-
Üç Maymun
Anytos: Seviyor musun onu?
Theodote: Sevmek garip bir kelime. Sevilmeden sevmek mümkün mü?
Anytos: Sokrates seni sevmiyor mu?
Theodote: İşte, iş sevgiye gelince Sokrates herkesten farklı seviyor. O birini sevince kalbiyle değil de daha çok aklıyla seviyor galiba
Ksantippe’yi seviyor mu? Aklıyla evet.
Ama kalbiyle seviyor
olsaydı benim koynuma girmezdi. Beni seviyor mu? Aklıyla evet ama kalbiyle seviyor olsa benim
başka erkeklerle yatıp kalkmama bozulur buna izin vermezdi. O herkesi sever. Sizi bile sevebilir…
Emin Taşdemir'in yazdığı, Filiz Bingöl Akgül'ün Deniz Gül ile yönetip, kostüm tasarımını da üstlendiği, " Üç Maymun " da ışık tasarımını Gürkan Özgen, fotoğraf çekimlerini Oğulcan Delipınar, grafik ve illüstrasyon tasarımlarını Sinan Can Sak gerçekleştirmiş.
Atina sokaklarında, yalınayak dolaşan, baldırı çıplak, sefil ve yoksul Sokrates.
" Ben, Tanrı'nın devletin başına musallat ettiği bir at sineğiyim... "
Tanrıları reddeden, önerilen hayatlara sırt çevirmiş, kendi tanrısıyla konuşan Sokrates.
" Üç gün lodos eser...sonra güneş açar.Atina hep aynı Atina."
Anytos, Lycon, Meletos güçlerini, çıkarlarını, yerleşik düzenlerini korumak zorundadırlar.Verilemeyecek hesapları hesapları vardır.Esen rüzgarın yönüne ve şiddetine bağlı olarak, tıpkı bir bukalemun gibi renk ve duruş değiştirebilirler.Sadece muktedir olmak ve kazanmaktır onlar için aslolan.Yok ettikleri Sokrates'i bir anda kahraman ilan edecek kadar fırıldak olabilirler mesela.Dün dündür onlar için.
" Üç yıl önce tanrılara kavuşan büyük bilge Sokrates’in adını sonsuza dek yaşatmak
için Sokrates Akademisini kurma kararı aldık..."
Handan Delipınar, Selçuk Delipınar, Gürkan Sinan, Murat Akgül başarılı, abartısız, duru oyunculukarıyla Medeatos Meyhanesi'nde yaşananları son derece inandırıcı, etkileyici bir biçimde seyirciye yansıtıyorlar.
" Üç Maymun " teksti, rejisi, oyunculuklarıyla sezonun iyileri arasında...izlemenizi öneririm.
-
Gitta Mosca ve Jerry Ryan...birbirleri için geç kalmışlardı ya da birbirleri için çok erkendiler.Yoksa kader onları tam zamanında mı bir araya getirmişti ? Ne dersiniz ?
Jerry Ryan bir kavşaktaydı.Hangi yolu seçeceği, geleceğini nasıl belirleyeceği gibi pek çok sorunun Gitta Mosca'nun vereceği karara bağlı olduğunu sanıyordu.Kendine yeni bir hayat kurmak istiyordu aslında.Tazelenmek, taşkın heyecanlar tatmak, gerektiğinde isyan etmek, önerilen yaşamları elinin tersiyle itmek, yarım kalmışlıklarını gidermek istiyordu.Tüm bunları yapabilecek cesareti var mıydı ?
Ne tuhaf, Gitta Mosca ve Tess Ryan birbirleri için 'öteki' olsalar da, kader onları aynı erkeğin sevgilisi ve boşanmak üzere olduğu ( ama kopmayı göze alamadığı ) eşi konumunda buluşturmuştu.
Jerry Ryan kararsızdı...çelişkiler içindeydi.Aslında çok köşeli yalnızlıklar yaşıyordu.
Sevgi Sanlı'nın dilimize çevirdiği, William Gibson'un 1958-59 sezonunda ilk kez izleyiciyle buluşan, " Salıncakta İki Kişi / Two For The Seesaw " adlı oyununu, bu defa Bilge Emin hem yönetmiş, hem de dramaturjisini gerçekleştirmiş.
