Seyfi Bey
Gencay Ünsalan'ın yazdığı, Celal Kadri Kınoğlu'nun yönettiği, Gülşah Çabukel'in kostüm, Cihan Aşar'ın dekor, Mustafa Türkoğlu'nun ışık, Onur Özışık'ın afiş tasarımını üstlendiği " Seyfi Bey " adlı oyunda Armağan Çağlayan ve Sedat Bilenler rol almışlar.
Armağan Çağlayan malzemesi bol oyunculuğuyla yaşar kıldığı karaktere kattığı sahicilik, inandırıcılık ve duyarlılık boyutuyla, değil aylar, yıllar boyunca etkisini yitirmeyecek, belleklerde kalacak bir yoruma imza atmış.
Hemen belirteyim " Seyfi Bey " eğlencelik tiyatro değil, özü/sözü olan, sezonun en önemli, iddialı çalışmalarından biri.
Gözpınarlarına dolan yaşları içine akıttı Seyfi Bey ağlamamalıydı.Ne olursa, olsun ağlamamalı, hayata yenik düşmemeliydi.Kalabalıklar, alkışlar içindeki derin yalnızlığını kimse bilmemeliydi.
Armağan Çağlayan oynamıyor sahnede, Seyfi Bey oluyor.Öyle içten, öyle gerçek ki...geçmişin bütün hayaletleriyle merhabalaşmış Seyfi Bey var karşımızda.Gözlerinin içine düşen acıyla, hayal ve hayat kırıklıklarıyla Seyfi Bey...sahne ışığıyla doğmuş Seyfi Bey.
Armağan Çağlayan hayatla sanatın gerçeğini birbiri içinde eritirken, Seyfi Bey'in içdramını başarıyla ortaya koyuyor.
“Ben Türkiye’de Çok Zor Bir Olayı Kabul Ettirdim, Başardım; Çok Zor Bir Olayı…”(*)
Seyfi Dursunoğlu, nam-ı diğer Huysuz Virgin‘i ilk kez Nükhet Duru, Füsun Önal, Ersan Erdura, Perran Kutman‘lı “Merhaba Müzik” müzikalinde izlemiştim. Sanki “La Cage Aux Folles”ün Albin‘ini hatırlatmıştı biraz bana. Ancak farklıydı… Başka bir ışığı vardı Huysuz Virgin’in. Başka bir tonu. O denli doğal, içten, bir o kadar abartılı, gestus’u iyi çalışılmış bir performansı, vardı ki… Hayran kalmamak, beğenmemek, hele o sahne sempatisini hissetmemek elde değildi.
“Merhaba Müzik“in ardından “Müzikal Kahkaha”da (Orhan Boran, Selma Güneri, İsmet Ay, Hadi Çaman, Leman Çidamlı, Halit Akçatepe, kimler yoktu ki kadroda…) ve “Çılgınlıklar”da ( Nilüfer, Coşkun Demir, Asuman Arsan, Ertuğ Koruyan, Uğur Yücel, Necati Bilgiç, Nilgün Akçaoğlu ) izlemiştim kendisini.
İtiraf etmeliyim ki, Huysuz Virgin‘e kelimenin tam anlamıyla hayran kalmıştım. Enerjisine, cesaretine, özgünlüğüne, sahne hakimiyetine, hatta pervasızlığına. Gösterisinin ana kaynağı gözlem ve insanı üç boyuttan ele alma becerisiydi kuşkusuz. Ayrıca, gösterisinin içeriğinde tuluat, hazırcevaplık, seyirci ile kurulan ustalık katında, benzersiz, sıradışı bir diyalog mevcuttu.
