-
Kerem Pilavcı’nın yazdığı tek kişilik oyun Aşk Bize Masal Olur’u 08.12.2025 tarihinde Baba Sahne’de izledim. Baba Sahne’de ilk tiyatro deneyimim oluşuyla ayrıca ilk kez Kerem Pilavcı oyunu izleyecek olmam sebebiyle heyecan içindeydim fakat çok beklentimi yüksek tutmadan gittim oyuna. Gülçin hanımı daha öncesinde Canavar oyununda seyretmiştim. Kısmet olursa Ocak ayında da Ehlikeyf’te izleyeceğim. Zaten kendisi çok çok beğendiğim bir oyuncu. Kerem beyin kalemini hiç bilmediğim için nasıl bir oyun izleyeceğimiz hakkında pek bir bilgim yoktu açıkçası. Fakat sonda söyleyeceğim şeyi başta söylemem gerekirse muazzam bir oyun yazmış. Kalemine sağlık! Bundan sonra kendisini daha yakından takip ediyor ve yazdığı oyunları mutlaka seyretmeye çalışıyor olacağım. Baba Sahne’nin atmosferini çok beğendim, çok şirin ve nostaljik bir mekan. Sahne; bir evin salonunu anlatan yalın ve de yeterli bir dekorla karşılıyor bizi. Karakterimiz Aslı bizi anlatacağı masalı dinlemeye davet ediyor, aslında kendi hayatını ve kendi olma sürecinde yaşadıklarını oldukça naif ve bir dostla sohbet edermişçesine gayet samimi bir dille anlatıyor. İlk dakikadan oyunun içindeyiz, sizi asla oyundan bırakmıyor, anda kalmanızı sağlıyor Gülçin hanım. Kendisinin o tatlı enerjisiyle de Aslı’nın öyküsü birleşince muazzam bir performans çıkıyor. Anne ve babasının yıllar öncesinde Kaputaj plajında çekildiği bir fotoğraftan yola çıkarak kendisinin nasıl dünyaya geldiğini, babasının yıllar önce onları nasıl terk ettiğini ve 16 yaşında ilk kez bir adama aşık olduğunda neler hissettiğini anlatıyor. Matematik öğretmenine duyduğu hayranlık ve aşk bütünselliğinde yıllar içinde değişen, evrilen ve dönüşen aşk anılarını anlatıyor. Bunları anlatırken eşyalardan destek alıyor, o kadar zekice tasarlanmış ki bu detay! Siz sahnede yastıklar yerine Aslı’nın annesini, saksı yerine ilk sevgilisini, lambader yerine başka bir adamı görüyorsunuz. Eşyalara aktarılan kimlikler çok başarılıydı. Aslı bu olay örgülerini bir masal tavrıyla anlatırken her olayın başlangıcında önce kendisinin, tanıştığı kişinin, annesinin ve kedisinin o dönemde kaç yaşında olduğunu da bilgilendiriyor bizlere. Böylece zaman-mekan-insan ilişkisinde daha da aydınlanıyoruz. AŞK kelimesinin her harfinde kendi hayatına etki eden ağırlığı, farklı anlamları, bilinenin ötesinde bilinmeyen özneleri sıralıyor. Babasıyla kuramadığı bağın nihai sonucunda yıllarca annesiyle yaşamış ve ona epey bağlanmış Aslı’nın tek isteği; babası gibi olmayan bir adamla aşk yaşayıp ömrünü onunla tamamlamak aslında. Yaşadığı aşklarıyla, bunlardan çıkardığı derslerle, açıldığı yeni maceralarıyla sizi 75 dakikalık bir serüvene çıkarıyor. Komedi dozu dram dozuyla o kadar iyi eşitlenmiş ki; izlerken kendinizi hem gülerken hem hüzünlenirken buluyorsunuz. Tıpkı hayat ve hayatın gri rengi gibi. Kayıplarının ardından her zaman yoluna devam etmeye gayret eden bir kadının üflediği pırıltılı tozlar eşliğinde bir kutlama misali hayatının evrildiği son noktada; Aslı size mutlu sonları değil, ayağın tökezlediğinde yerden kalkabilip aynı kararlılıkla yola devam edebilmenin mutlak önemini hatırlatıyor. Mutlu sonların hiç anlatılmamış, arka bahçesinde saklanmış “sonralarını”, inanmaktan vazgeçmemek gerektiğini ve masalların her zaman çocuklara anlatıldığı gibi tozpembe olmadığını gösteriyor. Sizin de ‘varsa şayet’ kendi hayatınızdaki eksik puzzle parçasını aramaktan asla vazgeçmemeniz gerektiğinin altını çiziyor. Ama bir yandan da şunu düşünmeye teşvik ediyor; günün sonunda o puzzle parçasını bulmak mı sizi daha mutlu eder yoksa yokluğunu unutmak mı?