Yapımcılığını Batı Performans Sanatları, sahne tasarımını Cihan Aşar, kostüm tasarımını Nalan Alaylı, ışık tasarımını Murat Selçuk, hareket düzenini Ayşegül Erkutay, müziğini Doruk Gökcan ve Fatih Erköse, afiş / fotoğraf tasarımını Ufuk Cebeci/ Mopp, proje tasarımını Mustafa İri'nin üstlendiği oyunun yönetmen yardımcısı Ekin Deniz Görk.
Ece Özdikici ve İsmail Dündar Gitta ve Jerry karakterlerini yaşar kılmışlar.
Bu arada hemen belirteyim; Cihan Aşar sıkışık, adeta bir çember içinde kalmış hayatları, her zaman olduğu gibi son derece yaratıcı, övgüye değer bir sahne tasarımıyla ortaya koymuş.
-
Tiyatro Yaparak Hayatta Kalmaya Çalışmıyor Muyuz?
Joshua Sobol'un yazdığı, Ahmet Necdet Sözer'in dilimize kazandırdığı, yönetmenliği ve uyarlamasını Eraslan Sağlam'ın gerçekleştirdiği " Getto " adlı oyunda koreografiyi Özge Midilli, müzikleri Murat Bavli ve Hande Tecik Öztürk, yönetmen yardımcılığını Tuba Zehra Sağlam, afiş tasarımını Genco Demirer üstlenmiş.Oyun fotoğraflarını ise Volkan Erkan çekmiş.
Tarih 18 Ocak 1942 olsun.Wilna Gettosu'nda Nazi subayları ve savaşa sanatla karşı koymaya çalışan, umutlarını en kıraç topraklarda bile yeşertmesini bilen insanlar.Şarkı söyleyen, tiyatro yapan, kimliklerini korumaya çalışan bir avuç insan, diyelim.
" Getto " gibi son derece katmanlı, pek çok altmetin ve çağrışımı eşiğinde barındıran bir eseri uyarlayıp, yönetmek ve oynamak...Eraslan Sağlam bir defa daha hayli güç bir projeyi yüz akıyla tamamlamış.Hele Selim İleri imzalı " Allahaısmarladık Cumhuriyet " oyunundan Afife Jale'yi alıp, gettoya getirmesi, hiç kuşkusuz, yaratıcılığının bir başka göstergesi.
Süngüler arasında karakola götürülen Afife Jale.
Mor salkımlar neredeydi ? Bademlerin çiçek açtığı diyarlara gitmek kolay mıydı, o kadar ?
İnsanın hiçbir değeri yoktu ki gettoda.Tüm değerler, güzel duygular, yerle bir edilmiş, hatıralar yağmalanmıştı.Ölüm korkusuna inat sanata sığınmışlardı sadece.
Srulik, Kruk, Jacob ve diğerleri var olmak için direniyorlardı.
Afife Jale bir an duraksadı :
" İnsan kendi evinden kaçar mı, tiyatro evimdi..."
Ne tuhaf bildiği tek şarkı, tiyatroydu.
Getto'da günler birbirinin aynıdır.Dost tanıdık, bir ezgi ile başlar sabahlar.
Bir oyunun, mesela " Venedik Taciri "nin provaları...mezarlıkta tiyatro neden yapılmasın ?
Kurulduğu günden beri profesyonel bir yönetimle özgün, cesur, sıradışı yapımlarla izleyici karşısına çıkan Tatavla Tiyatro " Getto " da gerçek tiyatro izlemenin ayrıcalığını cömertçe sunuyor.
" Getto " nun, üst düzey rejisi, oyunculukları, müzik, kostüm, dekor tasarımlarının yanında, tiyatromuza bir diğer armağanı ise on iki yaşında ve kelimenin tam anlamıyla 'gelecek vaad eden bir aktör 'ün, Memo Sağlam'ın sağlam, sahici, inandırıcı oyunculuğunu bizlere izleme fırsatı vermiş olması." İnsan Çağı", " Romeo ile Juliet ", " Peter Pan ve Varolmayan Ülke " nin ardından " Getto " da da başarısını perçinlemiş.Zaten aksini düşünmek mümkün mü, anne, baba safkan tiyatro insanı, daha minicik bir bebekken " Cabaret " oyunun perde arasında sahneye bırakılmış, sahne tozunu yutmuş bir sanatçı Memo Sağlam.İlk çocukluğu fuayede, kuliste, provalarda geçmiş.Yani armut dibine düşmüş.
