İzlediğim bir oyuna dair yapılan olumlu eleştiri ve beğeniler kadar “gerçek izleyici”nin yaptığı şişirmeden uzak yorumlarının da açıkça belirtilmesine inanan biri olarak doğru eleştirinin o topluluk için yol gösterici olduğunu da düşünüyorum.
Sürdürülebilir tiyatro üretiminin peşinde koşmak ve süregeleni güncelle harmanlayıp tartışmak ve cüret etmek için yola çıkan yeni tiyatro topluluğu Garlik’in sahneye koyacağı ilk proje olarak İngiliz yazar Joe White tarafından yazılan ve Kasım 2022’de Londra’da Hampstead Theatre’da prömiyer yapan Karanlık Şarkılar’ı seçmelerini bu açıdan değerli buluyorum. Ülkemizde daha önce sahnelenmeyen ve seyircinin bilmediği bir hikayeyi risk alarak repertuvarına eklemek bu açıdan riskli bir iş.
Bunun yanında kişisel olarak bir oyunu beğenmemin en önemli kriterleri arasında teknik detaylar kadar hikayenin özü ve hissettirdiği duygular konusunda da benliğimi etkilemesi yer alıyor. Alkolikler toplantısında tesadüfen karşılaşan iki hassas ruhun hikayesini temeline alarak sevgi, aşk, bağımlılık, pişmanlık, umut ve hafıza gibi kavramlarla ören oyun, yer yer dinamik fakat bütününde ağır bir akışa sahip yapısıyla seyircisinin sabrıyla ciddi derecede oynuyor. Duygusal açıdan ağır sayılabilecek temalar etrafına kurulan böyle bir hikayenin tam tamına 100 dakikalık süresinin tek bir perdeye sıkıştırılmış olması başlı başına ciddi bir yanlış. İlk 30-40 dakikalık diliminde hikayenin geri kalanı konusunda ümit vadeden oyunun ilerleyen dakikalarla birlikte ritmini düşürmesi, o ümit edilen vurucu etkiden adım adım uzaklaştırıyor.
Bağımlılığın yıkıcı ve duygusal açıdan tahrip eden etkisini iki yaralı ruhun aşkıyla açığa çıkaran oyunda sadece sekiz sandalyelik dekor bir noktadan sonra anlatımın dalga dalga açılmasının önünde bir engel oluşturuyor. Bu noktada gerek metinde gerekse diyaloglarda yapılacak revizyonlar ve en önemlisi anlatımın iki perdeye dağıtılması, oyunu daha derli toplu bir yapıya bürüyeceğini öngörüyorum. Fakat bu haliyle oyunun tekrara da düşen ritmi, seyircinin salondan duygusal olarak doymuş bir vaziyette çıkmasının önünde büyük engel oluşturuyor.
Modern insanı ve tabii ki kendi özümüzden bir parçayı yansıtmak için sahneden bize ayna tutan bir oyun... Oyun için yapacağım en yerinde tabir bu olurdu sanırım.
Öncelikle Şehir Tiyatroları'nı 10 yıl önce yazılan ve yeni olarak sayabileceğimiz böyle kaliteli bir metni repertuvarına alıp sahnelediği için tebrik etmek gerek. Kurum bazında sezonun en eli yüzü düzgün oyunlarından biri olduğu kesin ve uzunca bir süre de seyircisi tarafından sahipleneceğine kesin gözüyle bakıyorum.
Dekor ve sahne tasarımı açısından son derece modern bir görünüme sahip oyunda salona ilk girdiğimiz anda sadece beyaz renge sahip bir evin iskeletini görüyoruz. "Tüm oyun dekorsuz bu oynanacak acaba?" sorusunu tam da kendimize veya çevremize sorarken oyunun başlamasına yaklaşık beş dakika kala evin içini tamamlayan dekor yavaş yavaş yerine yerleştiriliyor. Bu da bir anlamda bize ekonomik kriz sebebiyle Londra'da yaşamaları imkânsız hale gelen Oliver ve Emiliy çiftinin İngiltere'nin kuzeyindeki küçük bir kasabaya taşınma sürecini tasvir ediyor.
Çiftin taşınmalarının bir sebebi de kendilerinin tabiriyle taşrada yaşayan "gerçek insan"larla tanışmaktır. İşte tam bu tabir oyunun soyut olan ikinci iskeletini oluşturuyor. İki farklı kültür düzeyi, düşünce biçimi, dünyayı algılama tarzı ve yaşam tarzına sahip aile üzerinden kültürel, sosyal ve ekonomik sınıf farklılıkları ile bunun bir sonucu olarak doğan sınıf ilişkilerini sürükleyici bir metinle aktaran oyun, kimliğimizi ve benliğimizi sorgulamamızın da farklı yollarını seriyor zihnimizin içinde. Yazar böylelikle seyircisine "Kimlikler ne kadar gerçek ve o kimliklerin altında kalan benliğimiz ne kadar anlamlı?" sorusunu yöneltiyor.
Oyunun türünü her ne kadar dram olarak tanımlamak daha doğru olsa da o ana damarı besleyen trajedini varlığı da ideolojilerin kalıpları içindeki güvenli alanındaki dar bir çerçeveye sıkışmış fikirlerimiz içinde kurduğumuz kendimize ait dünyamızı eleştiriyor. Bunu yaparken insanlığın kendi sonunu getirmesini hızlandıran sosyal, politik, askeri ve ekolojik sorunlara da değinen metinde anlatım yer yer fazla didaktik yöne kaysa da bir şekilde dengeyi tutturmayı başarıyor.
Oyunun özellikle ilk perdesi gerek diyaloglar gerekse olayların akışı bakımından son derece ritmik bir yapıya sahipken bu durum ikinci perdede kendini biraz daha dinginliğe bırakarak ufak bir dengesizlik yaratıyor. Buna karşın sahnede harikalar yaratan ve karakterlerinin potansiyelini sınırlarını zorlarcasına sahneye taşıyan Nurdan Kalınağa, Gökçer Genç, Gizem Akkuş ve Tankut Yıldız'ın performansları takdire şayandı. Tüm ekibin emeklerine sağlık. Yolu bol alkışlı ve uzun olsun.
Son olarak karakterimizin dediği gibi: "Hayatta ne yaparsan yap, kendine sormalısın. Bu, insanları mutlu ediyor mu, etmiyor mu?"
Karanlık Şarkılar / Garlik