-
Yılmaz Erdoğan’ın usta kaleminden çıkan, BKM’nin yapımını üstlendiği, çok uzun zamandır listemin en başlarında olan ‘Aydınlıkevler’ oyununu 11.06.2025 tarihinde Zorlu PSM Turkcell Sahnesi’nde izledim. Yazımın sonunda söyleyeceğim cümleyi baştan söylemek isterim, muhteşem ötesi bir oyun izledik. Oyuna gitmeden önce elbette büyük bir beklenti ile gittim. Turkcell Sahnesi’nde oynayacağı için de aşırı merak içindeydim çünkü büyük bir prodüksiyon ile karşılaşacağımızın sinyallerini ordan almıştım. Nitekim; bu devasa sahnedeki teknik düzenlerin ve teknolojinin hakkının verildiği kanaatindeyim. Reji koltuğunda da sevgili Serdar Biliş olunca zaten az çok kendisinin mesleğindeki yaratıcılığına ve tavrına hakim olduğumdan dolayı bu işi de önceki izlediğim işleri kadar çok sevdim. Sahneye girdiğimizde açık perde lâkin sadece üzerinde AYDINLIKEVLER yazılı kapalı bir dekor oluşuyla dikkatleri üzerine çekti. Tıpkı Saatleri Ayarlama Enstitüsü’ndeki gibi döner platform üzerinde devamlı akan dekorlara barkovizyondaki illüstratif görseller eşlik ediyordu. İki oyunda da reji tasarımı tavır olarak çok yakın ama bir o kadar da farklıydı. Bir gün öncesi 1970’leri anlatan Zengin Mutfağı oyununu izlemiştim, burada da ortak bir yön olarak 1975 senesinde, Ankara’nın Aydınlıkevler semtindeyiz. Yoksulluk ve kıtlık dönemini derinden hissettiğimiz ama bazı şeylerin de bugüne nazaran daha özel, daha güzel ve içten olduğu o samimi yıllara adeta yolculuk yapıyoruz. Komşuluk kavramının anlam bulduğu, mahalle kültürünün tam anlamıyla yaşandığı Aydınlıkevler mahallesinde babaanne ve torun olan Zühre hanım ve Ayhan’ın evinin salonundayız. 1975 senesi Eurovision gecesinde ülkemizi temsilen çıkan Semiha Yankı’nın TV’deki performansıyla başlayan oyun, devamında karınlarını doyurmak ve ısınabilmek umuduyla babaanne ve torunun çaresizce yiyecek yemek ve ısınacak odun arayışına evriliyor. Sonrasında aynı mahallede oturan ressam Süreyya’nın salonuna konuk oluyoruz. Uzun zamandır aşık olduğu Sülün’e olan hayranlığından dolayı evde kendisinin hayaletiyle yaşayan ve tek dileği bu aşka karşılık bulmak olan bir Süreyya. Oyun devamında mahalleye Amerika’lıların çökmesi beraberinde bir duvar inşa ederek kendilerine büyük bir yapı yaratmalarını izliyoruz. Bu süreçte mahalle sakinlerine bir türlü huzur yaşatmayan, kendi zevkleri uğruna orada yaşayan yoksul kesimin evlerine ve özellikle de camlarına sürekli zarar veren Amerika’lılara karşı açılan isyan bayraklarını izliyoruz. O dönemi o kadar güzel hissettiriyorlar ki, bir an gerçekten o döneme ışınlandım, o ailenin evine konuk oldum, o sıcaklığı derinden yaşadım. Dekor geçişlerinde sahnede kanun sanatçısının canlı performansı eşliğinde izlediğimiz oyunda başından sonuna güldürmediği tek bir yer yoktu diyebilirim. Gerçek bir komedi oyunu izlediğimi düşündüm, salondan kahkahalar yükseliyordu. Trajik bir dram öyküsünü komediye çevirerek seyirciyi güldürmek zor bir meziyettir. Hani derler ya, ağlanacak halimize gülüyoruz diye. Bu oyunda bunun cümle karşılığı vardı adeta. Hükümet Kadın filmindeki tiplemenin sanki devamı niteliğinde izlediğimiz, bu