Memo Sağlam oyun boyunca en ufak bir aksama, tempo düşümü olmaksızın, rolünü başarıyla sürdürüyor, sahneyi çok iyi kullanıyor, diğer oyuncular ve izleyicilerle kurduğu duygusal bağı asla kopartmıyor.Daha ne olsun ?
Oyun sonrası " Getto " yu yöneten, uyarlayan ve oynayan Eraslan Sağlam'a tek bir soru sordum : " Neden ' Getto ' ? ".
İşte cevabı :
" Her gece Tatavla’nın merdivenlerinden bazen Aktör Kenan’da, bazen Allahaısmarladık Cumhuriyet’te, bazen Antigone’de bir gettoya sızmıyor muyuz zaten? Bu gettoda tiyatro yaparak hayatta kalmaya çalışmıyor muyuz? O halde neden olmasın…”
-
BİRBİRLERİ İÇİN ÖRS ve ÇEKİÇ OLDULAR...
THOMAS: Yok, yok… Hiçbir şey. Hiç kimse. Yok… Şaka gibi… Böyle bir kadın yok. Genç ya da genç görünen bir kadın… Hem güzel, hem seksi görünen. Seksi ama aynı zamanda kafasında bir gramcık beyin taşıyabilen, artikülasyonu düzgün, klasik oyunculuk eğitimi almış bir kadın yok! Çok şey mi istiyorum? “Tenzil” kelimesini kendiliğinden telaffuz edebilen bir kadın oyuncu arıyorum… (Gök gürültüsü ve şimşek)
Tatlım bak, kitapta Vanda yirmi dört yaşında. O zamanlar yirmi dört yaşında bir kadın, genellikle veremli, evli ve beş çocukluydu. Yani çoktan kadın olmuşlardı. Şimdi o yaştakiler bebek sesi taklidiyle, ağızlarını yayarak konuşan ergen kızlar… “ Şöyle oldu, böyle oldu, ben de ona dedim ki hoşlanıyorum. Aynen kankacım, anladın mıı?” Hayır,anlamadım… Tek bildiğim, bugün tam otuz beş tane beceriksiz oyuncuyla görüştüğüm, emekliliği gelenler bile vardı içlerinde. Biraz uygun görünenler de, ya dizide oynuyor ya da bu ücret karşılığında çalışmam diyor. Aptallıkları da caba… Yanlarında bir sürü aksesuvar ve kostüm getirmişler ama ya kadınlık? Yanınızda biraz kadınlık getirin lütfen.Hiçbir kadın, kadın gibi davranmıyor bugünlerde. Bazıları aşırı frapan giyiniyor, bazıları lezbiyen gibi. Üstüme bir elbise geçirir, ince çorap giyersem onların hepsinden daha iyi Vanda olurum ben… Evet Vanda’mız dışarılarda bir yerde olmalı, onu bulacağım…
David Ives'in yazdığı, Ersin Umut Güler'in yönettiği, Şafak Özen'in kusursuz çevirisi ile dilimize kazandırdığı " Kürklü Venüs ", hiç kuşkusuz, sezonun ' en iyi 'lerinden biri.
Dekor, ışık tasarımında Cem Yılmazer, kostüm tasarımında Özlem Kaya, müzik ve efekt tasarımında Tufan Dağtekin'in başarılı çalışmaları...
Pervin Bağdat ve Ersin Umut Güler'in soluk kesici yorumları...
Leopold von Sacher-Masoch'un " Kürklü Venüs " adlı romanını sahneye uyarlayan Thomas Novacheck, Vanda von Dunayev rolü için aradığı oyuncuyu henüz bulamamıştır.Yorgun, kararsızdır.Düşlerini seçmiş, belki de yanılmıştır.Parçalar bir türlü yerine oturmamış, istediği resim tamamlanamamıştır.İşte, tam da o esnada, sahneye Vanda Jordan giriverir.Öyle, ansızın.Durup dururken.