İzlediğim tiyatro, müzikal, bale ve opera temsillerini kendimce yorumladığım güncel paylaşımlarıma Instagram’da @metinler.sahneler hesabımdan ulaşabilir, ilgileniyorsanız takibe alabilirsiniz!
-
Duncan Macmillan & Jonny Donahoe’nin yazdığı, dilimize Seçil Honeywill tarafından çevrilen “Harika Şeyler Listesi” oyununu 11.12.2025 tarihinde Alan Kadıköy’de izledim. Bora Akkaş’ı daha önce Afife’de izlemiştim, ilk kez tek kişilik gösterisini izlemek üzere alana geldik. Performansı öncesinde salona gelen seyircilerden seçtiklerine kendi harika şeyler listelerinden birer kartlar veriyor Bora bey. Kartlardan bir tanesini de bana verdi, benim kartım 123321 numaralı bir karttı ve üzerinde “Tersinden de aynı şekilde okunan kelimeler” yazıyordu. Performans esnasında her numarayı söylediğinde o numaraya ait kartın sahibi kartta yazan kelime veya cümleleri söyleyecekti. Oyun interaktif oluşuyla, samimi ve sıcak bir atmosfer içinde oynanmasıyla güzel ilerliyor ve sıkıcılıktan epey uzak. Seyircilerin de yer yer dahil oluşuyla bir tiyatro oyunundan ziyade tek kişilik bir performans izlediğimizi söyleyebilirim. Arada böyle temsiller izlemeyi seviyorum, farklı şeyleri denemeyi tercih edenlerdenim. 6 yaşındaki bir çocuğun gözünden ve onun anlatımıyla konuya giriş yapıyoruz. Yaşamdan bağlarını koparmış, mutsuzlukla ölüm arasındaki tuhaf bir dengede olan ve intihar etme eğilimindeki annesine hediye olarak yazdığı harika şeyler listesindeki ilk maddeleri dinliyoruz. Seyircilerden sesler geliyor. “Dondurma!” “Su savaşı!” Ve listenin ilerleyen kısımlarında hayatında yapmaktan keyif alacağı, ona bir şeyler katabileceğini düşündüğü tüm eylemleri, özneleri, nesneleri yazmaya devam ediyor. Hayatındaki ilk kayıbı, ölümle ilk yüzleştiği an köpeği Chuck’ın ötenazi yoluyla veterinerde yaşamına son verilmesiyle başlıyor. Ve ne zaman başı sıkışsa onunla sohbet ediyor, onun hayaletiyle dertleşiyor. Sonrasında babasıyla olan baba-oğul ilişkisini izliyoruz, hayatında baba figürünün yerini görüyoruz. Okulunda rehber öğretmen olarak çalışan hocasıyla iletişiminde hayatındaki eksik parçaları tamamlamaya çalışması neticesinde yazdığı kartların nasıl onu bir insana dönüştürdüğünün sinyallerini alıyoruz. Bütün bunlar olurken seyircilerin yer yer rol almalarıyla hikâye hem daha keyifli bir hâl alıyor, hem de daha akıcı ve anlaşılır oluyor. Ergenlik çağında kütüphanede tanıştığı Sam adındaki bir kıza aşık olan karakterimiz, onunla tanıştığı evreyle ilişki yaşadığı evredeki değişim ve dönüşümlerin hem keyifli anılarını, hem sancılı yönlerini bizlere aktarıyor. Belli bir yaştan sonra liste yapmaktan vazgeçen karakterimizin asıl benliğini ve onu o yapan tüm her şeyi aslında yazdığı harika şeyler listesi olduğunu geç de olsa fark etmesiyle tekrardan listeyi sıfırdan yazmaya başlıyor ve 1 milyona ulaştığında ise; 7 sene sonra mektubunu fark ettiği eski sevgilisiyle nasıl bir yol izleyeceğini bilmeden oyun finale erişiyor. 