“Vallahi, sahneye çıktığımda zenneyim, konuşurken komedyenim, bitirirken de assolistim…” (1)
Seyfi Dursunoğlu‘nun yaşar kıldığı Huysuz Virgin, Geleneksel Türk Tiyatrosu’nun Zenne figürüydü aslında. Yani kadın kılığında sahne alıyor, isterik, kaprisli, tahammülsüz, çevresindeki insanlara sürekli olarak sataşan, hırçın kadın rolünü üstleniyor ve kantodan, Klasik Türk Sanat Müziği, popüler şarkılara kadar geniş bir repertuar eşliğinde, dans ediyor, ortaya koyduğu illüzyonla izleyicisini adeta büyülüyordu. Şimdi nasıl hatırlamam, “Müzikal Kahkaha”da canlandığı Zeki Müren, Bülent Ersoy, Füsun Önal, Ayten Gökçer taklitlerini. Hele Zeki Müren ve Bülent Ersoy yorumları aslının aynıydı. Ya “One Way Ticket” ile Füsun Önal?
Seyfi Dursunoğlu kendi alanında rakipsiz ve tekti. (Evet, zaman içinde onun yolunda gitmeye çalışanlar oldu, olmadı değil. Ama hepsi de kötü, sıradan bir kopyadan öteye geçemediler) Üstelik erkek egemen bir toplumda kadın kimliğinde sahne alıyordu. Dokunulmaz glamour‘un yanında sınır tanımaz yeteneği, zekası, keskin, sert, bazen müstehcenlik dozu aşmış esprilerle çok başarılı gösterilere imza atıyordu. Şimdi düşünüyorum da, Huysuz Virgin‘i dünyanın her yerinde oynayıp, aynı alkışı alabilecek bir sanatçıydı Seyfi Dursunoğlu. Hiç eskimeden, klasikleşti ve bir toplumun ortak bilinçaltına yerleşti. Saygı, sevgi gördü. Oysa aykırı bir figürdü Huysuz Virgin, en büyük sosyal ve cinsel tabulardan birine korkusuzca dokunuyordu.
Abartılı makyajı, sarı peruğu, otrişleri, renk renk işlemeli, dekolte giysileriyle hem çok şık, hem de rüküş olabiliyordu. Uçlar arasında kolon vuruyordu adeta.Hem terzi yamağı Katina, hem faka basmaz, işvesi cilvesi bol Fındıkkurdu, hem de saygıdeğer gerçek bir İstanbul Beyefendisi’ydi O.
Hayata farklı bir gözle bakmamızı sağlamıştı aslında. Otorite, kural, nizam tanımazdı Virgin Hanım. Bir de edepsizdi ki, diline düşenin vay halineydi. Ağzı da pek bozuktu canım. Ama yakışıyordu O’na.
" Atın, atın eskimiş karılarınızı atın. Huysuz Virgin geleoooooor…”
Huysuz Virgin, Seyfi Dursunoğlu. Bir kişilikten diğerine geçiş, izleyen herkesin belleğine, yüreğine işlemiş bütün o fotoğraflar… Hem kendisiydi, hem de bambaşka biri. Ve usta bir mozaikçi gibi sabırla, bıkıp usanmadan, özenle işliyordu Huysuz Virgin’i.
Ucuz, tatsız, sıradan, düzeysiz, kaba, cahilce güldürüye koşullanan izleyici için yeni, farklı bir renk ve soluk oldu Huysuz Virgin.
Seyfi Dursunoğlu milimetrik nüanslarla kotardığı espriler ve üstün sahne performansı, yeteneğiyle her defasında kalp atışını seyircisinin kalp atışına ilikledi. Başarısının sırrı buydu belki de.