VANDA: Benim gibi olmayan birini arıyorsunuz.Fazla gencim.Fazla yaşlıyım. Çok ufağım, çok iriyim.Özgeçmişim yeterli gelmedi.Tamam.Anladım… ( Başını eğer ve ağlamaya başlar) Özür dilerim, çok gergin ve tatsız bir gündü.Özür dilerim.Ama kim olduğumu ve yeteneklerimi beni izlemeden nerden bilebilirsin ki? Lanet olsun…
Artık her şey bir oyundur.Ya da gerçeğin ta kendisi.
Dr.Severin von Kushemski ve Vanda von Dunayev, gizli, saklı, sakıncalı bulunmuş, yadsınmış, korkulmuş kapıyı aralayıverirler.
" Sana işkence etmekten hoşlanıyorsam, bunu sen yarattın, ben değil.Ben bu değilim.Beni bu hale sen getirdin ve şimdi her şey için beni suçluyorsun...."
Kendiyle yüzleşmekten ürken, öz benliğinden, bedeninden, duygularından, onurundan vazgeçercesine aşağılanmayı, ayaklararasına alınmayı seçnek....hükmedildikçe 'hükmeden' olmak...hep bir sahip arayışı...acıya, acı verene karşı geliştirdiğimiz, o tanımı zor bağımlılık...boyun eğmek...buyurdukça boyun eğmek...köleyken efendi, efendiyken köle olma arzusuna eşlik eden bütün o iç sorgular, yalnızlıklar.
Bilinçaltınında tutsak ufunetli düşlerin, enfekte olan yaraların açığa çıkma zamanıydı.İhtiras, tutku ve saplantıların en sayrısal bir biçimde çarpışması kaçınılmazdı artık.
Roller, cinsel kimlikler sürekli yer değiştiriyordu.Kadın ve erkek birbirleri için örs ve çekiç..yem ve ökseydiler.Yaşam ve ölüm gibi.
Siyah tilki kürkünden etol.Şimşek.Gök gürültüsü.Huş Ağacı dalından kırbaç.Yüksek topuklu rugan çizmeler.Köpek tasması.Jartiyer ve kırmızı dudak boyası.' Siegfried Müller Viyana, 1869' etiketkli frak.
Testin şifrelerinden yola çıkarak rollerini sahicilikle boyutlandıran Pervin Bağdat ve Ersin Umut Güler iç ödeşmelere taşıyor izleyiciyi..ve gizli duygusal patlamalara.Kuşku, amansız kaygılara.Cevabına hazır olunan ya da hiç bir zaman olunamayan bir dizi soruya.Ve tabii, keskin dönemeçlere...
Vanda Jordan / Vanda von Dunayev karakterinde ortaya koyduğu başarılı ruhsal çözümlemeler, sıradışı yorumuyla Pervin Bağdat, ' oyunculuğun gerçekten sonu yok ' gerçeğini hatırlatıyor.Hayatın içindeymişcesine oynuyor, inandırıyor.Kurduğu ve üstesinden geldiği denklemlerle sahnede rüzgar gibi esiyor.
İyi anlaşılmış, iyi yönetilmiş, iyi oynanmış bir oyun için, başka ne söylenebilir ki zaten ? İzleyin..mutlaka izleyin.
Teşekkürler YOLCU TİYATRO...
-
Aslı İktu, Mata Hari Oyununu Anlattı: “Ben Sadece Güneşe Bakıp Fırtınaları Unuttum…”
Çoğumuzun hakkında çok şey bilmediği, 1876 ve 1917 yılları arasında yaşamış bir kadını (Margaretha Geertruida Zelle nam- diğer Mata Hari) değişik bir bakış açısıyla; onun çapraşık duygularını, dünyasını, seçimlerini, hatalarını, hırslarını, yasak tutkularını, öldürülüşünü ve ölümünün ardından bugüne gelişini anlatıyor “Mata Hari” adlı oyun.
