-
Onur Ünlü’nün 2008 yılında yazıp yönettiği sinema filminin bugün günümüze uyarlanışıyla sahneye taşındığı “Güneşin Oğlu” oyununun prömiyerini 05.12.2025 tarihinde Zorlu PSM Turkcell Platinum Sahnesi’nde izledim. Öncelikle belirtmek isterim ki ben filmini izlememiştim, hâliyle sadece konuyu okuyarak gittim. Bazen böyle sürprizlerle oyunları izlemeyi tercih ediyorum. Balina oyununda da böyle olmuştu mesela. Oyundan sonra The Whale’i izleyince kafamda birçok şey daha da netleşmişti, zira ona rağmen o oyunu da çok beğenmiştim. Gelelim Güneşin Oğlu’na… Büyük bir prodüksiyon, harcanan büyük bir bütçe, iyi oyuncular, iyi bir yönetmen ve ışık/müzik tasarımı beraberliğinde yer yer güldüren, yer yer de kendini tekrar eden ve mutlak sona eremeyen, kafalarda kafa karışıklığı yaratan ‘iyi’ bir oyun. Muhteşem olabilir miydi? Filme bu kadar sadık kalınmasaydı olabilirmiş. Madem filme bu kadar sadık kalınacaktı o zaman keşke o filmdeki oyuncularla bu oyun uyarlansaymış. Belki o zaman oyunun bir tavrı olabilirdi. İstanbul-Cihangir’de geçiyor hikâye. Ana karakterimiz emekli edebiyat öğretmeni Fikri Şemsigil’in bir mucize arayışını konu alıyor metin. Mucizeyi bulduğu an güneşin oğlu olduğunu keşfeder. Yıllar önce güneş tutulmasının yaşandığı an doğum yapan ve doğum yaptıktan sonra doğurganlığını yitiren 17 kadının doğan çocuklarının yıllar sonra tekrar yaşanan güneş tutulmasındaki yaşadıkları kozmik paradoksunu izliyoruz. Belirtmek isterim ki; çok özgün bir konu. Türk sinema ve tiyatro tarihinde böyle konuların işlenmesi çok ümit verici. Fakat sahneye konulurken biraz da seyircinin gözünden bazı perspektiflere daha fazla odaklanılması gerektiğini düşünüyorum. Şemsi bey hemen hemen her gün camdan karşı komşunun kızını izleyerek onu hayal eder ama yaşadığı gerçeklikte yanındaki kendi eşidir ve bundan memnun değildir. Bu sorgulama ve nihai arzu kendini mucize arayışına bıraktıktan sonra yakın çevresindeki insanların ruhuna girerek onların kimliğine bürünmeye başlar. Sürekli kimlik geçişlerinde Fikri günün sonunda kendini bulma arayışına girecektir. Yazar Alper Canan, Burak, Ahmet, kurban Murat vs derken yakın çevresindeki insanların ruhlarına girerek o kişilerin olay örgülerine yakından tanıklık edecek, hatta akışı bozarak bu paradoks denkleminin matematiği ile oynayacaktır. Sürekli ölmemesi gereken Hamiyet hanımın sonunda evrildiği ve dönüştüğü kimliğin altında yatan anlamı öğrenince seyircinin zihninde şu soruları bırakır. Ölmekten korkmak mı yoksa öldürmekten korkmak mı daha ağırdır? Bunun cevabını ise güneş batana kadar bulmak ve paradoksu çözmek zorundadır. Yaşadığımız fanî hayatta unutulmaya yüz tutmuş ölüm kavramının insanların hayatında aslında ne mutlak bir yeri olduğunun altını çiziyor metin. Ve finalde ise iyi ki ölümün var olduğunu hatırlatıyor bize. Verdiği örnekten de yola çıkacak olursak; yediğimiz en güzel yemeğin, yaşadığımız en güzel birlikteliğin, dinlediğimiz en güzel müziğin, keyif aldığımız en güzel filmin hep devam ettiğini düşündüğümüzde bu günün sonunda bizim için en iyi olmaktan çıkarak sıkıcı ve kendini tekrar eden bir şey hâline dönüşür. Bir şeyin bizim için kıymetli ve iyi olmasının altında yatan en önemli amaç; bir gün bitecek olmasıdır. Tıpkı hayat gibi… İbrahim Selim oyuna çok güzel bir enerji katmış, İlayda Alişan tıpkı filmlerindeki performansı gibi iyi ve düz bir performans gösterdi, çok daha iyi olabilirdi. Deniz Celiloğlu ve Beyti Engin bu oyunda en favori isimler oldu. Zaten Deniz beyi Nora Bir Bebek Evi’nden de izlemiştim, kendisine genel olarak hayranım. Beyti bey ise harikulade bir oyunculuk resitali yaşatıyor. Zeynep Kankonde’ye ayrı parantez açmak istiyorum çünkü oyunun diğer kahramanı da kesinlikle kendisi. Keşke finalde selamlama ve teşekkür kısmında kendisini görebilseydik, ne yazık ki geçirdiği bir kaza sonucu teşekkür kısmına katılamadı. Kendisine büyük geçmiş olsun diliyorum… Bütününe bakacak olursam; alt metninde güzel mesaj veren Güneşin Oğlu; seyirciye bu bağlamda netlik vermiyor. Bir bakımdan bu paradoksu belki sizin çözmenizi istiyor, bu da açıkçası bana finalde keyif vermedi. Toparlayacak olursam gidip görülmesi gereken bir iş olduğunu savunuyorum. Belki siz önden filmi izleyip giderseniz daha keyif alabilirsiniz, zira benimle aynı duyguları paylaşıyor olabilirsiniz…
İzlediğim tiyatro, müzikal, bale ve opera temsillerini kendimce yorumladığım güncel paylaşımlarıma Instagram’da @metinler.sahneler hesabımdan ulaşabilir, ilgileniyorsanız takibe alabilirsiniz!