defa hastalık hastası ve ilaç sevdalısı olarak karşımıza yeni bir karakterle çıkan Demet Akbağ’ın oyunculuğuna hayran kaldım. Kendisini ilk kez izliyordum sahnede, ders niteliğinde örnek gösterilecek bir oyunculuk sergiledi. Ben genç oyunculardan Burak Dakak’a da ayrı bir parantez açmak isterim, zira böylesine usta bir oyuncuyla karşılıklı oynamak büyük bir yetenek ister. Kendisi çok güzel üstesinden gelmiş. Salih Bademci’ye zaten söylenecek söz yok. Kendisini daha önce Fanatik oyununda da izlemiştim, orada da çok beğenmiştim. Ben kadın oyuncu olarak artık Hazal Subaşı’nın olduğu temsilini izledim, eskiden Sinem Ünsal oynuyormuş. Hazal Subaşı’nın da bu role gayet uygun olduğunu düşünüyorum. İyi bir reji yönetimi, güzel dekorlar, canlı müzik performansı, güçlü oyunculuklar ve muhteşem bir metin birleşince geriye sadece övmek kalıyor her bir detayı. Ben de bu yazımda her bir sevdiğim detayı açarak övmek istedim doğrusu. Ve izlerken şunu anladım; haksızlığın karşısında dimdik duran, sesini çıkaran ve bir şekilde kendi yöntemiyle bu duruma baş kaldıran herkes her dönemde anarşist ve komünist ilan edilmiş, çeşitli zorbalıklara maruz kalmış. Bu oyunda da bunu izledik. Amerika’lılara karşı haksızlık karşısında direnen, kendi var olan gücüyle sesini duyurmaya çalışan Aydınlıkevler sakinlerinin hikâyesine tanık olmak çok güzel bir duyguydu. Henüz gitmemiş olan kim varsa bu oyuna acilen gitmelerini öneriyorum. Harika bir akşam geçireceğinizden şüpheniz olmasın…
İzlediğim tiyatro, müzikal, bale ve opera temsillerini kendimce yorumladığım güncel paylaşımlarıma Instagram’da @metinler.sahneler hesabımdan ulaşabilir, ilgileniyorsanız takibe alabilirsiniz!
-
Morris Panych’nin “The Dishwashers” eserinden uyarlanarak Myart yapımıyla sahnelenen Bulaşıkçılar oyununu 15.06.2025 tarihinde AKM Türk Telekom Opera Sahnesi’nde izledim. Öncelikle oyunun AKM’nin Tiyatro Salonu’nda oynayacağını zannediyordum, o gün gittiğimde opera sahnesinde oynayacağını şaşkınlıkla öğrendim çünkü henüz yeni bir oyunun 2040 kişilik oturma kapasiteli devasa sahnede oynaması büyük bir cesaret. Açık perde olarak bizi karşılayan dekora bayıldığımı itiraf etmeliyim. Son derece yaratıcı, devasa büyüklükteki bir mutfak dekoru ile karşı karşıyaydık. Reji koltuğunda Işık Kasapoğlu oturunca zaten bundan aşağısı beklenemezdi doğrusu. Oyunun ilerleyen kısımlarında da Işıl beyin numaralarını ve sürprizlerini merakla bekleyeceğimden şüphem yoktu. Gelelim oyuna… Bir restoranın mutfağındayız, en eski personellerinden olan Dora’yı yavaş yavaş tanıyoruz. O gün diğer günlere nazaran oldukça gergin bir gün çünkü restorana yeni alınan personel Maria’nın gelişiyle tüm düzenin alt üst olacağı inancı sarıyor Dora’yı. Konforu ve halihazırdaki yerleşik düzeni koruma içgüdüsüyle Maria’ya psikolojik mobing uygulayan Dora’nın ilerleyen süreçlerde aslında daha farklı nedenlerden dolayı Maria’ya bir türlü alışamadığını anlıyoruz. Kendisinden daha da eski bir personel olan ve nerdeyse hayatının tamamını bu mutfakta heba etmiş yaşlı ve hasta Molly’nin trajik ve bir o kadar tanıdık hikayesini izliyoruz. Zamanla üçünün