Saçları sımsıkı geriye taranmış, başının altında toplanmış. Siyah kadife eldivenlerinde yıldız tozları… Mumun titrek ziyası gözbebeklerinde oynaşmakta.
O artık yaşsız bir kadın. Bundan böyle zamanın, yılların Mata Hari’ye hasar vermesi enikonu olasız. Belleklerde sonsuza kadar, Aslı İktu‘nun yorumladığı bu yeni haliyle kalacak sanki.Ve oyunu yazan / yöneten Fırat Devecioğlu, oyunun dekor / kostümünü oluşturan Tuba Akkaya, koreografiyi tasarlayan Bahar Aksoy, sahne fotoğraflarını çeken Volkan Erkan‘ın başarılarıyla anılacak.
Oyun sonrası Aslı İktu ile buluştuk.Ve tabii, sorular sorulara eklendi.
Pınar Çekirge – Aslı İktu’nun “Opera sanatçısı Ayşe İktu, Mustafa İktu’nun kızları; Melek Ökte ve Aydın Gün’ün torunu” diye başlayan özyaşam öyküsünü düşününce, ister istemez sanatla uğraşacağını, sahnede olacağını tahmin etmek hiç zor değil. Ne dersin?
Aslı İktu – Çocukluk hayallerimde hep balerin olmak vardı. Sonra arkeolog olmak istedim. Mimar Sinan Üniversitesi Devlet Konservatuarı Bale Bölümü’nün sınavlarına girdim ve kazandım. Altı sene sonra mezun oldum. Bale bölümü ile tiyatro bölümü binaları karşılıklıydı. Vakit buldukça tiyatro öğrencilerinin çalışmalarını, derslerini izlerdim. Tiyatro ile ilgili kitaplar oyunlar okumaya ve araştırmaya başladım o ara. Sınava girdim, tiyatro bölümünü kazandım ve asıl hikayem başladı. Müşfik Kenter, Haluk Kurtoğlu, Cihan Ünal, Zekai Müftüoğlu, Mahir Günşiray gibi ustalar hocalarım oldu. Kendimi çok şanslı hissediyorum. Her birinin şu anda sahnede olmamdaki etkilerini yadsıyamam… Olay, ailemin sanatçı olması ile ilişkilendirildiğinde, şunu söyleyebilirim, evim Atatürk Kültür Merkezi’ydi aslında. Orada büyüdüm, diyebilirim. Koridorların, kulisin, merdivenlerin kokusu bile hala burnumdadır. Dolayısıyla sahnenin büyüsü beni kendine çekti. Evde hep sanat konuşulurdu. Annem beni önce iyi insan sonra da, mesleğine tutkuyla bağlı, çalışkan bir birey olarak yetiştirdi. Ben de elimden geldiğince o emeğin, çabanın ve özverinin bir ürünü olmaya gayret ediyorum. Anneannem Melek Ökte’yi hiç tanımadım. Annem anlatır, ne kadar yetenekli ve başarılı bir tiyatro sanatçısı olduğunu. Onunla bir anım olmadı ne yazık ki. Umarım bir yerlerden beni izliyordur.
Yavuz Pak – Başarısından hala söz edilen “Afife”nin ardından yine tek kişilik bir oyun ve yine çok önemli bir kadın kahramanı canlandırıyorsun. Bu proje nasıl başladı?
Aslı İktu – İki sene önce Think House’un kurucusu Fırat Devecioğlu ile yollarımız kesişti. Tesadüf bu ya, Mata Hari’nin hayatı beni çok etkilemişti, Fırat’ta epey bir zamandır onun hayatını araştırıyormuş meğer. “Mata Hari’yi canlandırmak, sahneye taşımak istiyorum, tek kişilik bir oyun yazar mısın?” dedim. “Yazarım” dedi. Mata Hari’nin yaşamıyla ilgili uzun sohbetlerimiz oldu kendisiyle. Mata’nın hayatı onu da etkilemişti. Tüm yönleriyle Mata’yı anlamaya çalışmak zor bir süreçti. Fırat da detaylı bir araştırma dönemi yaşadı ve yaklaşık üç ay sonra bana teksti yolladı. Çok temiz, içime sinen, derdi, iletisi olan bir metin çıkmıştı ortaya ve yolculuğumuz böylece başlamış oldu.
