İlk kez 1965 yılında sahneyle buluşan ve dünya edebiyatının ölümsüz karakteri Don Kişot’un hayal gücü ve cesaretiyle beslenen müzikal, hiç kuşku yok ki yeni tiyatro sezonunun en görkemli prodüksiyonlarından biri. Yeni sezonda bugüne kadar açıklanan yapımlar arasında tek büyük prodüksiyon olarak kalması ise kötü ekonomi yönetiminin ülkeyi ve kültür sanatı ne seviyeye gerilettiğinin de en büyük kanıtı.
Dünya prömiyerini bundan tam 60 yıl önce Connecticut’da yapan oyunun konusuna gelecek olursak kısaca şu şekilde: 16. yüzyılın sonlarında geçen hikayede vergi toplayıcısı, asker ve yazar Miguel de Cervantes ve yardımcısı Sancho, manastıra karşı geldikleri gerekçesiyle İspanyol Engizisyonu tarafından hapse atılırlar. Buradaki mahkumlar Cervantes’in tüm eşyalarına el koyar. Ancak Cervantes, el yazısı metinlerinin kendisine geri verilmesi konusunda onları ikna eder ve Mançalı Don Kişot hikayesini yeniden canlandırarak dramatik bir savunma gerçekleştirir. Şövalyeliğin öldüğüne inanmak istemeyen ve kendi çılgın dünyasında yaşayan onurlu şövalye Don Kişot’un dokunaklı, tutku dolu ve görkemli hikayesi de böylece başlamış olur.
Büyük usta Işıl Kasapoğlu’nun rejisi ve Volkan Akkoç’un takdir edilesi müzik direktörlüğünde sahnelenen müzikalde perde açıldığı zaman seyirciyi ilk saniyelerde etkilemeyi başaran harika bir dekor ve sahne tasarımı ile karşılaşıyoruz. Sahnenin tam ortasına konumlandırılan devasa yel değirmeninin ihtişamı, ilerleyen dakikaların da bir fragmanını yaşatıyor adeta. Nitekim hayal gücü ile gerçeğin sınırlarının eriyip birbirine karıştığı bu hikayenin dekoru kadar etkileyici kostümleri ve müzikleri de seyircisini bir şövalyenin düşler diyarında masalsı bir yolculuğa çıkarıyor. Bununla birlikte hayal etmenin araladığı kapıların bizi nelerle karşılaştıracağı, umuda sahip olmanın verdiği güçlü direnci ve iyiliğin dünyayı değiştirme gücüne de tanık oluyoruz. Tabii bu noktada hiç kuşku yok ki en büyük pay, başroller Selçuk Yöntem, Zuhal Olcay ve Cengiz Bozkurt’un oluyor. Başrollerin rollerine olan uyumu ve performanslarına diyecek söz bulmak zor olsa da Don Kişot rolü için Yöntem’in fazla yaşlı kaldığını da söylemeden edemeyeceğim. Kendisinin ustalığına ve rolündeki başarısı saygım sonsuz olsa da rolü en azından 45-50 yaşlarında bir oyuncu oynasa daha mı iyi olurdu sanki diye de sormadan edemedim.
Oyunun seyircisini cömertçe kabul ettiği atmosferinde Don Kişot’un hayatın sıradanlığına meydan okuyan tavrı da bizler için birer rol model oluyor. Onun bir berber tasını altın bir miğfere, çorak toprakları şövalye diyarlarına dönüştüren düş gücüyle çıktığı bu yolculuk, “Merhametli ol. Cesur ol. Onurlu yaşa. Asla hayal etmekten vazgeçme ve hayal ettiğin hayatı yaşa!” çağrısıyla hepimize sesleniyor. Bunda karşılığını bulan seyirci de sahnede adeta kendini görüyor.