arasında görünmez bir iple bağlanan ama en ufak çatırdamada da kopmaya hazır incelikli bir bağ kurulan kader ortaklığı, aynı zamanda her birinin bu restoranın birer yapı taşı oluşunu ve en ufak sallantıda tüm düzenin alt üst olabileceğini gösteriyor bize. Noel arefesinde kutlanmayan birliktelikler, tutulmayan dilekler, yenmeyen yemekler eşliğinde kendilerine bir alan yaratan üçlünün zamanla işçi hakları dayanışmasından doğan fikir ayrılıkları ve ortak paydada buluşma krizini toplumsal bir mesaj gönderme niteliği taşıyan ince ve değerli nüanslar eşliğinde izliyor ve alkışlarımızla destek veriyoruz. Her zaman derim; bir oyunda toplumsal mesaj veren, güncel ve çözülemeyen kronik problemleri ele alan metinler her zaman ilgimi daha fazla çekmiştir ve de beğenimi kazanmıştır. Mesela yakın zamanda benzer bir oyun olan Zengin Mutfağı’nı izlerken aynı duyguyu hissedememiştim. Burada bu mesajları daha sert, daha net ve daha vurucu şekilde aldık. Özge Özpirinçci’nin ilk tiyatro deneyimiymiş, sahnede kendisini hayranlıkla seyrettim. Oyuna bu kadar hakim oluşu, Dora’yı bu kadar içselleştirerek, benimseyerek kabul edişi ve seyirciye aktarışı muazzam bir beceri. Bu bağlamda kendisinin oyunculuğunu sevgili Merve Dizdar’a benzettim. İkisi de sahnede kendi kılıklarından sıyrılıp gerçekten hayat verdikleri o karakterlerle bir bütün hâline gelebiliyorlar. Çok kıymetli usta Şebnem Sönmez’den bahsetmeden geçer miyim hiç? Bu oyunun başrolü kesinlikle kendisiydi. Muhteşem bir oyunculuk resitali sergiledi. Git-gel aklı olan, hasta ve yaşlı bir emektar bulaşıkçıyı çok güzel canlandırdı. Bu övgüyü maalesef diğer oyuncu Ahsen Eroğlu için yapamayacağım. Kötü bir performans sergilemiyor, hatta gayet de yeterli fakat yanında muazzam performans sergileyen iki usta oyuncuyla aynı sahnede olunca ister istemez kendisi göze batıyor. Hatta finalde karşımıza çıkan Ekin Eryılmaz’ın daha iyi bir performans sergilediğini içtenlikle itiraf edebilirim. Duvarın görünmeyen kısmını sert bir şekilde bize gösteren, absürt mizahla gerçekliği tüm çıplaklığıyla aktaran Bulaşıkçılar oyunu metin bakımından oldukça güncel ve iyi. Biraz bana süre bakımından fazla uzun geldi, artık sonlara doğru oyunla olan bağım kopmaya hazır bir hâle geldi. Bu da ister istemez keyif kaçırabiliyor. Bu oyunda artık bir restoranda yemek yerken o masada dizili olan tabakların, bardakların, çatal-bıçak-kaşıkların vs. arkasındaki hikâyeyi hep merak edecek ve olduğundan daha fazla saygı göstereceğim. Bizim önümüze gelene kadar geçen bu süreçte arka planda neler yaşandığı hep içimde bir merak konusu olacak. Işıl Kasapoğlu rejisi ilk kez karşımıza daha yalın, sade ve temiz bir şekilde geldi. Kendisinin daha görkemli numaralarına tanıklık etmiştim, bu iş diğerlerine göre daha tutarlı ve net bir tavra sahipti. İyi bir akşam geçirmek isteyen tiyatroseverlere bu oyunu elbette öneririm. Tüm emeği geçen herkesi kutluyorum… Puanım: 8,5.
İzlediğim tiyatro, müzikal, bale ve opera temsillerini kendimce yorumladığım güncel paylaşımlarıma Instagram’da @metinler.sahneler hesabımdan ulaşabilir, ilgileniyorsanız takibe alabilirsiniz!