Pınar Çekirge – Afife Jale ve Mata Hari gerçekte önerilmiş, daha doğrusu dayatılmış hayatlara cesurca karşı gelmiş gerektiğinde bedel ödemiş, korkusuz kadınlar. Aslı İktu olarak onlarla bir kan bağın var mı?
Aslı İktu – İkisi de öncü ve cesur kadınlar. İkisi de başkaldırmayı başarmış. Aslında kaderleri birbirine benziyor. Mücadele ruhu taşıyorlar. Dolayısıyla kan bağım olmasa da, bazı karakter özelliklerini taşıyor olabileceğimi düşünüyorum.
Pınar Çekirge – Ne gibi?
Aslı İktu – Mata Hari’nin “El alem ne der“ repliği ile yaşıyoruz hayatlarımızı. Kendi varlığımızı “el alemin”, yani toplumun bizi görmek istediği yerden tarif ediyoruz genelde. Özgürleşememiş kadınların yaşadığı bir coğrafyadayız çünkü. Mata ve Afife de benzer kaderi yaşamış. Kadınların çaresizlik diye tanımladıkları ruh halinin altında korku yatıyor. Mata korkusuzdu, cesurdu. Beni en çok çeken karakter yapısı bu oldu. Aşka ve özgürlüğe tutkun bir kadın olduğunda, el aleme göre yaşamadığında ya Mata Hari oluyorsun ya da o kalabalığın içinde yok olup, gidiyorsun.
Yavuz Pak – Mata Hari başarılı bir metin olmasının yanı sıra, son derece başarılı bir oyunculuk performansına ihtiyaç duyan bir oyun. Hazırlık sürecinden bahsetsen… Mesela sahnede egzotik danslar yapan bir Mata Hari var… Her sahnede izleyici şaşırtan bir başka Mata Hari de…
Aslı İktu – Mata Hari egzotik dansları ile hayata baş kaldıran bir kadın çünkü. Provalar sırasında Fırat, danslarla ilgili profesyonel bir koreografiye ihtiyacımız olduğunu söyledi. Kathak ve Hint danslarında büyük başarılar elde etmiş Bahar Aksoy’a ulaştık ve dans provalarına başladık. Şahane bir süreçti. “Bu egzotik dans aklımı başımdan almıştı” diyor Mata bir repliğinde. Gerçekten de öyle oldu.. Sonra Mata Hari’nin karakter özelliklerini araştırmaya başladık. Yazdığı kimi mektupları okuyup ruh halini anlamaya çalıştık. Nasıl sinirlenir, nasıl ağlar, nasıl aşık olur, hangi yemekleri sever, nasıl yürür, nasıl heyecanlanır, nasıl bir parfüm kullanır vs… Karakterin içsel kısımlarında çok dolaştık. Mata sahneye girdiği andan itibaren seyircinin gözlerine ayrı ayrı bakarak maskülen bir protesto gerçekleştiriyor örneğin. Aslında kolektif bilinç, ölüm sonrası yaşam, içimizdeki yaratıcı güçle bağlantıya geçebilme gibi, kimi felsefi temalara odaklanıyor.
Pınar Çekirge – Aşk, zevk için yaşamış. Dahası güç, para, şöhret, ışıltılı bir hayat uğruna sıradışı olmanın bedelini en baştan kabul edip, ödemiş, cesur, gizemli bir kadın Mata Hari. Yanlış bir devirde mi doğmuş sahiden?
Aslı İktu – Mata bu devirde doğmuş olsaydı, eril bir coğrafyada daha özgür olabilirdi diye düşünüyorum. “Özgürlükle kutsardım ruhumu” diyor. Yaşadığı dönemde kadın olmasından dolayı, ötekileştirilmesi ve üzerindeki ağır baskılara rağmen, kahkahası, giydiği sıra dışı kıyafetleri, yani tüm renkleriyle, coşkularıyla özgürce yaşama ait ne varsa cesurca var etmiş. Şuna eminim ki, Mata günümüzde yaşasaydı daha özgür olacaktı…
Yavuz Pak – Anlaşılamamış olmasının nedeni neydi sence?