2 puan kırmamdaki sebep; metin akıcı fakat beklediğim vuruculukta değildi. Bora beyi izlemek çok keyifli, zira sahnede onu değil, sahiden 6 yaşındaki bir çocuğu izledik. Seyirciyle olan enerjisi de muazzam, hiç sıkılmadık. Dahil olurken de epey keyif aldık. Ama finalinde yarıda bırakıldı hissiyatı oluşturması ve hikâyenin daha etkili olmasını ummam sonucunda ortalamanın üzerinde, en’lerimin arasında yer almayan, güzel ve keyifli bir oyun izlediğimi gönül rahatlığıyla söyleyebilirim. Gitmek isteyenlere de mutlaka tavsiye ederim, belki siz farklı bir pencereden izlerken kendinizden bir şeyler bulabilirsiniz…
İzlediğim tiyatro, müzikal, bale ve opera temsillerini kendimce yorumladığım güncel paylaşımlarıma Instagram’da @metinler.sahneler hesabımdan ulaşabilir, ilgileniyorsanız takibe alabilirsiniz!
-
İstanbul Şehir Tiyatroları’nın belki de en gözde oyunu olan “Fosforlu Cevriye” yi 16.12.2025 tarihinde Büyükçekmece AKM Bedia Muvahhit Salonu’nda izledim. Normalde her sene Harbiye Açıkhava’da oynayan ve bir türlü izleme fırsatı bulamadığım oyunu dün evimin 2 dk ilerisindeki AKM’de izlemek keyifliydi. Sahnemizin aslında teknik alternatiflerini ve seçeneklerini görmek mutluluk vericiydi. Orkestra çukurunun olduğunu daha önce bilmiyordum mesela, ya da dönen sistemin var olduğunu da bilmiyorum, umarım bu tarz teknik detaylar isteyen oyunlar daha çok gelir sahnemize diyerek oyuna geçiyorum… Suat Derviş’in yıllar önce Türkiye’ye dönüşündeki siyasî-meslekî ve maddî sorunlar yaşadığı o 60’lı yıllarda, Fosforlu Cevriye romanını yayınlamak istemesi, sürekli red yanıtı alması ve bunun bir müzikale dönüştürülmesi bakımından Gülriz Sururi ile görüşmesi neticesinde müzikal olarak sahneye taşınması çok kıymetli. Oyunda da tıpkı bu dönemin yansımalarını izliyoruz, eski İstanbul-Galata’ya ışınlanıyoruz. Sahnenin ortasındaki dönen platform üzerindeki devasa dekor üzerinde gerçekleşiyor oyun. Birçok merdiven basamaklarından oluşan, aynı zamanda Barba’nın Meyhanesi’ni de barındıran, Cevriye’nin aşkının evini de görebileceğimiz çok amaçlı ve zekice tasarlanmış bir dekor bu. Tabir-i caizse “icra-i sanat” eyleyen Cevriye ve onun çevresindeki diğer insanları tanıyoruz. Anne ve babasını tanımadan büyüyen Cevriye’nin kentin harabe denilecek ücra köşelerinde, köprü altlarında, eşkiyaların, esrarkeşlerin, hırsızların daha doğrusu her türlü kötülüğün sardığı bir mahallede seks işçisi olarak hayatını sürdürdüğü bir eski İstanbul dönemi. Bir gün hastalandığında sığındığı evde onu seks işçisi gözüyle görmeyen, üstelik hiçkimseden görmediği saygıyı ve ilgiyi gösteren bir adama yavaş yavaş aşık olmasıyla Cevriye’nin hayata bakış açısı bir anda değişiverir. Daha sonrasında maruz kaldığı hayatın zorbalığıyla savaşmaya ve yüzleşmeye çalışan ve ona yakıştırılmış “Fosforlu” lakabıyla bu yükü sırtlanan, güçlü bir kadın imajı ile Cevriye’nin aşkına sahip çıkarak onun hayatında yer edinmeye çaba gösterdiğini izliyoruz. Aşık olduğu adamın aslında aranan bir idam mahkumu olduğunu, diğer seks işçisi olan kadınların aslında arkalarında yatan acıklı hikâyelerini izliyoruz. Bu esnada sürekli değişen ve dönüşen zaman-mekân ilişkisinde kadının toplumsal anlamda yaşadığı kronik problemleri, kültleşmiş sorunları ve erkek egemenliği altında kadınların “insan” olabilme savaşını gördükçe; hikâyesiyle yer yer güldüren, en çok da düşündüren ve hepimizin bildiği, asırlardır değişemeyen acı gerçekler karşısında yer yer de üzen bir müzikal seyrediyoruz. Tamamiyle duygu yoğunluğunun yaşandığı, çok iyi ve tatlı oyunculukların baskın olduğu, samimi bir müzikal seyrettik. Oyunun süresi 3 buçuk saate yakın oluşuyla biraz uzun, ister istemez arada kopukluklar yaşatıyor seyirciye. Bazı diyaloglar daha kısa tutulabilirdi, amacının dışına çıkan bazı sahneler atılsa daha keyif veren bir müzikal olabilir. Dekor çok iyi fakat bir moda tasarımcısı olarak kostümlerin daha iyi olması gerektiğini savunuyorum. Orkestra da gayet muhteşemdi, sanki bir bale/opera temsili izliyormuşum gibi büyülendim. Fosforlu Cevriye’nin tıpkı lakabı gibi fosforlu ve yıldızlı hayatındaki yansımaları izlemek çok keyif vericiydi, gerçek aşkı masallarda hep farklı dinleriz. Burada cesaretin aşkla birleşince nasıl büyüdüğünü ve bir kadının hayatını nasıl değiştirdiğiniz rahatlıkla görebiliyoruz. Umarım herkese ilham olur. Tüm emekleriniz için hepinize teşekkür ediyorum…
İzlediğim tiyatro, müzikal, bale ve opera temsillerini kendimce yorumladığım güncel paylaşımlarıma Instagram’da @metinler.sahneler hesabımdan ulaşabilir, ilgileniyorsanız takibe alabilirsiniz!
-
Esra Dermancıoğlu’nun yazdığı, yönettiği ve hatta oynadığı “İyi Değilim Ama Anlatacak Kadar Da Kötü Değilim” oyununu 21.12.2025 tarihinde Zorlu PSM Turkcell Platinum Sahnesi’nde izledim. Esra Dermancıoğlu’nun izlediğim ikinci performansı fakat hem kendisinin yazıp, yönetip, sevgili Deniz Karaoğlu ile beraber oynadığı oyun olması sebebiyle oldukça merak içinde gittim oyuna. Muskat’ı açıkçası çok beğenmiştim, orada hem metne,
hem oyunculuğa, hem de rejiye hayran olmuştum. Fakat bu oyunda eksiklikleri hissettiğim, tadı güzel ama o vurucu etkiyi bende yaratmayan, ortalama ve ‘salt iyi’ bir oyun olduğunu başından söyleyebilirim. Aslında ana fikir güzel fakat metnin yüksektilmesi gerektiğini, dramaturjisinin daha iyi olması gerektiğini ve reji kısmının daha kreatif olması gerektiğini savunuyorum. Muskat ile bu oyunun ortak bir yönü var aslında; her iki oyunda da anne kaybındaki yas sürecinde bir kadının neler yaşadığını anlatıyor. Muskatta konu daha derin ve vurucu işlenirken, burada daha günümüz ilişkileri üzerinden bir değerlendirme, farklı bir perspektiften bakma