Deneyiminizi arttırmak için sitemizde çerezleri kullanıyoruz. Devam ederek Gizlilik ve Çerez Politikamızı kabul etmektesiniz. Detaylı bilgi için tıklayınız.TAMAM
Yıl olmuş 2025 ve seyirciye Devlet Tiyatroları’nda modern yapımlar ve deneysel işlerin sunulması gereken yerde felsefeyi, tasavvufu bir araya getirmeye çalışıp çorba eden yapımlara tahammül ediyoruz. İstanbul Devlet Tiyatrosu, sezonun başlarında Ankara Devlet Tiyatrosu ortaklığında sahneye koyduğu Medea Material ile her ne kadar göz alıcı bir iş ortaya koysa da Bursa Devlet Tiyatrosu ile ortak yapımını üstlendiği Meddah ve Cellat oyunuyla o derece hayal kırıklığına uğrattı. Oyunun en dikkat çeken unsurları meddah ve cellat rolündeki oyuncuların performansları ile dansçıların hikayeye entegresi olurken yapılan koreografiler ve müzikler de beğendiğim noktalar arasındaydı.
Ölümsüz aşkı bulma mücadelesinde tüm umudunu yitirmek üzere olan Kont Dracula’nın hikayesini “dehşet komedisi” tadında sahneye taşıyan oyunu her şeyden önce Devlet Tiyatroları Genel Müdürü Tamer Karadağlı’nın yıllar sonra sahnede yer alarak egosunu tatmin ettiği bir yapım olarak nitelendirmek gerekecek. Geçtiğimiz sezon Ankara DT oyunu olarak Okan Bayülgen’in yazıp yönettiği bir versiyonla sahnelenecek olan fakat ne hikmetse prömiyer yapmadan önce iptal edilen projenin ardından Bayülgen, oyunu BKM & Kabare Dada ortak yapımı olarak sahneliyor. Tahmin ediyorum ki bunun altında kalmak istemeyen Karadağlı da başrolünde yer aldığı Dracula ile bunun cevabını sahneye yıllar sonra çıkarak veriyor.
Oyun aktardığı hikayesini mizahi yönün üstüne yüklenerek sunuyor fakat repliklerde güncele de selam çakan ifadelerin varlığı gerekli miydi tartışılır. Bu faktörün karanlık ve ürpertici bir tona sahip Dracula’nın hikayesini fazla sulandırdığını söylemek mümkün. Bunun yanında bazı esprilerin fazla bayat olması da oyuna hiç yakışmıyor. Fakat oyunun komedi türünde ele alınıyor olması da bu noktaya dair aşırı eleştirel yaklaşmanın da önüne geçtiğini söyleyebilirim.
Oyunun iki buçuk saatlik süresi boyunca seyirciyi sıkan bölümlerinin olduğunu söylemek yanlış olur çünkü ortada son derece akıcı bir hikaye anlatımı mevcut. Buna hizmet eden faktörlerden biri de hiç kuşku yok ki dekorun değiştiği anda yukarıdan indirilen ince tül perdenin önünde hikayenin başka kısa kesitlerinin akması. Bu durum oyuna dair iyi düşünülmüş detayların başında geliyordu hiç kuşku yok ki. Bunun yanında prodüksiyon için de bir hayli emeğin harcandığı her sahnede açıkça belli oluyordu. Kostümler de bunun başarılı örneklerinden biri olarak göze çarpıyor. Ayrıca hikayedeki yarasalar ve at arabasını çeken atlar da iyi düşünülen detaylardan bazılarıydı.
Bayülgen’in Dracula’sı her ne kadar hazmetmesi zor ise Karadağlı’nın Dracula’sı sanat estetiğini daha geri plana atan ve asıl amacı seyircisine hoş vakit sunmayı amaçlayan bir oyun. Bunun hiç kuşku yok ki Devlet Tiyatroları seyirci profili göz önüne alınarak kurgulandığı aşikar. Bu açıdan oyunun bana yeni bir bakış açısı kattığını söylemek mümkün olmasa da tam da beklediğim gibi keyifli bir vakit geçirmemi sağladı.
Oyunculuklara gelecek olursak Karadağlı’nın performansı en merak ettiklerim arasındaydı. Karanlık ve ürkütücü bir Dracula tasvirinin tam tersi bir figür sergileyen Karadağlı’nın performansı eleştirilecek kadar kötü olmasa da rolünün gerekliliklerini elinden geldiğince yerine getirdiğini söyleyebilirim. Bunun dışında oyunda özellikle Jonathan Harker karakterine hayat veren Ahmet Burak Bacınoğlu ve James Renfield karakterindeki Cengiz Uzun’un oyunculukları ön plana çıkıyordu. Fakat benim kişisel tercihim, tıpkı Bayülgen’in oyunundaki gibi burada da Renfield karakteri oldu.
Dracula seyircisine sanatsal bir vizyon konusunda belki bir şey katmıyor fakat hikayeyi komedi unsurları ile izleyip eğlenmesi konusunda elinden geleni yapmaya çalışıyor. Bunun farkında olarak izlemek, oyundan alınan keyfi biraz daha yukarı taşıyabilir.
Meddah ve Cellât / İstanbul Devlet Tiyatrosu