-
-
Barış Atay ve Bülent Emrah Parlak’ın interaktif performansları olan “Sabotaj” temsilini 21.11.2025 tarihinde Büyükçekmece AKM Bedia Muvahhit Salonu’nda izledim. Öncelikle temsile gitmeden önce bunun bir tiyatro oyunu olmadığının, bir talk-show tarzında ve interaktif bir gösteri olduğunun bilincinde gittim. Ve gitmek isteyenlere de bunu hatırlatmak isterim… Normalde bu tarz gösteriler pek benlik değil, bunu dün bir kez daha anlamış oldum aslında. Normalde Barış Atay’ın tek kişilik gösterisi olarak başlayan proje, sonrasında Bülent Emrah Parlak’ın da devreye girmesiyle daha çok güldürme amacı üzerine inşa edilmiş bir proje olmuş, kendileri de zaten bunu başta belirtiyorlar. Başlarda günümüzün kanayan yarası haline gelmiş ve de kronikleşmiş olan politik gündemimize göndermeler yapmalarını çok sevdim. Çünkü geldiğimiz dönemde ne yazık ki düşüncelerimizi hür bir şekilde ifade edebildiğimiz mecralar olmadığı ve olduğu zaman da bunların yaptırımlarıyla karşılaşma riskinde olduğumuz için biraz nefes aldırdı bu göndermeler bana. Barış Atay’ın oyuncu kimliğinin yanında bildiğimiz siyasî deneyimi ve kimliğinin de desteğiyle ilerleyen karşılıklı söyleşi, sonrasında ne yazık ki Türk toplumunun vazgeçemediği alışkanlıkları, biraz Anadolu, biraz yaşlılar, dinî konular, gelenekselleşmiş kalıplar, ateistler, trans bireyler vs derken konu fazlasıyla dağıldı. Burada maalesef kendi tabirimce “Cem Yılmaz’cılık taklidi” yapıldı. Kendilerinin de belirttiği gibi; komedi bir temsil icra etmek çok zor bir meziyettir. Güldürmek ve bunu sürdürmek önemlidir ki o zaman yaptığınız işin hem kıymeti bilinsin, hem de siz karşılığını görebilin. İzahı olmayan şeylerin mizahı olur diyerek izahı edilemeyen içler acısı durumların mizahını yaparken pek eğlendim, daha doğrusu ağlanacak, acınacak hâlimize kahkaha attık tüm seyirciler olarak. Düşününce ne kötü bir durum ama diyorum ya; biraz özgürce nefes alabildik bir nebze de olsa. İlk 45 dakikasında gayet güzel eğlenirken ve düşünürken; sonrasında ne yazık ki ben bağımı kopardım. Çünkü birbiriyle bir komposizyon ilişkisi barındırmayan, dağınık ve çarpık konular üzerinden güldürülmeye çalışılması ve bazı izleyiciler tarafından da tuhaf bir şekilde gülünmesi bana absürt geldi. Sabotaj ismiyle yola çıkılan bir temsilde, bunun kelime anlamını bütünüyle dolduracak cinsten espriler, göndermeler ve bir söyleşi beklerdim. Devamında seyirciye mikrofon uzatılmasıyla interaktif şekilde de ilerleyen temsil; 1 buçuk saatlik sürenin ardından sona erdi. Bülent bey ve Barış beyin aralarındaki genel uyumu sevdim; birbirlerinin kelimeleri arkasından devam etmeleri fazlasıyla ezber hissiyatı veriyordu; birçok yerde bahsedilen konuyu destekleyecek arka barkovizyonda görseller yer alıyordu. Bu arada Avrupa turnesinden yeni dönmüşlerdi, ilk gösterimi Büyükçekmece’de yapmaya karar vermişler. Aslında böylesine turne yapacak ve ilgi görecek bir iş olduğunu düşünmezdim. Yine de sektörde tutunacak bir dal misali olarak gördükleri Sabotaj temsili; umarım her iki oyuncuya da umdukları konumu ve iş fırsatlarını karşılarına çıkarır. İçeriği sebebiyle biraz zor olduğunu düşünmekle beraber umudu yitirmemek gerektiğinin de altını çiziyorum. Keyifli bir akşam geçirmek isterseniz size umduğunuzu vaad edeceğini düşünüyorum. Teşekkürler…
İzlediğim tiyatro, müzikal, bale ve opera temsillerini kendimce yorumladığım güncel paylaşımlarıma Instagram’da @metinler.sahneler hesabımdan ulaşabilir, ilgileniyorsanız takibe alabilirsiniz!