olanağı tanıyor sizlere. Oyun; annesini kaybeden bir kadının yas sürecinde, annesinin evinde eşiyle beraber onun eşyalarını toplarken aslında istemeden kendi ilişkilerindeki saklı gerçeklerin gün yüzüne çıkmasını anlatıyor. Bunu karakomedi bir üslupla seyirciye aktarmayı hedefliyorlar. Yani trajik bir şekilde boğucu olmaktan daha çok; ağlanacak hale güldüğümüz, o aradaki perdenin kalkarak daha samimi bir anlatımın desteğiyle bizi ilişkilerinde birer gözlemci olmaya davet ediyor Mine ve Memo. Günümüz dijitalleşen teknolojik çağında ilişkilerin artık daha kolay bulunabilir ve daha kolay kaybedilebilir bir tarafını ele alan; aynı zamanda tüketimin hızla bizleri ele geçirdiği bu acımasız sürecin birer parçası olduğumuzu hatırlatırcasına bir ilişkinin zamanla ne yöne evrildiğini anlatıyor bu oyun bizlere. Mesela oyunda geçen bir replik vardı; Mine’nin annesi ona “En derin temas bazen hiç dokunmamaktır” diyor. Dokunmadan sevmeye razı gelenlerin, olacaklara hazır kendini zamana teslim etmişlerindir aşk. Bu kelimenin altında yatan ağırlığın eşiğinde, artık bu ilişkide kendine yer edinmeyle yetinemeyen bir adamın farklı arayışlara ve maceralara sürüklendiğini görüyoruz. Tanışma siteleri hayatımıza girdiğinden beri belki de insanoğlunun içinde yatan o derin hazzı ve mutlak arzuyu gün yüzüne daha rahat çıkarabilmesinin doğurduğu realist sonuçları ve yaptırımlarını görüyoruz. Ve sadakat kelimesinin artık sadece sözlükte bir kelime olarak kaldığı bu kolay erişilebilir süreçte; iki insanın ortak paydada buluşabilmesi için tamah etmeden güzel şeyleri yitirmemek uğruna fedakârlık gösterebilmenin cesaretini hatırlatıyor. Sahne dekoruna değinmek isterim. Salona girer girmez ilk dikkatimizi çeken şey muazzam detayların barındığı bir ev dekoruydu. Öyle güzel tasarlanmış bir dekordu ki; yatak odası, tuvalet, mutfak, çalışma odası vs her şeyi bir arada barındıran, iyi bir dekor vardı karşımızda. Hatta fazla iyi denilebilecek kadar iyiydi, göz dolduruyordu. Toparlayacak olursam bütününe bakıldığında seyredilebilir, size keyifli anlar yaşatacak, hatta çoğu zaman güldürecek, güldürdükten sonra da sizi düşündürecek iyi bir oyun izledik. Ama o vurucu etkiyi göremediğim için, bir de Muskat’la ister istemez bir mukayese yaptığım için puanımı biraz düşürdüm. Deniz Karaoğlu’nu da daha öncesinde Istırap Korosu’nda izlemiştim, ordan beri kendisini oldukça beğenirim. Burada da çok iyi partner olabilmeyi beceren iki başarılı oyuncu gördüm sahnede. Birlikte yarattıkları uyum ve enerji dışardan hissedilebiliyordu. Metin biraz yükseltilse ve daha derin notalara basabilseydi ortaya daha muazzam bir iş çıkabilirdi ama genele bakarsak tavsiye ederim…
İzlediğim tiyatro, müzikal, bale ve opera temsillerini kendimce yorumladığım güncel paylaşımlarıma Instagram’da @metinler.sahneler hesabımdan ulaşabilir, ilgileniyorsanız takibe alabilirsiniz!