“Eee, yani kimseyi dolandırmadı, birinin kapısını borç için çalmadı, elinden geldiği kadar çalıştı, uğraştı, didindi, çabaladı ve çok güç bir olayı kabul ettirdi.Türkiye’de kabul görmesi en müşkül olan işi, kadın kılığında sahneye çıkıp şov yapmayı ve buna rağmen sevilmeyi ve saygı görmeyi başardı.” (2)
Seyfi Dursunoğlu / Huysuz Virgin Gerçeği“ni Prof.Dr. Güzver Yıldıran şöyle açıklıyor :
“Dört yıl önce, Seyfi Dursunoğlu’nu, insan olarak toplumun hassasiyetlerine duyarlı yaşam algısını, kendi tabiriyle ‘doğruları mizah ile’ yoğuran ve hicivle ileten bir persona vasıtasıyla paylaşan bir sanatçıyı ve dünyada emsaline az rastlanan bir paradigmayı kaybettik.
Seyfi Dursunoğlu gerçekte yalnız ‘Huysuz Virjin’ olarak bir sanatçı değil, aynı zamanda psikoloji bilimi için de açık seçik bir fenomen olarak beliriyor. ‘Sublimation’, başka bir deyişle ‘yüceltme’ olarak adlandırılan, iç çatışmayı önleyici, olanı iyileştirmeye ve onay görecek içerik ve şekle dönüştürmeye yönelik savunma mekanizmasına benzersiz yaratıcılığıyla boyut kazandıran bir kişi Seyfi Dursunoğlu.
Okuduğu Deniz Lisesi hakkında yaptığı sosyal ve öz eleştiriler, bilinçle oluşturulan küçük yalanların doğrulara daha kabullenilir bir çerçeve oluşturduğu önergesi, yine bilinçli olarak ayrıştırdığı çift kişilik hakkında verdiği bilgiler, kendinde gördüğü hataları açık yüreklilikle koca bir toplumla paylaşabilmesi, onun ne kadar zeki bir kişilik olduğuna işaret ettiği gibi, kendiyle ne kadar barışık olduğunu da gösteriyor.
Sanatçı, ‘Seyfi Bey’ olarak bir memur ve son derece beyefendi bir insan. Burada superego ağırlıkta. ‘Huysuz Virgin’ personası ise içindeki id’in tamamıyla kişiliği betimlemesi.
Bütün hırslarıyla insanları kendinden daha aşağı görmesi sonucu oluşturduğu alaycı, küçümseyici tavır, mizah duygusuyla yoğrularak bir sanat haline geliyor.
Bu persona, bireyleri acımasız bir hicivle hedefe koyarak, aslında çerçeve içine aldığı toplumsal prototiplere eleştiriler yağdırıyor.
Bu suretle çift kişiyi barındıran sistem, birbirinden tamamen ayrı, biri diğerine bulaşmayan iki ayrı alt sistemi içeriyor. Tabii bunun bilinçli yapılması, çoklu kişilik patolojisine yeni bir boyut kazandırıyor ve neticede son derece yaratıcı bir başa çıkış karşımıza sanat olarak geliyor.
Gerçek kişiliği ile olduğu kadar sempatik ama iğneleyici personası ‘Huysuz Virgin’ ile de çok zeki ve yaratıcı bir insan, Seyfi Dursunoğlu; aynı zamanda da sevimli. Kendinin yarısı ile sanat yapıyor, öbür yarı ise o sanatçıyı bilinçle yönetiyor. Çok ilginç ve önemli bir sanatçı ve yaşama kattığı çok özgün süreçlerdi bunlar. Toplumumuz da durumu olumlu ve hoşgörüyle karşılandı. Bu da önemli.”