Dekorundan, ışık tasarımına ve orkestranın performansından göz alıcı atmosferine dek ülkemiz müzikal standartları düşünüldüğünde seyircinin beğeneceği türden bir yapım olan Don Kişot, ilerleyen temsillerle daha iyi olacaktır kesinlikle. Özellikle koreografilerdeki senkron sorunlarının çözüleceğine bu noktada yürekten inanıyorum. Bir alkışı da müzikalin ses düzeninden sorumlu teknik ekibine yapmak istiyorum çünkü oyuncuların mikrofonla oynadığı ve bugüne dek gittiğim neredeyse her oyununda yaşanan anlaşılmayan boğuk sesler, bu müzikalde çok çok iyi çözülmüş ve gerek diyaloglar gerekse şarkı sözleri gayet net şekilde anlaşılıyor. Benzer konseptteki oyunlarda da aynı hassasiyeti görebilmek dileğiyle. Bu sezonun en çok seyirciyi çekecek yapımlarından biri olan ve ödül sezonunda da adaylıklarıyla ismini daha çok duyacağımıza kesin gözüyle baktığım Don Kişot, seyircisini 130 dakikalığına bambaşka bir evrene ışınlayan kaçırılmaması gereken bir müzikal. Yolları açık olsun.
Uzun ve klasik metinlerin sahnelenmesinin kolay olmadığının farkındayım. Elbette çok emek var ancak bazen emek versen de olmaz. Ankara Devlet Tiyatrosu'nun Sefiller yorumu da ne yazık ki iyi niyetli emeğin yetmediği işlerden biri olmuş.
Öncelikle, oyun çok ağır ilerliyor ve anlatı çok kopuk. Üst yazıyla zaman atlamaları yapmak istemişler ve anlatıyı söz üzerinden değil de hareket üzerinden tasarlamışlar. Hareket üzerinden kurulan bu anlatı için 3 saat çok ama çok fazla. Romanı okumuş biri olarak bile bağlantı kurmakta zorlandım, romanı okumayanların oyunun büyük kısmını anlamadan izlediğine eminim.
Oyuncular genel olarak yeterliydi ancak bazıları anlamsızca gürültülü ve büyüktü. Polis şefi Javert özelinde sürekli bağırarak ve hiddetten kızararak ortaya savurduğu replikler bir yerden sonra sıkıcı hatta komik olmaya başladı. Birinci perdedeki "şüphe" sahnesi, aman yarabbi bu neden böyle?
Romanın temelinde yatan fikirler oyunun içinde birkaç slogan olarak ara ara tekrarlanıyor ancak ne oyunda ne anlatıda derinleşemiyor. Fransa'daki sınıf uçurumu, sefalet, fakirlik, işçilerin ve köylülerin açlığı, hatta polis şefinin yasalara takıntılı şekilde bağlı olmasının temeli ve daha birçok şey seyirci için birkaç sözcükle özet geçiliyor.
Oyun boyunca devam eden fon müziği hikayenin ritmini yavaşlatıyor ve odaklanmayı zorlaştırıyor. Sahnedeki döner plaka (sahnenin kendisi mi ayrıca bir dekor mu anlayamadım) oyunu yönlendiren önemli bir detay. Bütün zaman geçişleri ve özellikle Jean Valjean'ın kafa karışıklıkları bu plaka üzerindeki uzun koşularla verilmeye çalışıyor. Peki ama neden?
19 yıl zindanda kaldıktan sonra şartlı tahliye edilen Jean Valjean neden bir türlü özgür kalamıyor? Müfettiş neden saplantılı bir şekilde adamın peşini bırakmıyor. Bu adam piskoposun evinden gümüşleri çalabilecek kadar iyilikten umudunu kesmiş bir adamken nasıl bir anda herkesin bayıldığı bir belediye başkanına dönüşüyor? O arada neler oldu? Cosette ne yaşadı, Jean Valjen ile arasındaki bağ nasıl oluştu? Bunlar hep seyircinin kendi zihninde cevap bulması gereken sorular. Oyunda cevabı yok.
3 saatlik oyunun 2 saatinde duyguların dansla desteklendiği fiziksel anlatıya başvurup son 40 dakikasında flashback sahneleriyle hikaye özetlendi. Şaşırdım kaldım. Madem hikayeyi sonra özetleyecektin, neden 2 saat hareket üzerinden üstelik zayıf bir anlatıyı izlememiz gerekti? Üstelik ikinci perdede bu zayıf anlatıyı 5 kat daha sembolikleştirip soyutlaştırma ihtiyacı da duyarak. Bilmiyorum. Benim için hayal kırıklığıydı. Yine de acaba yanılır mıyım acaba toparlar mı diye sonuna kadar izledim. Yanılmadım.
Don Quixote Müzikali (Don Kişot) / Çolpan İlhan & Sadri Alışık Tiyatrosu