Pozitif bir enerji ve kocaman umutlarla kurulan yeni tiyatro topluluklarının o heyecan veren yolculuklarının hemen başında sahneye koydukları ilk oyuna tanıklık ettiğim zaman çok mutlu oluyorum. Üstelik bu oyun sıradan olanın dışında bir metne veya anlatıma sahipse... Kemal Kayaoğlu ve Özge Erdem tarafından kurulan KAOS da “Tek ilişki. Sonsuz olasılık” barındıran özgün bir hikayeye sahip “Takımyıldızları” oyunuyla oldukça dikkat çekici bir şekilde yolculuğa başladılar.
Nick Payne’in kaleme aldığı oyun, bir partide tanışan iki insan arasındaki romantik ilişkiyi anlatıyor fakat bunu “aşk”, “bilim” ve “zaman” olguları arasındaki dinamiklerin değişen örgüsü içinde aktararak seyirciyi alışılagelmişin dışında bir metinle tanıştırıyor. Bu noktada hikayenin paralel evrenlerdeki tezahürü, metnin mevcut kalıplarını yıkarak fiziğin, matematiğin ve astronominin yörüngesine yerleştiriyor. Çiftin hayatta yaptığı veya yapmadığı her seçimi, aldığı veya almadığı her kararı aynı anda gösterirken benzer tekrarlara sık sık başvuran oyun, bu faktörden dolayı seyirciyi ilk anlarda biraz zorlasa da ilerleyen dakikalarla birlikte tıkır tıkır işleyen bir dişli misali akıp gidiyor.
Seyircisine “hayatta yaptığımız veya yapmadığımız her seçim”e dair gerçekçi bir sorgulama yapma alanı açan ve bunu yaparken sonsuz olasılıkların boyutuna dair zihnin düşünsel gücünü sonuna dek zorlayan Takımyıldızları, keskin olduğu kadar duygusal olarak da hırpalayıcı bir hikayeye daha sahip. Ana bağlamı besleyen bu hikayenin varlığı da her geçen dakika seyirciyi giderek köşeye sıkıştırıp göğsü daraltıyor. Sade bir sahne tasarımına zaman algısının değiştiğini anlamaya yardımcı olan ışık kullanımının destek olduğu oyunda Kemal Kayaoğlu ve Özge Erdem’in performansları, metnin görece uzatılmış ve düşüşe geçen momentumunu yukarı taşımayı başarıyor. Bu noktada Özge Erdem’in duygu geçişleri arasında salınan oyunculuğuna da ayrıca bir parantez açmak gerekiyor. Zaten tekrarlarla zorlayıcı olan metni son derece akıllıca yönlendiren oyunculuğu, karakterin çalkantılı yaşamının ağırlığı altındaki güç durumunu yansıtma bakımından da takdir edilesi bir forma sahip. Kendisine eşlik eden Kemal Kayaoğlu da oyunculuğunun yanı sıra metnin dilimize son derce pürüzsüz çevirmedeki başarısıyla alkışı hak ediyor.
Oyunun sahnelendiği Minoa Pera’nın samimi atmosferi hikayeyi takip etme konusunda seyirciye her ne kadar cömert davransa da düz zemin yapısı ve birbirine son derece sıkışık konumlandırılmış sandalyeleri yüzünden izleme deneyimini olumsuz etkiliyor. Bu noktada arkadaki seyircilerin de oyunu rahatlıkla takip edip öndeki bir kafayı izlememesi için sandalyelerin daha aralıklı ve rahat görüş açısı sunacak şekilde dizilmesi çok daha iyi olacaktır.
Kıskançlık… TDK sözlüğüne göre “bir kimse bir üstünlük gösterdiğinde veya sevilen birisinin, başkası ile ilgilendiği kanısına varıldığında takınılan olumsuz tutum; günü, günücülük, haset, hasetçilik, hasetlik, hasutluk.” İnsanlık kadar eskiye dayanan bu kavram, geçmişten bugüne her ne kadar ufak değişimlere uğrasa da “erkeklik” (!) meselesinin bir nevi özünü de yansıtıyor. Hatta bu durumun aşırılık hali kadınların canını alan korkunç bir silaha dönüşüyor. Tıpkı Kahraman, cesur ve kaba mağripli komutan Othello ile asil, saf ve sadık güzel Desdemona’nın hikayesinde olduğu gibi… En kötüsü de Shakespeare’in metnini yazdıktan yaklaşık 450 yıl sonra dahi bir şeylerin değişmediğini, hatta daha da kötüye gittiğini görmek, bu zehirli duygunun korkutucu gücünü daha net ortaya koyuyor.
Beliz Güçbilmez’in kaleminden sahneye taşınan “Othello! Seyircili İntikam Provası” da kötülüğün kirli tuzağı içinde adalet terazisi bozulan bir dünyanın farklı zaman dilimlerindeki karakterleri olan Desdemona ile Elvan ve Othello ile Mahmut’u taban tabana getiriyor. Bu ilgi çekici fikir, Shakespeare’in metninden beslenen yapısı ile bugünün dünyasında kadın olarak var olmanın zorluğunu yüzüme çarpıyor. Sade bir sahne tasarımının hakim olduğu oyunda sahnenin önünde ve arka kısmında yer alan toplam dört adet tül perde, bir yandan zaman ve mekan geçişlerine yardımcı olurken bir yandan da oyuncuların farklı karakterlere bürünmesinde bir yardımcı olarak kostüm görevi de görüyor. Kuşku adı verilen kıvılcımın zihinde hızla filizlenerek bir sarmaşık misali her noktaya nüfuz etmesi ile kıskançlık denen zehirli bir ateşe dönüşmesi, metinle birlikte seyirciye de yansıyor. Aklı, zihni, ruhu yakıp kavuran kıskançlığın yol açtığı ve kadınların ensesinde olduğu an peşini bırakmayan o ölüm, yüzyıllar boyunca değişmeyen sistemin yüzünü yansıtıyor.
Her iki hikayenin birbiriyle eş zamanla olarak ilerlemesi ve aradaki o geçişler son derece doğru noktalardan yapılırken bu noktada Ayşe Sedef Ayter imzalı ışık tasarımı sanıyorum oyunun en dinamik teknik detayı oluyor. Erkekler dahil birden fazla karaktere hayata veren Meltem Erkurtulgu ile İpek Sarılar’ın birbirini tamamlayan performansları da oyunun metninin dinamik yapısına uyum sağlayıp bir saatlik dilimin su gibi akıp geçmesine fırsat tanıyor. Sevdiği kadınının canını gerçeği sorgulamadan bir yastık yardımıyla soğukkanlılıkla alan Othello’nun bir yastık markası olması gibi ironik bir bilgiyi öğrenmem de oyuna dair unutamayacağım detayların başında geldi. Prömiyer yaptıktan neredeyse 2,5 sezon sonra nihayet izleyebildiğim için ayrıca mutlu oldum. İzleme listelerine rahatlıkla alınabilir.
Takımyıldızları / KAOS