız takibe alabilirsiniz!
-
Epeydir izlemeyi umduğum Bir Terennüm oyununu 03.05.2025 tarihinde Sahne Pulchérie’de izledim. Daha önce bu salonda Istırap Korosu’nu izlemiştim, bu sahneyi maalesef beğenmediğimi ikinci kez teyit etmiş oldum. Konforsuz ve seyir zevki açısından sıkıntılı bir sahne olduğunu savunuyorum. Seyircilerden çok yüksek puan alması ve epey olumlu değerlendirmeleriyle de ilgimi çeken, biraz da Tolga İskit’ten dolayı uzun zamandır izlemek istediğim bir oyundu Bir Terennüm. Ayda 7-8 oyun izleyen biri olarak tiyatroya hakimiyetimin güçlü olduğunu düşünüyorum. Nitekim bu kadar yüksek puan ve olumlu değerlendirme almasını maalesef abartı bulduğumu baştan belirtmek isterim. Evet, izlemeye gitmeden önce çok yüksek bir beklentiyle gitmiştim, bunun da etkisi olabilir. İzleyecek olanlara en başta vereceğim tavsiye çok büyük bir beklenti içinde olunmaması olacaktır. Gelelim oyuna… Sahnede bizi karşılayan sıcak ve nostaljik bir salon dekoru karşımızdaydı. Tolga İskit ve İpek Türktan’ın sahneye gelmesiyle oyun karşılıklı bir diyalog eşliğinde başlıyor. Oyun tek perde, 75 dk kadar sürüyor ve ben ilk 35 dakikasında maalesef oyuna girmekte çok güçlük çektim. Diyaloglar, karakter geçişleri ve birbirlerini takip eden olay örgüleri bana fazlasıyla komplike geldi. Bizi anılarla dolu iki farklı zaman diliminde, iki farklı yolculuğa çıkaran karakterler, birbirleriyle de eşzamanlı karakter geçişlerinde bulunarak zaman/mekan/insan bütününde olay örgüsünü kavramamızı sağlıyorlar. Ortak bir yön var ki; iki farklı zaman diliminde de sokağa çıkma yasağı dönemlerindeyiz. Babaanne ve torunu Ali İhsan çerçevesinde dönen oyunda; anı aktarımlarının yer aldığı, birçok ihtimalin var olduğu hafızalarda buluşmalar, demansın karmaşık döngüsünde geçmiş & şimdiki zaman bütünselliğinde buluşmalar ve tüm bunlara eşlik eden bir terennüm… Bazen birilerini veya bir şeyleri hatırlamamızda bazı aracı nesneler yardımcı olur. Bazen bir şiir dizesi, bir koku, bir meyve, bir kıyafet, bir obje, bir şarkı… Sokağa çıkma yasağının olduğu bir dönemde, demans hastalığından dolayı babaannesine bakan torunu Ali İhsan ve babaannesinin tatlı diyaloglarından, yine sokağa çıkma yasağının farklı bir döneminde, artık yaşlanmış Ali İhsan’ın bu sefer kızı ile olan diyaloğu arasında bir köprü görevi gören anılar, oyun konusunu farklı kılmayı başarıyorken birçok bakımdan dolayı da maalesef oyunu bir adım yukarıya taşıyamadı benim için. Bir avuç fındığın elden ele dolaştığı zaman döngüsünde, daha farklı bir reji tasarımı görmek isterdim. Metin bir süre sonra seyir zevkimi azaltırken, beni aslında yorduğunu da fark etmiş bulundum. Oyunda en sevdiğim yerler İpek hanımın eski musıki şarkıları muhteşem bir şekilde söylemesi ve Tolga beyin gitar çalarak terennümlere eşlik etmediydi. Bu kısımlara keşke daha fazla yer verilseydi; oyunda biz seyircilere biraz nefes aldırtacak tatlı alanlar yaratılabilirdi. Oyunculuk bakımından iki oyuncuya da iltifattan başka bir söyleyebileceğim bir şey yok zaten, ikisi de harikulâde oyunculuk sergilediler. Özellikle bu oyunda