Tekdüze metinlerin sayıca hiç de az olmadığı tiyatro sanatında özgün ve seyirciyi düşünmeye sevk eden işlerle karşılaşmak gerçekten çok değerli. Sezonun hemen başında radarıma aldığım fakat farklı nedenlerle bir türlü izleme fırsatı bulamadığım Fernweh’i sezonun sondan bir önceki gösteriminde yakalamak çok mutlu etti.
Üzerine verilen emeğin metnin neredeyse bütününe nüfuz ettiği bir oyun Fernweh. Bunu da kurmacanın içinde absürt, şiir, şarkı ve ironi ile bezenen bir atmosfere davet ederek yapan oyun, hikayesinin derinliğini her seyircinin farklı şekilde anlamlandıracağı genişlikte bir zemine yayıyor. Anlatım dilinin bu yapısı açıkçası ilk 10-15 dakikalık dilimde metnin kurduğu bağlamı içine girmeyi zorlaştırsa da seyircinin adım adım içine çekildiği anlarla birlikte oyun seri bir şekilde akıp gidiyor.
Almancada uzaklara gitmeye karşı duyulan özleme veya bulunulmayan yere karşı hissedilen tutkuya verilen bir sözcük olan Fernweh, bu oyun özelinde zamanı ve mekanı belli belirsiz flu bir nesneye dönüştürüyor. Bunu yaparken de bireyin varoluşunu, benliği, toplumsal davranış kalıplarını ekseni doğrusal olmayan bir yol üzerinde bir araya getiriyor. Bu noktada Güney Coska’nın rejisi kadar Ayşegül Seda Demir ve Burçin Nokic’in birbirini tamamlayan oyunculukları, metnin potansiyelini doğru şekilde yansıtan en doğru faktörler oluyor.
Oyunun sade dekoru içinde göze çarpan ve adeta üçüncü bir oyuncu olarak sahnede kendine yer bulan kırmızı kumaş, bir anlamda oyunu seyirciyle bütünleştiren köprü görevi üstleniyor. Bazen bir kıyafet, bazen bir sınır, bazen de üstü kapalı bir sembol olan ve tepeden aşağı doğru sarkan kumaş, replikleri tamamlayan beden hareketleriyle görsel bir şölen sunuyor. Oyunun en dikkate değer kısımları arasında yer alan doğum sahnesi ile kuklayı andıran bir biçimde yönetme sahnesi ise favorilerim arasındaydı.
Katman katman açılan ve bittikten sonra dahi zihinde oynamaya devam eden Fernweh, kesinlikle bir kez izleyip hazmedilecek bir oyun değil. Bu da kendisinin imgelerle örülü metnini net kanıtı. Tüm ekibin emeğine sağlık.
Yüzyıllar boyunca popülerliğini kaybetmeyen bir Yunan trajedisi olan Medea’dan esintiler taşıyan bir hikayeyi modern çağın belirsiz bir döneminde İrlanda’ya taşıyan oyun; karanlık atmosferini mistik ve efsanevi unsurlarla örerken kalabalık kadrosuyla Nushu Tiyatro’nun da ilk büyük prodüksüyonu olma hüviyetine sahip. “Bir Tatlı Kaşığı Çamur” ve “Aslında Aşk Da Yok” ile kadınların sesi olan eserleri sahneye taşıyan topluluğun bu çizgisini yeni oyunlarında da sürdürüyor olması son derece sevindirici.
Antik tragedya yazarı Euripides’in neredeyse tarih boyunca sahnelenen Medea’sını günümüze daha yakın fakat kanaatimce daha hafif bir tonda taşıyan oyun, bataklığın giderek dibine çekilen Hester Swane’i merkezine alıyor. Nitekim terk edilişin ve geride bırakılmanın verdiği öfkeden beslenen Hester, kendisini ve hayattaki en sevdiği varlığını güçlü ve yakıcı bir intikam duygusunun ana malzemesi yapıyor. Bu noktada bataklığın karanlık ve kasvetli atmosferini tül perdelerle yaratılan bir dekorla yansıtan Cemre Bulak, aynı başarıyı özellikle Hester ve kedi kadının kostümlerinde de sürdürüyor.
M.Ö. 5. yüzyıldan bu yana tiyatro sahnelerinin belki de en karanlık karakteri olan Medea’yı modern bir şekilde yansıtan oyun, akıcı kurgusuna karşın hikayesinin yumuşak yanlarından dolayı ölüm ve yıkımın o şok edici etkisini yansıtmakta bir kademe hafif kalıyor. Bununla birlikte, aşk, nefret, umut(suzluk), öfke, keder ve intikam gibi varoluşsal temaları özellikle Hester, kedi kadın ve büyükanne karakterlerinin ağırlığını koyduğu oyunculuk performanslarıyla işleyen oyunda güncele dokundurmalar kısımların varlığı ise anlatımı çiğleştiriyor.
Fernweh / Glasszone Art