Ve Yavuz Pak‘ın “Korku ve baskı ikliminin kurbanı Huysuz Virgin” değerlendirmesiyle yazıma son vermek istiyorum :
“2011 aylında Hayat Dergi’ye verdiği röportajda Seyfi Dursunoğlu, sanatını özgürce yapamadığını ifade ederken politikayla arasına koyduğu mesafeden bahsediyordu: “Hayır yapamıyorum. Ne ben yapabiliyorum, ne hiç kimse yapabiliyor. Ben mesela siyasetten kesinlike bashetmem, tehlikeli bulurum. Dinden kesinlikle bahsetmem, korkarım. Hatta spordan bile bahsetmem çünkü o kadar fanatik, agresif insanlar var ki… Niye başımı derde sokayım? Sahneye çık “Ben Fenerbahçeliyim” de, dünyanın alkışını alırsın ama unutma ki seni orada seyretmeye gelen Beşiktaşlılar, Galatasaraylılar da var. Bu sefer onların antipatisini kazanırsın. Zaten sanatçının düşündüğünü çok açık anlatmaması lazım. Sanatçı ortada kalmalı bence.” (https://www.evrensel.net/haber/409649/seyfi-dursunoglu-ozlemini-cektigim-hicbir-sey-yok)
40 yıldır icra ettiği sanatına indirilen en ağır darbeyi hep uzağında kalmaya çalıştığı ideolojik/politik cepheden aldı Seyfi Dursunoğlu. 2007 yılında RTÜK, “kadın kılığında erkek görmek istemiyoruz” diyerek Dursunoğlu’nun programını yasakladı. İktidarın ideolojik hegemonya inşa sürecinin ilk kurbanlarından biri Huysuz Virgin olmuştu. Dursunoğlu, RTÜK’ün ‘Huysuz Virgin’ yasağı sonrası verdiği röportajda, “Bunun nedeni yaptığım iş değil. Nedeni, bir fikir anlaşmazlığı diyebilirim. Aslında bunun içinde ideoloji var, ama ben fikir anlaşmazlığı diyorum. Başkalarının, bu yaştan sonra beni şekillendirme isteğine tahammülüm yok. Ben artık bir şekil aldım. Bu kadar sene, bu şekle hiç kimse itiraz etmedi. Ben şimdiye kadar yaşadığım şekilde yaşamak istiyorum. Ama maalesef bazı ideolojiler uğruna, sanatımda değişiklikler yapılması mecburiyeti geliyor” ifadelerini kullanmıştı. (https://www.hurriyet.com.tr/kelebek/bu-kadar-sene-bu-sekle-kimse-itiraz-etmedi-7820616 )
1976 yılında, “devlet televizyonu” TRT’de yayımlanan Öztürk Serengil’in Gülünüz Güldürünüz programına çıkan Huysuz Virgin, bu yasaklama kararının ardından “sansürlendi.” Bırakın TRT’yi, hiçbir TV kanalı, yıllarca şöhretinden nemalandıkları Huysuz Virgin’i ekranlarına taşımadı. Korku dağları sarmış, ülke hızla karanlık bir dehlize doğru ilerlerken, toplum mizahı, hatta gülmeyi unutmaya başlamıştı. Seyfi Dursunoğlu küstürüldü ve Huysuz Virjgin bu baskı ve korku ikliminin kurbanı oldu; Türkiye, son zennesini daha ölmeden toprağa gömmüştü…
Murat Meriç’in dediği gibi, ‘Yasak sonrası, belki farklı bir bir programla televizyona dönmek mümkündü ama istemedi. Dursunoğlu olarak çıktı, Huysuz Virgin’i gazino sahnelerinden de çekti. Huysuz Virgin, yaşarken “iktidar” eliyle öldürüldü.’ (https://www.gazeteduvar.com.tr/yazarlar/2020/07/19/seyfi-dursunoglunun-ardindan-eski-turkiyeye-agit )
Yarattığı “aykırı” karakterle Seyfi Dursunoğlu, “devrimci bir eylemin”, gülme eyleminin bu coğrafyadaki renkli neferlerinden biri olarak yaşadığı döneme damga vurmayı başardı. Hayatımıza kattığı naif güzelliği ve yüzümüzde bıraktığı tatlı bir tebessümle anıyoruz O’nu… Yılmadan, korkmadan anmaya devam edeceğiz… Gülümseyerek!”
Seyfi Dursunoğlu, hiç kuşkusuz Huysuz Virgin olarak son zennemiz ve çok önemli bir showman‘di. 17 Temmuz 2020 tarihinde, geriye doldurulması enikonu olasız bir boşluk bırakarak, aramızdan ayrıldı.