-
Bakırköy Belediye Tiyatroları’nın yeni oyunu Çirkin’i 28.11.2025 tarihinde Leyla Gencer Opera ve Sanat Merkezi’nde izledim. Bakırköy Belediye Tiyatroları’nın daha öncesinde Terör oyununu seyretmiştim ve hayran kalmıştım. Sonrasında etkinlik sayfalarını yakın takibe aldım. Çirkin oyunu cast’ıyla oldukça merak uyandırıcı. Daha öncesinde Bir Terennüm’de izlediğim ve çok sevdiğim Tolga İskit, dizi ve filmlerden aşina olduğum Ali Rıza Kubilay, yine Terör oyununundan da beğenerek izlediğim İlkin Tüfekçi ve genç oyuncu Can Esmeray’ın yer aldığı güzel, enerjik ve uyumlu bir cast var. Marius von Mayenburg’un yazdığı “The Ugly - Çirkin” oyununun bence öncelikle metninde oturmayan bir şeyler var. Metin keyifsiz ve fazla tekrara dönüştüğü yerler var. Reji koltuğundaki Yelda Baskın her ne kadar bu keyif vermeyen metni kotarmaya çalışsa da; bir yerden sonra seyir zevki artık bitse de gitsek düşüncesine bırakıyor kendini. Bir firmada mühendis olarak görev alan Bay Lette’nin kendi geliştirdiği bir fiş aparatını tanıtmak üzere tüm iş insanlarının katılacağı önemli bir fuara kendisinin giderek icadını kendi tanıtmasını beklerken onun yerine asistanının gideceğini öğrenmesi ve bunun nedenlerini sorgulamaya başlamasıyla oyun başlıyor. Yüzünün epey çirkin olduğu bahanesi öne sürülen Bay Lette; hem eşi, hem de iş arkadaşları tarafından zorbalığa uğrayarak bu çirkin yüzü nedeniyle ürün tanıtımını yapamayacağı, dolayısıyla da ürünü satamayacağı için ameliyatla estetik operasyonu geçirmeye zor da olsa karar verir. Ameliyat neticesinde her şey kusursuz ilerlemiştir ve Bay Lette olağanüstü yakışıklı biri olarak ameliyattan çıkmıştır fakat şimdi neler olacaktır? Güzellik kaygısı uğruna adeta bir şöhretin merdivenlerini tırmanan Bay Lette, gün geçtikçe kendi kopyalarının çoğalması sonucunda farklı bir kimliğe dönüşmesinin dezavantajlarını yaşayacak ve tek dileği kendi öz benliğine dönmek olacaktır fakat bu artık imkânsızdır. Öncelikle şunu söylemek isterim; hikâye alışık olmadığımız fütüristik bir evrende geçiyor. Distopik bir anlayışla ütopik bir evrende geçen güzellik kuramı; dönen bir eksen üzerinde iç içe geçen aynalı kapılar, yaşayan bitkiler ve köklerinin bulunduğu sade ama net bir dekor komposizyonunda ele alınıyor. Tıpkı Black Mirror’un bir bölümünü izliyormuşcasına verilen bu tavır ne yazık ki çok iyi oyunculuklar ve yeterli bir dekor olmasına rağmen vurucu etkiyi taşımıyor. Kostümler de bu fütüristik yaklaşıma gayet uyumlu tasarlanmış. Transparan etkilerle verilmeye çalışılan ana tavır; organze kumaş ve PVC materyaller sayesinde şeffaf görünümlerle desteklenmiş. Aslında daha fazla destekleyici unsur isterdim fakat metin yere sağlam basmayınca izleyicide tatmin seviyesi düşük kalıyor. Her şey metinde başlıyor, metin ne kadar iyi ve güçlüyse siz rejideki hayal gücünüzle onu desteklediğinizde ortaya güzel bir iş çıkıyor. Absürd bir tiyatro gözüyle bu oyun daha iyi uyarlanabilir ve keyifli olabilirdi. Karakomedi olarak izlediğimizde de bazı şeyler havada kalıyor. Burada oyuncuların performanslarına gölge düşüren zayıf bir metin olduğu için bir süre sonra oyun kendini (bence) kotaramıyor. Yer yer keyif aldığım ama bütününü ele aldığımda şiddetle önerebileceğim bir oyun değil ne yazık ki. Yine de tüm emeği geçen herkesi gönülden kutluyorum…
İzlediğim tiyatro, müzikal, bale ve opera temsillerini kendimce yorumladığım güncel paylaşımlarıma Instagram’da @metinler.sahneler hesabımdan ulaşabilir, ilgileniyorsanız takibe alabilirsiniz!
Aşk Bize Masal Olur / 2383yapım