-
Enis Arıkan’ın hayallerinin peşinden giderek kariyer yolculuğunun anlatıldığı otobiyografik müzikal “Hayalperest”i 13.05.2025 tarihinde Zorlu PSM Turkcell Sahnesi’nde izledim. Öncelikle gitmeden önce bir takım önyargılarım vardı çünkü henüz 42 yaşında olan bir oyuncunun hayatının otobiyografik bir müzikale dönüştürülerek bu kadar yüksek bir bütçe ve sponsorlukla koca bir sahnede sahnelenmesi tuhafıma gitmedi değil. Nitekim izlerken de bu
düşünceden sıyrılamadığımı ifade etmeliyim. Elbette bir insanın hayallerinin peşinden giderek bunları gerçeğe dönüştürmesi, bu süreçte yaşadığı sıkıntıların, karşılaştığı birtakım engellerin, sektörel mobinglerin vs. üstesinden gelerek belli noktalara ulaşması övgü toplayacak bir durumdur fakat toplumsal hayatın çeşitli alanlarında öne çıkarak ve de yoğun ilgiyi üzerinde toplayarak topluma henüz mal olmamış çok genç ve kendince başarılı bir yeteneğin bu kadar erken otobiyografik bir müzikali gerçekleştirmesi biraz da proje satmak gibi geldi. Bu benim hür düşüncem elbette, belki de fazla derin bakıyorum, günün sonunda toplum için yaratılmış güzel ve pahalı bir proje neticesinde. Hayalperest yazılı dev bir perdeyle oyunun başlamasını bekledik ve bu oldukça heyecan verici bir detaydı doğrusu. Her zaman söylerim, oyunu kapalı perde beklemek beni hep diğerlerinden daha fazla heyecanlandırmıştır. Derken bir müzik ve dans şöleni ile müzikale giriş yapıyoruz. Okulda sınıf arkadaşlarının kendisiyle sürekli hayal kurduğu ve düşüncelere daldığı için alay etmesiyle başlayan hayalperest serüveninde Enis Arıkan’ın aile yaşamına ve aile fertlerine bir göz kırpıyoruz. Devamlı rüyalarında gördüğü mor bir Zümrüdüanka kuşunun peşinden giden karakterimizin ilk yurtdışı deneyimi Medine’ye geçiş yapıyoruz. Bu kısmı mesela gereksiz bir detay olarak gördüm. Çünkü mutlak bir kariyer yolculuğunda pek katkısı olmadığını savunuyorum karakterimizin 3 hafta Medine’de kalması detayını. Sadece kendisine dinsel bir açıdan daha muhafazakar bir yön katmış, hepsi bu. Sonra zaten bu olgulardan zamanla sıyrıldığını da izliyoruz. Kendini hep bir Broadway sahnelerinde görmeyi arzulayan, gözü hep en tepelerdeki konumlarda olan hayalperest karakterimizin bu süreçte konservatuar hazırlıkları, oyuncu seçmelerine katılması, set hayatında yaşadığı sıkıntılar ve mobingleri azar azar izliyoruz. Bu sürece kadar salondan çok kişinin ayrıldığını gördüm, elzem bir durum olmadığı müddetçe bunun yaşanması gayet üzücü bir durum. Sahnede yüzlerce dansçının olması, dev dekorların yuvarlak ray ekseninde tıpkı Saatleri Ayarlama Enstitüsü veya 1923 Müzikali’ndeki gibi akması çok hoş bir detaydı. Burada harcanan yüksek bütçeyi iliklerinize kadar hissediyorsunuz, onca dansçı, iyi bir koreografi tasarımı, müziklerin sevgili Sezen Aksu tarafından yazılması, güçlü sahne/dekor tasarımları ve sayamadığım onca iyi detay karşısında hikayenin yavan kalması ve belli bir yere gidememesi, finale ulaşamaması oyun bitiminde “e şimdi n’oldu, buraya kadar mıydı?” dedirtti bana. Maalesef tam tat alamadan, eksik ve tam anlamıyla tatmin olamadan ayrıldığımı belirtmeliyim. Metnin de ne yazık ki çok zayıf olduğu kanaatindeyim çünkü bunca iyi bütçe ve Zorlu PSM’nin ana sponsorluğu karşısında tadından yenmeyecek kadar lezzetli, her bakımdan insanı hayran bırakacak bir show izlemek isterdim. Bilet fiyatlarını bu bakımdan maalesef gereksiz pahalı bulduğumu da eklemek isterim. Oyunda tek sevdiğim detay insanlara bir mesaj vermesinden dolayı şu oldu; ağzımızdan çıkan her kelimenin bir gün esiri olabiliriz. Bu sebeple ne sarf ettiğimizi doğru tartarak evrene göndermek önemli. Burada karakterimizin “baştan seçtim kefenimin rengini mor” cümlesine tutuklu kalmasının devamında bu kelimenin onun hayatına nasıl bir enkaz bıraktığını da izlemiş olduk. Babasının hayaleti ile olan diyalogları da sevdim ben ama işte dediğim gibi belli bir yere kadar götürüyor bu keyif sizi. Bir yerden sonra tıkandığını hissettim ve bu süreçte de yine salondan birçok kişi ayrıldı. Alice Müzikali’ndeki gibi tavandan asılı iple dans ettiği yerler, kostüm tasarımları, dans koreografisi vs her şey muntazam tasarlanmış. İyi bir reji karşısında yetersiz bir metnin kurbanı olarak nitelendirdim oyunu. Bir de böylesine başarı hikayesini seyrettiğimiz bir oyunda bu kadar küfüre yer verilmesini fazlasıyla güldürme kaygısı olarak gördüğümü belirtmeliyim. Belli bir yerden sonra bu kadar küfür güldürmeyi durdurdu birçok seyircide. Bu arada Melisa Doğu, Murat Karasu ve Bekir Çiçekdemir’in oyuna kattığı enerjiye hayran kaldım. Çok iyi bir cast olmuş… Umarım çocukluğundan beri hayal ettiği mevkiye gelmiştir Enis bey, zira bugün izlediğimiz hikayede daha hangi hayalleri olduğuna da biraz göz kırpmasını isterdim. Sürprizli bir son pek yakışabilirdi. Yine de böyle genç bir oyuncuya böyle bir fırsat tanıyarak onun hayallerini sahneye taşıyan başta Zorlu PSM’yi tebrik ederim. Umarım burada izlediğimiz başarı öyküsü ve bir çocuğun hayalleri birçok insana ilham verir ve örnek olur. Bu bakımdan izlenmesini önerebilirim. Güzel bir akşam geçirerek keyifli ve güçlü bir show izlemek isteyenleri tatmin edeceğini düşünüyorum. Tüm emeği geçen herkesi kutluyorum…
İzlediğim tiyatro, müzikal, bale ve opera temsillerini kendimce yorumladığım güncel paylaşımlarıma Instagram’da @metinler.sahneler hesabımdan ulaşabilir, ilgileniyorsanız takibe alabilirsiniz!
-
Ustaya, yani Seyfi Dursunoğlu’na övgü niteliğinde Armağan Çağlayan’ın hayat verdiği “Seyfi Bey” oyununu 22.05.2025 tarihinde Leyla Gencer Opera ve Sanat Merkezi’nde izledim. Öncelikle oyunu prömiyerinden bu yana ilgi ile takip ediyor ve gerçekten bir türlü fırsat yaratamıyordum. Kısa sürede sold-out oluşuyla, yoğun ilgiyle karşılanan Seyfi Bey oyununa öncelikle verilen puanların ve yapılan değerlendirmelerin kesinlikle haksızlık olduğunu düşünüyorum. Sahnede bizi karşılayan dekor bana Uğur Kanbay’ın Eylül oyununun dekorunu anımsattı, çok benzerdi. Bir paravan, makyaj masası ve koltuktan oluşan dekor; metni düşününce neden yalın bir dekor olduğunu onaylattırıyordu. Seyfi Bey’in Huysuz Virjin olma yolunda karşılaştığı engelleri, önüne çıkan fırsatlar çerçevesinde yaşadığı zorlukları dinliyoruz ve aile yaşantısına da ufak bir giriş yapıyoruz. Aslında Günay Restoran’ın kulisinde başlıyor oyun, hikaye aktarıcısı olarak Armağan Çağlayan’ın öncelikle Seyfi beyi ne denli içselleştirdiğini ve rolüne çalıştığını görmemek imkansız. Ben kendi adıma konuşacak olursam sahnede yer yer sevgili Seyfi Dursunoğlu’nu gördüğümü belirtmeliyim. Seneler önce, daha seküler ve yaşanılabilir bir Türkiye’de, belli kimliklerin var olarak ortaya çıktığı bu yeni süreçte kendine yer edinmeye çalışan Seyfi beyin hayat hikayesini Armağan beyin ağzından dinliyoruz. Yer yer seyircilerle kurduğu interaktif diyaloglar Seyfi beyi sahnede görmemize ve hissetmemize alan yarattı. Aslında SGK memuru olan ve Kulüp 16’da başlayan hikaye; Günay bey ile olan iş ve dostluk ilişkisi, Huysuz Virjin’in yaratım sürecinde Seyfi Dursunoğlu’na bu yeni karakterin kendisine kattığı yönler ve derin ilişki, en kıymetlisi Tunç bey ile olan değerli birlikteliği ve kadim dostluğu, o dönemin siyasî ve kültürel çatışmalarını derleyerek hepsini iyi ve de akıcı bir metin komposizyonunda sahneye döküyor.