" Seyfi Bey " oyununu izlemenizi özellikle öneririm.Farklı tatlar, ufuksuz, dipsiz duyarlıklar bulacak, " Seyfi Bey " e bir kez daha hayran kalacaksınız.
Kaynakça:
(*,1,2 ) Atay K., Akşit F. : “Katina’nın Elinde Makası / Huysuz ile Seyfi’nin 35 Yıllık Sevda Masalı”, Alfa Yayınları, İstanbul, 2004
Çekirge P.: " Perde Kapandı " Kanon Yayıncılık.2021
Diyalog Sanat'ın yapımcılığını üstlendiği, Sławomir Mrożek'in yazdığı, Yücel Erten'in dilimize çevirdiği, dramaturgisini Duygu Aydın'ın gerçekleştirdi, Devran Şanlı'nın yönettiği " Açık Denizde / At Sea "( 1961) adlı oyunda Yusuf Mahmut Çitil, Damla Benuğur, Batuhan Yiğit Atagül, Mehmet Canip, ' Şişman ', ' Ufaklık ', ' Ortanca ', ' Postacı / Uşak ' karakterlerini başarıyla yorumlamışlar.
" Açık Denizde ", hiç kuşkusuz sistemi eleştiren son derece etkileyici bir kara komedi.Belki de bir dram.
" Kimsecikler yok bizden başka.Birimizi yiyelim, gitsin..."
Açık denizde, bir salda üç kişi hayatta kalma mücadelesi vermektedir.Açtırlar, yiyecekleri tükenmiştir.İçgüdü, vicdan, adalet üçgeni arasında sıkışıp kalmışlardır.
Şişman, Ortanca, Ufaklık...bu üç yolcudan biri diğerlerinin yaşaması için yemek olmak zorundadır.Kurbanı seçmeleri gerekiyordur.Propaganda konuşmaları yaparlar.Ardından oylamaya geçilir.Fakat üç seçmen olmasına rağmen, şapkadan dört oy çıkmıştır.
Açık denizde sürüklenen salda, herkes birbiri için av ve avcı, yem ve öksedir aslında.Kazanan kaybedendir...
Melike Bikem Şanlı'nın kostüm, Diyalog Sanat'ın dekor, Zafer Metin'in ışık, Muhammed Gür'ün müzik, Batuhan Yiğit Atagül'ün afiş, İllia Gül'ün reji asistanlığı, Muhammed Gür ve İllia Gül'ün ses/ ışık tasarımını üstlendiği oyunun resimleri Nurten Ayanoğlu Çetinkaya gerçekleştirmiş.
Devran Şanlı'nın ustalıklı, yüksek düzeyli rejisi, dört oyuncunun başarılı, gelecek vaad eden, etkileyici performansları ( özellikle Batuhan Yiğit Atagül'ün yorumuna dikkat çekmek isterim ) " Açık Denizde " ye çok şey katmış, ortalama değerlerin üstünde, nitelikli, özenle hazırlanmış, dürüst, tok sözlü bir esere imza atılmış.
İsveçli yazar Jonas Hassen Khemiri’nin yazdığı, Hasret Güneş’in dilimize kazandırdığı " Neredeyse Eşittir " müthiş bir kara komedi, baştan sona etkileyici ' para / insan ilişkisine dayalı ' bir sistem eleştirisi.
Bu arada hemen belirteyim; Dorukhan Kenger, Ela Güldüren, Kerem Aktı, Mithat Seçinti, Nihal Parlak, Özge Doğan, Seren Köken, Serhat Güney, Yusuf Kısa oyun boyunca, başarıyla yaşar kıldıkları karakterlerle her türlü övgüyü fazlasıyla hak ediyor.
