Yoksulluğun yükü üstlerine binmese, annesi babasından ayrılmasa, annesinin sığınacağı bir çatısı bulunsa, yaşlı kadının evine bakıcılığa gitmese, yaşlı kadın o kağıdı vermese. Annesiyle birbirlerine yuva olur, hiç ayrı düşmezlerdi. Olmadı, düştüler. Bir başına kaldı. Okul denilen bu çukurun içinde. Merhametsiz müdüre hanımın, ilgisiz öğretmenlerin, dalga geçen arkadaşların arasında. Her gece dilinde dualar, yakardı. Da duyan olmadı. İki dileği vardı oysaki. Bir annesi geri dönsün, bir de yapışkan gölün ortasında uyanmasın. Kaybolup gittiler öylece. Tanrı bile terk etmişti. Karar verdi, hayatının iradesini eline alacaktı. İnce ince düşündü, düşündü. Birini öldürecekti, bu gece. Kim olduğu fark etmezdi. Kulağını çekeni, ayağına çelme takanı, kıçını açıkta bırakanı, yüzüne tüftüf atanı, ona sidikli, aptal, ezik diyeni. Önüne ilk çıkanı. Öldürdü de. Önüne ilk çıkanı öldürdü. Kendini. Sonra bütün sesleri bastıran ambulans sesi, yaşayacaksın diyen hemşire, kolundan akan serum. Hepsi başka bir gerçekliğe açıldı. Yaşlı bıyıklı teyzeye. Sürekli ilgilenen, yanağını sıkan, saçını okşayan. Ve her birini oğluna verdiği sözden yapan. Sahtekar. Dayanamadı, dağıldı. Kendini kaybetti. Okulu boşladı, arkadaşlarıyla dalaştı, öğretmenlerle takıştı. Evden çıkmadı. Bir kader arkadaşı bulmuştu. Sonunda yalnız değildi. Onun da kuyusunu kazdı tırnaklarıyla. Şeytanlığına dayanamayan babaannesinin de. Şeytan, katil, hırsız, iftiracı, sidikli. Koştu, kaçmak, kurtulmak, aşmak için. Artık bir yük olmamak için. Koştu, tüy gibi uçmak için. Kulplu beygirden atlarsa her şey silinir sandı. Annesi geri döner, babasıyla birleşir, kader arkadaşı affeder, babaannesinin gönlünü alır. Sandı. Olmadı. Yine kapaklandı. Sessizliğe. Annesizliğe. Kimsesizliğe. Yetimliğin çamuruna.
Benim Güzel Yatağım / YOLO Production