Aslı İktu – Mata Hari’nin yaşamda temel taşları belliymiş. Anlaşılmamış olması, gerçekte yanlış anlaşılmış olmasıdır diye düşünüyorum. Çünkü o sadece aşk ve zevk için yaşamını sürdürmek istemiş. Meydan okuması da anlaşılmamış olmaktan, zaten.
Pınar Çekirge – Oyuncu olarak teksti ilk okuduğunda, ilk provada kafanda beliren hayalin ne kadarına eriştin, diye sorsam…
Aslı İktu – Aslı’dan, yani kendimden nasıl bir Mata doğar diye düşündüm. İçimden bir Mata çıkaracaktım. Hayal kurarken öncelikle karakter özelliklerim ile, yaşar kılacağım kimliğin ne kadar eşleştiğini keşfetmeye çalıştım. Benim karakterimle zıt olan çok az noktası vardı. Bunlara anlam yüklediğimde bedenim ile Mata arasında bir köprü kurdum ister istemez. Fırat, hayalini kurduğu Mata’yı tekstte o kadar güzel vurgulamış ki provalarda Fırat’ın gözü ile beraber hayalimize ulaştık. Hayallerimiz eşleşti diyebilirim.
Yavuz Pak – Oyunla ilgili izleyici yorumları nasıl?
Aslı İktu – Oyunumuz daha yeni prömiyer yaptı. Şimdiye kadar dokuz oyun oynadık. Ama şunu söylemek isterim ki, genelde seyirciler oyunun etkisi altında kaldıklarını, kendilerini hayata dair sorgulamaya iten sürprizli bir piyesle karşılaştıklarını söylüyorlar. Zaten bizim de derdimiz buydu. Sahne, hayatta kendimi en iyi hissettiğim yer… Orada hayattaki engeller kalkıyor. İnsanlarla Mata Hari aracılığıyla karşılaşmak beni çok mutlu ediyor.
Pınar Çekirge – “Sahnede ışığı hep benimle” dediğin Melek Ökte’nin başta “Gelin” (Thérèse Raquin) ve “Bütün Gün Ağaçlarda” , “Satıcının Ölümü”, “Bernarda Alba”daki ustalık katındaki başarıları bugün hala anlatılıyorsa, “tiyatro gerçek sanatçılar için suya yazılmış bir yazı değildir” savına ne dersin?
Aslı İktu – İyi yapılmış, düşünülmüş, tasarlanmış, emek verilmiş her tiyatro oyunu akılda kalır diye düşünüyorum. Ben yüzyıllar önce yaşamış Puccini’yi hala dinleyip, keyif alabiliyorsam ya da anneannemin kısacık yaşamında oynadığı oyunlar hala konuşuluyorsa, tiyatro kesinlikle suya yazılmış bir yazı değildir.
Pınar Çekirge – Varsayalım buğulu bir pencere camı var önümüzde. Afife, Mata Hari, Aslı İktu o cama ne yazarlardı?
Aslı İktu – Sevgi…
Mata Hari tüllerin, şifonların, ipeklerin arasından gülümsedi bir an: ”Belki de en çok, ama en çok… Kurşuna dizilmeden önceki son anlarım konuşuldu. Hepsini duydum. Burada her şeyi duyabiliyoruz. Kimi, idam mangasını beklerken, hücremde şarkı söylediğimi bile söylemiş. Ha ha! Evet, o anlarda duyarsızdım! Gerçek acının olduğu yerde kaygı olmaz ki. Belki bu hayattaki son saniyelerinizi henüz yaşamadınız. Ama en büyük acılarınızı hatırlayabilirsiniz, çok sevdiğiniz birini kaybettiğiniz zamanı mesela. Tam, an; artık gelecek yoktur, endişe bitmiştir, kaygılar çok uzaktadır. Hayatın keskin gerçeği boğazınızı çoktan kesmiştir. Yanlış bir devirde doğmuş bir kadınım ben! Ama mağdur bir kadın olarak düşünmeyin beni.”
Üç Maymun / Tiyatro Merdiven