Belirsiz bir tarihte İstanbul'da bir akşam. Puslu, sisli, lanet bir hava çökmüş, gözü gözü görmüyor. Öyle ki aylardan hangisi, bilinmez. Sisin ardında bir ışık, Mösyo Lambo'nun meyhanesi. Yolunu kaybetmiş, nereye gideceğini bilemeyen, gidecek pek de bir yeri olmayanların evi. Masa örtüleri serili, tabaklar yerleşmiş, kadehler dolmayı bekler. Raftaki şişeler de boşalmayı. Duvarda bir saat, meyhanede, saat. Aile yadigârı sonuçta. Saat 10. Demek ki konukların gelmesi yakın. Halim Şefik bu akşamı kendine ayırmış. Her konuğuna da güzel bir davetiye, imzalı, farmlı renklerde. Bir fotoğraf hepsinde, Galata Kulesi, Kız Kulesi, Semaver. Bir de dörtlük iliştirmiş. Altına da bir not, “Lütfen İçmeden Geliniz!” İşte zil. Nurullah Ataç, hepsinin koruyucu babası. Orhan Veli, hep hülyalı romantik. Melih Cevdet, vefalı dost. Sait Faik, hikaye toptancısı. Bir de beklenmedik misafir. Suat Derviş, İstanbul'u yazar gözleri kapalı. Mösyo Lambo maharetli elleriyle donatır sofrayı. Birbirinden özenli yemekler, mezeler. Bardaklardan boşanır muhabbetler. Kapanır açık bırakılan hesaplar. Tamir edilir kırılan gönüller. Dile gelir özlemler, hayaller, hüzünler. Yad edilir henüz yolu düşmeyen misafirler. İstanbul için yakılır tüm şiirler.
İstanbul'da bir meyhane, meyhanede 6 kişi, İstanbul'a adanmış bir şarkı dillerinde. Duvarda bir saat, saat 10, hala 10. Keşke hiç bitmese bu gece. Belki de hiç bitmeyecek bu gece. İşte bu, güzel son.
Fernweh / Glasszone Art