Oyun 100 dk kadar sürüyor ve başından sonuna kadar tek bir an olsun gözlerimi ayıramadım sevgili Armağan Çağlayan’dan. Tam tamına 35 yıldır bu ülkede kadın kılığında sahnelerde var olan ve Türk halkının gönlünü en derinden kazanan Huysuz Virjin’in arka planda yaşadığı zorbalıkları dinleyince ne kadar güçlü bir karakter olduğunu ve hayallerinin peşinden bir an olsun koşmayı bırakmadığını görüyoruz. Birçok kesime ilham verici nitelikle işlenen, biraz da didaktik ve akıcı bir anlatım üslubunda sahnelenen temsilde sadece daha güçlü reji numaraları görmek isterdim doğrusu. Bir de oyunu seyirciye aktarırken Armağan Çağlayan kılığında değil de, tıpkı oyunun sonundaki gibi Huysuz Virjin kılığında izlemek isterdim tüm oyunu. Eminim daha vurucu ve etkili bir izlenim bırakırdı, buna rağmen ben oyundan oldukça tatmin olmuş ve yeterli duyguya doymuş, yeri gelince kahkaha atmış, çoğu zaman da gözleri dolmuş bir şekilde ayrıldım. Yer yer metinde Zeki Müren’e yer verilmesini de çok sevimli buldum. Bazı teknik durumlardan dolayı 1 puan kırıyorum ama genelinde oldukça iyi bir oyun izlediğimizi tekrar belirtmek istiyorum. Bu sebeple yapılan değerlendirmelerin ve düşük puanların yersiz olduğu kanaatindeyim. 7’den 70’e Seyfi beyi seven, özleyen ve hayat hikayesini, varoluş mücadelesini merak eden herkese şiddetle tavsiye ederim bu oyunu. Armağan Çağlayan’dan bu kadar iyi bir performans beklemiyordum, oldukça şaşırttı beni. Tüm Seyfi Bey ekibine kucak dolusu sevgiler ve kocaman alkışlar!!!
İzlediğim tiyatro, müzikal, bale ve opera temsillerini kendimce yorumladığım güncel paylaşımlarıma Instagram’da @metinler.sahneler hesabımdan ulaşabilir, ilgileniyorsanız takibe alabilirsiniz!