-
Çağan Irmak imzalı “Palamut Zamanı” oyununun henüz ikinci temsilini 23.11.2025 tarihinde Zorlu PSM Turkcell Platinum Sahnesi’nde izledim. Prömiyer günü başka bir etkinliğimle çakıştığı için prömiyerine gidememiştim fakat hemen ikinci temsiline programımı ayarladım. Öncelikle belirtmek isterim ki; beklentimin çok çok üzerinde, muazzam bir işle karşılaştım. Sahneye ilk girdiğimde o dekor beni başta büyülemişti zaten. Çok sıcak ve çok samimi bir ev dekoru ile üst katında bulunan flû bir ikinci dekor karşıladı bizi. Üst katındaki dekorun ne işe yaradığını merak ediyordum doğrusu. Oyunun ilerleyen sürelerinde bu iki dekorun kullanımıyla, öylesine incelikle işlenmiş bir rejiyle karşılaşacağımı henüz bilmiyordum… Hayatlarında hiç karşılaşmamış ama karşılaşması gereken iki kadının öyküsünü izliyoruz. Karşılaşmaları sonucunda kaderlerinde nasıl dönüm noktaları yarattığını, birbirlerine kattıklarını ve birbirlerinin yazgılarını nasıl farklı kıldıklarını izliyoruz. Çağan Irmak muazzam bir metinle karşımızda. Reji koltuğunda da hünerlerini gösteriyor, sinema sektöründeki başarısından sıkça adından bahsettiren ve Türk sinema sektörüne katkıları büyük olan usta Çağan Irmak’ın ilk tiyatro deneyimiymiş. Bence kesinlikle devam etmeli… Henüz çok genç, kariyerinde emin adımlarla ilerleyen Burcu Beklan isimli genç bir oyuncunun erkek arkadaşı tarafından sosyal medyaya 18 görüntülerinin ifşa edilmesinden dolayı menajeri Oylum ve şöförü Muzaffer’in yardımlarıyla Muzaffer’in eskiden beri tanıdığı bir arkadaşının evine geçici süreliğine; gündemden ve sosyal medya teröründen saklanmak amacıyla sığınmasını konu alıyor oyun. O kadın ise; Muzaffer’in çok eskiden film sektöründen tanıdığı, birlikte çalıştıkları eski arkadaşı Nermin hanım. Burcu’nun Nermin’in evine sığınmasıyla başlayan serüven; birbirlerini tanıdıkça birbirlerine nasıl yol arkadaşı olacağının en mutlak habercisi oluyor adetâ. Sonrasında eski sektör lakabı “Leyla Yatıran” olan Nermin’in hayat öyküsünü izliyoruz. İzlerken yukarıdaki katta flû şekilde geçmişi nostaljik şekilde aktarıyorlar, çok ince düşünülmüş, özgün bir detay olmuş bu. Gerçekten hayran kaldım. Tıpkı bir sinema filmi izliyormuşuzcasına akan bir oyundu. Çağan Irmak; sinema sektöründeki başarısını tiyatroya aktarırken tüm hünerlerini o metrekareye sığdırmayı başarmış. Nermin; geçmişiyle barışık fakat içinde uhte kalmış bir kadın. Sokak hayvanlarını besleyen, sürekli evin içinde eşinin hayaletiyle sohbet eden, bir o kadar yalnızlığından bunalmış ama buna alışmış, hayat dolu bir kadın. Ayda hanım çok güzel hayat vermiş Nermin karakterine. Fakat; Alina Boz da Burcu karakterinin çok iyi üstesinden gelmiş, dersine çok iyi çalışmış bir genç oyuncu var karşımızda. İkisinin uyum ve frekansı hissediliyor. Birbirlerinde hayata dönüş biletini bulan her iki kadının ilham veren öyküsüyle birçok mesaj veren bir oyun izledik. Günümüz dijital çağında sosyal medyanın hayatımıza nasıl işlediğini ve en ufak olası durumda, aslında bu sosyal medya teröründe her birimizin topun ağzında olduğumuzu tekrardan hatırlattı bizlere. Palamut Zamanı; yüzleşirken cesaret bulmayı öğreten, asla pes etmemeyi savunan, yeni karşılaşmaların kaderimize nasıl yön vermeye başladığını hatırlatan bir oyundu. Tüm seyirciler ayakta alkışladık. Eminim yolu çok uzun olacaktır. Tüm emeği geçen herkesi yürekten kutluyorum…
İzlediğim tiyatro, müzikal, bale ve opera temsillerini kendimce yorumladığım güncel paylaşımlarıma Instagram’da @metinler.sahneler hesabımdan ulaşabilir, ilgileniyorsanız takibe alabilirsiniz!
-
Güneşin Oğlu / Zorlu PSM