Nihal Parlak, Dorukhan Kenger, Ela Güldüren başta olmak üzere tüm oyuncular eserle doğrudan organik bağ kurmuşlar ve verilen iletiyi kusursuz biçimde yansılamışlar.
" Neredeyse Eşittir " eldeki malzemeyi çok iyi değerlendirmiş, izleyicinin oyundan bir an olsun kopmasına fırsat vermeyen dinamik rejisiyle göz dolduran, söylenecek sözü olan bir eser.Sanatla hayatın gerçeğini birbiri içinde eriten, etkileyici bir takım oyunu.İzlemenizi öneririm.
" NEREDEYSE EŞİTTİR "
YAZAN: JONAS HASSEN KHEMİRİ
ÇEVİRİ: HASRET GÜNEŞ
YÖNETEN: SERPİL GÖRAL
MÜZİK: BERKAY ÖZİDEŞ
KOREOGRAFİ: HİCRAN AKIN
SAHNE-GRAFİK-AFİŞ TASARIMI: VELİ KAHRAMAN
KOSTÜM UYGULAMA: SEREN KÖKEN
REJİ ASİSTANI-EFEKT KUMANDA: GÖZDE YILDIZ
IŞIK KUMANDA: EKİN BORA BORAN
KOSTÜM TASARIMI: NİHAN ŞEN
IŞIK TASARIMI: MUHAMMET UZUNER
Zenciyle İtlerin Dalaşı
Bernard-Marie Koltes'in yazdığı, Ali Berktay'ın dilimize kazandırdığı, dramaturgluğunu Tarık Günersel, yönetmenliğini, dekor ve ışık tasarımını Zafer Metin'in, ışık operatörlüğünü Ünal Hakverdi, hareket düzenini Gökmen Göçbeyli, afiş tasarımını Celal Koçyiğit'in üstlendiği " Zenciyle İtlerin Dalaşı / Combat de Nègre et de Chiens " (1979) adlı oyunda; Deniz Salman ( Horn ), İbrahim Şirin ( Alboury ), Yeliz Aksu (Léone,), Zafer Metin ( Cal ) başarılı oyunculukları, sahnede yarattıkları duygusal aura, inandırıcılık ve gerçekçilik ile her türlü övgüyü fazlasıyla hak ediyorlar.
Afrika'nın batısında bir şantiyedeyiz.Fonda atmaca çığlıkları, su kurbağaların kulak tırmalayan haykırışları, motor sesleri...
Horn yaşlı, diplomasız ama mühendislik konusunda deneyim sahibi bir yöneticidir.Yardımcısı Cal ise genç, delidolu bir mühendistir.
Alboury, iddia edilen iş kazasında hayatını kaybetmiş olan inşaat işçisi kardeşinin cesedini almaya şantiyeye gelir.
Herşey bir anda bırakılan ve yeniden başlayan bir oyuna dönüşür.
Alboury karanlıktıktaydı.Tıpkı derisi gibi, tıpkı Afrika gibi.Sahi saçları neden siyah ve kıvırcıktı ? Neden ?
Dört oyuncu da yaşar kıldıkları karakterlerin duygusal sarsıntılarını, çaresizliklerini, çıkmazlarını, hayat kırıklıklarını sergiledikleri üst düzey performanslarla başarıyla aktarırken, belleklerden kolay silinmeyecek bir tiyatro eserine imza atıyorlar.
Zafer Metin testi etkileyici bir biçimde sahneye taşırken, İbrahim Şirin yılların deneyimiyle piyese mührünü basıyor, Deniz Salman ' Horn ' yorumuyla, üzerinde uzun süre konuşulacak mükemmellikte bir performansla zirveye ulaşıyor.Yeliz Aksu duru, derinlikli oyunculuğu ile göz dolduruyor.
Türkiye'de ilk kez sergilenen " Zenciyle İtlerin Dalaşı " sezonun mutlaka izlenmesi, tartışılması gereken piyeslerinden biri.
Seyfi Bey