-
7nci sezonun ardından son temsillerini gerçekleştiren DasDas’ın oyunu Zengin Mutfağı’nı 10.06.2025 tarihinde Harbiye Cemil Topuzlu Açıkhava Tiyatrosu’nda izledim. Büyük usta Şener Şen’i ilk ve belki de son kez sahnede izleyeceğim için çok heyecanlıydım. O yüzden çok oyunun içeriğine takılmadan büyük bir heyecanla gittim oyuna. Vasıf Öngören’in yazdığı Zengin Mutfağı oyunu, beklentimin maalesef altında bir işti. Dekorla başlayacak olursam; çok iyi tasarlanmış, büyük bir mutfak dekoru vardı sahnede. Tam sahnenin ortasında ise büyük bir bavul. Ve Şener Şen’in sahneye gelmesiyle büyük bir alkış eşliğinde oyun başladı. Yıllardır hizmet ettiği köşkten ayrılan Lütfü ustanın neden bu kararı verdiğini anlatmasıyla bavulun içindeki saklı gerçekler gün yüzüne çıkıyor. Başlangıç bence çok yerinde ve iyi. Patronlarının köpekleri yüzünden olayların nasıl geliştiğini ve köşkten ayrılmaya kadar uzandığını kıymetli Şener Şen’in anlatımıyla izliyoruz. 1970 dönemindeyiz. Haziran olaylarından dolayı işçilerin başkaldırışları ve eylemlerinden dolayı işverenlerin ve mevki sahibi insanların apar topar şehri terk etmesini konu alıyor. Ve tüm bunları köşkün zengin mutfağında izlerken, evin yardımcıları tarafından olay örgülerine yakından tanıklık ediyoruz. Lütfü ustanın ve diğer tüm yardımcıların köşkün patronu Kerim beyi memnun etme çabaları, sıkı yönetim kararının o döneme olan etkilerini, faşist düzenin zorbalığıyla isyan bayraklarının açıldığı Zengin Mutfağı, evrensel ve mütemadiyen kabul görmüş mutlak bir direnişi aktarıyor. Bu direniş her dönemde desteklenir zaten, bu sebeple bu oyundaki toplumsal mesajın güncel olmadığı kanaatindeyim. Çünkü her dönem bu kronik sorunlar mutlak bir şekilde ele alınarak farklı boyutlarda işlenir. Lütfü ustanın köşkün köpeklerini zehirlemesi sonucuyla köpekleri kimin öldürdüğünü aradıkları bu sancılı süreçte bu kısımdan epey rahatsızlık duyduğumu belirtmeliyim. Sebebini şöyle açıklayabilirim; bir temsilde, bir filmde, herhangi bir yapıtta bir kadın cinayeti, bir hayvan katliamı, bir çocuğun ölümü gibi kült değerlere aykırı bir konu işleniyorsa, günün sonunda bir mesaj vermek uğruna ele alınmalıdır. Burada köpeklerin zehirlenmesi ve bu konunun bir nihai mesaja erişememesi halihazırda zaten hayvan katliamlarının boyut kazandığı bu dönemde bana yersiz ve üzücü geldi. Sonrasında maalesef duygusal bakımdan da oyuna adapte olamadım. Metin maalesef çok sığ, oyunculuklar güzel fakat sanki Şener Şen tek başına sırtlanıyor oyunu. Diğer eşlik eden oyuncular performans bakımından maalesef çok altta kaldı benim için. Belki de çok usta bir oyuncunun yanında yer almaktı dezavantajları, bilemiyorum. “Aşçıysak eşşek değiliz ya!” repliğinden başlayıp, “Biz kimlere hizmet ediyoruz? İnsan kimlere hizmet ettiğini düşünmeli” sözüyle tamamlanan oyunda en beğendiğim kısım finaldeki bu sancılı kronik politik döneme atıfta bulunmaları oldu. Güncel bir sorun olmamasıyla beraber ülkenin kanayan bir yarası olması zaten durumu kronik hâle getiriyor. Reji kısmında eksiklikler vardı, oyunda müzik olsa belki daha eğlenceli ve komedi üslubuna uygun bir temsil izleyebilirdik fakat ben türünden de açıkçası pek emin değilim. Komedi bir oyunda sadece 2-3 yerde gülebildi tüm seyirciler. Bence dramın da içinde olduğu ama iyi işlenemediği kanaatindeyim. Karakomedi desek daha doğru olurdu tür bakımından. Yine de usta oyuncuyu sahnede görmek eşsiz bir duyguydu. Bu sebeple bu temsili izlediğim için şanslı hissediyorum kendimi. Tiyatro aslında tam olarak da budur dedirtti bana bu temsil. Çünkü seyirci bakımından kolay anlaşılabilir, kolay adapte olunabilen ve toplumsal bir mesaj güden oyunlar bence geleneksel tiyatro kavramına net uyuyor benim nezdimde. Bu oyun da buna iyi bir örnek niteliğindeydi. Bu sebeple seyircisini ikiye bölecek bir tavra ve yapıya da sahipti bence. Puanım 6,5. Emeği geçen herkesi kutluyorum…
İzlediğim tiyatro, müzikal, bale ve opera temsillerini kendimce yorumladığım güncel paylaşımlarıma Instagram’da @metinler.sahneler hesabımdan ulaşabilir, ilgileniyorsanız takibe alabilirsiniz!
Aydınlıkevler / BKM