benim starım İpek hanım ve o kadife sesi oldu. Bu oyundan sonra Tolga beyin “Kalabalık Duası” oyununu da mutlaka izlemek istiyorum. En kısa zamanda o oyuna da mutlaka bilet alacağım. Sahneye çok yakıştığını düşünüyorum. İkisinin de çok pozitif enerjileri var. Bazen unutmak istediğimiz şeyler ile unutmaktan korktuğumuz şeylerin esiri haline gelebiliyoruz. Bu durumda unutmak mı zordur, hatırlamak mı? Bu oyunda bunun cevaplarını ararken, her iki karakterin de geçmiş döneminde içinde yarım kalan bazı yaşanmamışlıkların bütününde karakterlerin hayatlarını nasıl etkilediğini de gözlemlemiş olduk. Kabullenme, alışma ve inkar üçgeni birçok insanda farklı duygu durumları yaşatır. Kimi bunun altından kolaylıkla kalkabiliyorken, kimi ise bununla uzlaşmakta güçlük çeker. Oyun sonunda birtakım kavuşmaların yaşanmasıyla finale geldiğimizde kafamda şarkıların ve duygu yüklü notaların daha fazla iz bıraktığını hissettim. Bazen sıradan bir terennüm sizi duygularınızın ve anılarınızın saklı arka bahçesine götürebilir… Keyifli bir akşam geçirmek isterseniz Bir Terennüm’ü izlemenizi öneririm ancak güçlü bir metin ve iyi bir reji tasarımı barındıran, etkili bir oyun izlemek istiyorsanız bu ihtiyacınızı karşılamakta güçlük çekebilirsiniz…
İzlediğim tiyatro, müzikal, bale ve opera temsillerini kendimce yorumladığım güncel paylaşımlarıma Instagram’da @metinler.sahneler hesabımdan ulaşabilir, ilgileniyorsanız takibe alabilirsiniz!
-
Sahnelere artık veda eden Gomidas’ın sondan bir önceki temsilini 07.05.2025 tarihinde Leyla Gencer Opera ve Sanat Merkezi’nde izledim. Öncelikle keşke bu oyunu yıllar önce, asıl sahnelendiği alanda, orjinal atmosferiyle izleyenleri büyüleyen Surp Vortvots Vorodman Kilisesi’nde izleyebilseydim diyerek yazıya başlıyorum. Çünkü benim izlediğim temsilde maalesef o yorumlarda yazılan detayların ve orjinalliğin hiçbirine rastlayamadım. Sahneye ilk girdiğimizde dekorun üzerinde bizi sırtı dönük şekilde karşılayan Fehmi Karaarslan’ı görünce epey heyecanlandığımı belirtmeliyim. Balina’da da sevgili Enis Arıkan’ın sahnede seyircileri karşılama detayı beni çok etkilemişti mesela. Gomidas’ın zihin akışına eşlik ederek, bir hayali koyun peşinde Kütahya’da başlayan hikayesinin akıl hastanesindeki yalnız odasında bitişine tanık olmak üzere kendisinin anlatımıyla oyuna giriş yaptık. Babasının vefatıyla ve çevresindeki birçok insandan farklı oluşuyla hayata bir sıfır geriden başlayan karakterimizin Kütahya’da başlayan serüveninin; Paris, İstanbul, Berlin ve Eçmiyadzin’e uzanışında nasıl kendine yer edinmeye çalıştığını, var olma arzusu içinde yeteneğini keşfetmesi ve bunu çevresine kabullendirme sürecini dinliyoruz. Ana vatanı Ermenistan’ın topraklarından ilhamla yaptığı müzik yolculuğunun kilise papazlığına uzanışında, şehir şehir, ülke ülke gezerek kendine doğru alanı yaratmaya çalışan bir müzisyen ve müzik araştırmacısının etrafındaki ağaçlardan biri olarak onun sesine kulak oluyoruz. İçinde fırtınalar kopan bir insanın sesini duyuramadığı onca kalabalığın içinde bu yalnızlığın çağrısına eşlik eden koro ve