2024 senesinin son oyunu Mağrur Fil Ölüleri’ni 30.12.2024 tarihinde Zorlu PSM Turkcell Platinum Sahnesi’nde izledim. Semaver Kumpanya’nın izlediğim ikinci oyunu ve bu sebeple son zamanlarda radarıma takılan bir oyundu. Cimri oyunundan sonra Semaver Kumpanya’nın yapımını üstlendiği tüm oyunlara ilgim artmıştı çünkü. Nitekim; bugün oldukça spontane gelişti ve son anda karar aldık, oyuna birkaç saat kala bilet alıp oyuna gittik. Hakan Tabakan’ın yazdığı ve rejisinde Volkan Sarıöz’ün yer aldığı “Mağrur Fil Ölüleri” 120 dk.yı aşkın sürdüğü için 2 perde oynadığını öğrendim. Neyse ki içim rahatladı ve oyunun sıkıcı olmayacağını düşündüm. Aslında uzun oyunları izlemeyi seviyorum. Uzun oyunlarda da sıkıcı olabilme ihtimali insanı tereddüte düşürmüyor değil elbet. Gelelim oyuna… Öncelikle Turkcell Platinum Sahnesi’nin üst kattaki balkonu komple kapalıydı, sadece alt kat salon seyirciye ayrılmıştı. Buna rağmen çoğu koltuk da boştu, tarihin 30 Aralık olmasına bağlıyorum. Keşke oyun 0 Studio sahnesinde oynasaydı eminim daha samimi bir ortam yakalanabilirdi ve bu kadar boş koltuk kalmazdı diye düşünüyorum… Sahneye ilk girdiğimizde oldukça nostaljik bir evin salon dekoruyla karşı karşıyayız. 1969’u 1970’e bağlayan, yağmurlu bir yılbaşı gününde karakterlerimiz Cahit ve Belkıs’ın evinin salonundayız. Evinden çıkmak isteyen, tam bir edebiyat adamı olan Cahit’i yılbaşı akşamı ablasında kutlamaya ikna etmeye uğraşan Belkıs’ın karşılıklı gelişen tatlı diyaloğuna şahit oluyoruz. Devamında kim bilebilirdi ki bu diyaloğun yerini tatsız gerçekliklere bırakacağını? Halı altına süpürülmüş, üzerine sünger çekilmiş ve hakkında konuşmaya cesaret edilmeyen konular bir bir tokat gibi su yüzeyine çıkacaktı adetâ. İlk perdede trajedi & dram yerine gayet karakomedi bir text izliyoruz, oyunculukların dinamiği de bu yönde ve karakomedi oluşu epey kuvvetlendiriyor. Salondaki çoğu izleyiciden kahkahalar yükseliyordu. Karakterlerimizin öğrencilik yıllarından tanıştığını anlıyoruz, bir anda kendimizi öğrencilik yıllarından oldukça tatlı, komik ve saf anılarında gülerken buluyoruz. Bulaşık makinesinin adını ilk defa duydukları bir dönemdeyiz. Eski tip radyodan çalan Türk sanat müzikleri de arada eşlik ediyordu oyuna. Daha çok yer verilebilirdi ama, ben bu kısımları biraz eksik buldum. En çok sevdiğim anı ise; üniversitede Cahit’in öğrencilik zamanlarındaki yokluk döneminde kendisi gibi tüm öğrenci arkadaşlarının ailelerinden gelen paralarla semt pazarından tüm sebzeleri alıp, eve geldiklerinde hepsini katarak ortaya tuhaf bir yemek yapmaları ve arkadaşlarının “muti, muti” diye söylenip her seferinde iştahla o karışık yemeği yemesi detayı çok güzeldi. Mesela aklımda bu kalmış, demek ki içine çekmeyi başarmış buraya kadar metin beni. Sonradan eve gelen davetsiz misafir gibi gelip salonun ortasında konumlanan bir büyük hediye kutusu ve üzerinde de küçük bir kırmızı hediye kutusu… Çok kilit bir noktada ilk sahne sonlandı ve ikinci perdeyi iple çektim. Buraya kadar gayet eğlendim ve gayet iyi bir oyuna geldiğimi düşündüm. İkinci perdede dinamiğin daha yukarı çıkacağını düşünsem de maalesef tam tersi oldu. Biraz hayal kırıklığı yaşadım. Yer yer sıkıldığım, saate baktığım bir uzun diyalog içinde buldum kendimi. Bir anda geçmiş dönemde üzeri örtülen ve konuşulmayan kayıpları öğreniyoruz. Ardından bir anda karakterlerin sağcı ve solcu ailelerinin arasındaki barışık olmayan sosyo-kültürel farklılıklara ve politik uçurumlara denk geliyoruz. Derken Cahit’in öğrencisinin kendisine yılbaşı hediyesi olarak hediye ettiği yağlı boya tablosunda tablonun fırça darbelerinin karakterlerimizde yarattığı duygu durumlarına ve ölüm tanımınının yarattığı hislere şahit oluyoruz. O kadar çok konudan konuya geçiyoruz ki, bir süre sonra text’i kafamda toparlamaya çalıştım. Fil figürünün mitolojik çerçevede mağrur yönüyle tasvirini gördüğümüz text’te ben maalesef güçlü bir ilişkilendirme kuramadım. Bu noktada text’in izleyicide kafa karışıklığı yarattığı kanaatindeyim. İzlerken her detayında etkilenmek üzere hazırdım halbuki fakat derin konuların işlendiği yerlerde maalesef o duyguya giremedim. Kült bir tavır işlenmeye çalışılmış da bu tavıra yaklaşılamamış gibi bir hissiyat yarattı bende. Kült tavırdaki işleri çok severim, buna en iyi verebileceğim örnek Evlilikten Sahneler’dir mesela… Sezin Bozacı ve Sarp Aydınoğlu fevkalâde bir oyunculuk sergiliyorlar fakat metinin yapı taşında bir sorun olunca her ne kadar iyi bir oyunculuk resitali de sergileseler karşı tarafa o hissi geçiremediklerinde elde sadece birkaç şeyle yetinecek şeyler kalıyor… Ek olarak; Sezin Bozacı’nın Cimri’deki rolünden kaynaklandığını düşünüyorum, bir türlü bu dramatik karakterde kendisini oturtamadım. İlk perdede güldürdüğü sahneler daha çok hoşuma gitti. Sarp beyle iyi bir partner olmuşlar, fakat metnin ana amacını biraz irdelemek lazım, bana geçen az şey oldu. İzledikten sonra üzerinde uzun uzun düşüneceğim oyunları çok seviyorum, beynimi işgal eden metinler beni daha mutlu ediyor. Bu oyundan çok mutlu ayrıldığımı söyleyemeyeceğim bu nedenle. Bir de oyun boyunda açılmasını beklediğim büyük kutu açılmayınca yoruma açık olduğunu düşündüm ve bu konuda ne yazık ki olumlu bir yorumlamada bulunamadım. Yine de iyi ki bu oyunu izlemişim, kesinlikle vakit kaybı değildi. Kendinize ayıracağınız fazladan vaktiniz varsa bu oyunu listenize dahil etmenizi öneririm…
İzlediğim tiyatro, müzikal, bale ve opera temsillerini kendimce yorumladığım güncel paylaşımlarıma Instagram’da @metinler.sahneler hesabımdan ulaşabilir, ilgileniyorsanız takibe alabilirsiniz!
Mağrur Fil Ölüleri / Semaver Kumpanya