müzik detayı benim çok hoşuma gitti. Sadece koronun bir barkovizyon görselinden öte, gerçek sanatçılar eşliğinde olmasını temenni ederdim. Muhtemelen önceki temsillerin kilisede oynadığı gibi gerçek bir koro eşliğinde bir teatral anlatım vardı. Benim izlediğim temsilde bu bakımdan eksiklikler olunca duyguyu bir yere kadar hissedebildik. Ahmet Sami Özbudak’ın bu kadar zor bir metni yazıp yönetmesi takdire şayan. Ve böylesine zor bir metnin altından kusursuzca kalkan Fehmi Karaarslan’da oyunculuğuyla bir an olsun gözlerimi kendisinden ayıramamamı sağladı. Tasarımcı arkadaşım Özlem Kaya’nın Gomidas Vartabed için tasarladığı siyah kostümü de çok beğendim. Tüm bunların beraberinde delirmiş ve bir bakımdan da delirtilmiş birinin akıl hastanesinde biten trajik hikayesini izledik. Süre bakımından maalesef oyunun fazla uzun olduğu kanaatindeyim. Belli bir yerden sonra tekrara dönen diyaloglar ekseninde karşımda sürekli halüsinatif reaksiyonlar geçiren ve bu reaksiyonlar eşliğindeki bir zihin akışında spiritüel yolculuklar yapan bir dahinin delirme sürecinde kendimi yorulmuş vaziyette izlerken buldum. Metin bu kadar zorken, oyunun süresinin daha kısa olması; hem oyuncunun performansı bakımından, hem de izleyici bakımından daha konforlu bir seyir keyfi sunabilirdi. Salonda çoğu kişinin bu kadar güçlü hikayeyi baygın gözlerle izlemesi ve çoğu izleyicinin sürekli saatine bakarak çoktan kopmuş seyir takibini kendi açımdan gözlemlemek üzücü bir deneyimdi. Olay örgülerinin karmaşıklığı, yüksek tansiyonda bir performansla birleşince puzzle’ın eksik ve fazla parçaları gibi seyircide de nitekim eksik ve fazla izlenimler yaratmasına sebep oluyordu. “Acılar, bir kez anlatıldıkları yere tekrar uğrayacak kadar delikanlı değillerdir.” Bu pencereden bakınca; delirmeyi seçen bir dahinin aslında cesurca başkaldırışını, sanatını ve yeteneğini herkesle paylaşma arzusuyla adını nesillere aktaran ve dilden dile dolaşan yüce bir müzisyene dönüştürmesi pek de kolay bir meziyet değildir. Bizler Gomidas’ın etrafındaki birer ağaç olurken, onun yaşadıkları bizim üzerimizden esip giden bir meltem oldu. Yüreğimize dokundu, empati kurmamız için alan yarattı. Birçok şey bir gün ölür, sona gelir ve yok olur. Baki kalan geride bıraktığınız ve sizi anlatan veriler ve eserlerdir. Bunlar sizi ölümsüz kılar. Hayali koyununa sapladığı her bıçak darbesiyle aslında kendi yalnızlığını baltalayan bir müzisyenin var olma mücadelesini 2 saat boyunca izledik. Umarım öyküsüyle ve geride bıraktığı verileriyle sonsuz bir yolculukla ölümsüzlüğe erişmiştir Gomidas. En azından bizler delirmenin kıyısında sürekli yüzen bir insanın boğulma ve hayatta kalma ikilemini farklı bir çerçevede izlemiş olduk. Büyük soru işaretleriyle ve hayalimizde yarattığımız farklı ihtimallerle salondan ayrılıyoruz. Emeği geçen herkese teşekkürlerimi sunuyorum…
İzlediğim tiyatro, müzikal, bale ve opera temsillerini kendimce yorumladığım güncel paylaşımlarıma Instagram’da @metinler.sahneler hesabımdan ulaşabilir, ilgileniyorsanız takibe alabilirsiniz!
-
Bir Terennüm / Orchestra Theatre