DOĞU EKSPRESİNDE CİNAYET
Agatha Christie'in yazdığı, Atilla Şendil - Savaş Özdural'ın yönettiği " Doğu Ekspresinde Cinayet" adlı oyunda, kostüm tasarımını Pelin Turancı, dekor tasarımı Serkan Kavurt, yönetmen yardımcılığını Barış Ulusoy üstlenmiş.Müzikleri Fatih Özacun gerçekleştirmiş.
Tiyatro Ak'la Kara " On Kişiydiler "in ardından yine Agatha Christie'ye yaraşır nitelikte, üst düzey rejisi, oyunculukları, dekoru ve tüm detaylarıyla son derece etkileyici, baştan sona duyguyla, duyarlılıkla, gerilim ve heyecanla donatılmış, belleklerde canlılığını uzun zaman koruyacak, izleyicinin eserden bir an olsun kopmasına izin vermeyen, başarılı bir yapıma daha imza atmış.
Hemen belirteyim, Ken Ludwig'in " Murder on the Orient Express " ( 1933 ) isimli romandan yaptığı uyarlamayı, Savaş Özdural kusursuz bir Türkçe ile dilimize kazandırmış.
Atilla Şendil, Savaş Özdural, Özdemir Çiftçioğlu, Oya İnci, Hakan Akın,
Romina Özipekçi, Pelin Turancı, Ozan Dağara, Ebru Karanfilci, Olgun Angın, Can Esendal, Fatih Özacun, Kerem Tataroğlu yaşar kıldıkları karakterlere kattıkları ruh, sahicilik, inandırıcılık, yarattıkları düşsel aura ile oyun boyunca, 'düzey' sergiliyorlar.
Hercule Poirot, Prenses Dragomiroff, Dr. Constantine, Samuel Rachett, Hector McQueen, Kontes Andreyni ve diğerleriyle Sirkeci Garı'ndan yola çıktık...havada ayaz vardı.Havada kül ve is kokusu...gecenin ucunda bir yerde, birşeyler olacağı hiç birimizin aklına bile gelmedi o an.Hayat kendi makamında akarken, ansızın üstü çizilen kimin ismiydi ?
Bir sessizlik oldu.Poirot boşluğa baktı bir süre.Gözlerini, kıstı durdu öylece.
Prenses Dragomiroff tüm güzelliği, ihtişamlı zarafeti ve otoritesiyle beni süzüyordu.
Michel tıpkı bir gölge gibi, usulca yaklaştı.
Katil yanımda oturan şu adam olabilir miydi ? Gürültülü, patırdılı sorular çoğaldı zihnimde.Yutkundum.
Sahnede, gerçekle gerçeküstü arasında nice sürprizler ortaya koyan Tiyatro Ak'la Kara " Doğu Ekspresinde Cinayet " oyununda da, ekip çalışmasının, izleyiciyle kurulan duygusal bağın, kostüm, dekorda ödünsüzlüğün, şıklık, kalite ve zarafetin, estetik bütünlüğün en güzel, en doğru örneklerinden birini veriyor.Dahası yazarın, dönemin, karakterlerin ruhu o kadar iyi okunmuş ve yansıtılmış ki.Sahnede adeta büyülü bir simya yaratılmış.
Agatha Christie hayranları, tiyatro severler bu oyunu kaçırmamalı.
Cihangir Atölye Sahnesi'nin yapımcılığını üstlendiği " İki Efendinin Uşağı-Alaturka " Carlo Goldoni'nin eserinden Kıvanç Kılınç tarafından uyarlanmış ve Muhammet Uzuner tarafından yönetilmiş.Müzik, kostüm, ışık tasarımları, koreografisiyle " İki Efendinin Uşağı-Alaturka " son derece başarılı bir komedi...
Kıvanç Kılınç'ın uyarlaması, Muhammet Uzuner 'in özenli çalışmasıyla bir " Commedia dell’Arte” ve “Orta Oyunu” sentezi oluşmuş...
Pantolone, Clarice, Dottore, Slvio,
Beatrice, Federico ve diğerleriyle
Dilaver, Yakup, Yeter, Hüsnü, Gülnihal, Firuz, Firuze, Zekai Sarpasaran, Sadık Sırvermez, Seyfettin Efendi hiç de uzak sayılmazlardı.
Şeytana papucunu ters giydiren, dilbaz, kurnaz uşak Truffaldino ile Zekai arasındaki kanbağıysa müthişti.
Başta Can Seçkin, Osman Onur Can, Erdi Öztürk, Alper İrvan Canberk Dikmen olmak üzere, Ayça Öztürk, Berfin Karatay, Gözde Yıldız, Yusuf Kısa son derece etkileyici, dinamik, pürüzsüz oyunculuklarıyla dört dörtlük bir başarıya imza atmışlar.Sahnede birbirleriyle ve izleyici ile kurdukları iletişim, oluşturdukları dil bütünlüğü mükemmel.
" İki Efendi'nin Uşağı - Alaturka " da sahne üstü trafiği, dekor, ışık, oyuncu performansları, kısaca her detay yerli yerinde.Hep söylediğim gibi, alışılmış piyasa beğenisinin ( duygu fakiri, bir o kadar da sabun köpüğü, diyebileceğim öyle çok piyes izlediğim oluyor ki ) dışında kalmaya özen gösteren Cihangir Atölye Sahnesi'ni bir kez daha kutluyorum.
Kâtip Bartleby
“Hiçbir şey ciddi bir insanı pasif bir direniş kadar sinirlendirmez.”
Cihangir Atölye Sahnesi'nin yapımcılığını üstlendiği, Yusuf Eradam'ın dilimize kazandırdığı, Oya Yağcı'nın dramaturgluğunu gerçekleştirdiği, Herman Melville'in " Bartleby, the Scrivener: A Story of Wall Street" ( 1853 ) adlı absürt öyküsünden uyarlayıp yöneten Muhammet Uzuner, yine 'sanatsal niteliği, iletisiyle sıradışı bir oyun'a daha imza atmış.
New York'un ünlü Wall Street'inde bir avukatlık bürosunda Zencefil, Cımbız, Hindi takma adlarıyla çalışan üç katip ve aralarına katılan, ne hikmetse kendisinden talep edilen hemen her görevi, " Yapmamayı tercih ederim ", " Söylememeyi tercih ederim " sözleriyle reddeden, inatçı, sadece sabit olmayı seçen Kâtip Bartleby.
Kimdi bu genç adam ? Edilgen karşı koyuşu seçmiş, acı çeken, ufunetli ruhuna kimsenin erişmesine izin vermeyen, her türlü değişiklikten ürken, tercihleriyle var olmaya çalışan biri...tüm bunların nedeni " ölüme koşan sahipsiz mektuplar " olabilir miydi ?
Yusuf Kısa ( Avukat ), Kerem Aktı ( Bartleby ), Dorukhan Kenger ( Hindi ), Can Seçki ( Cımbız ), Osman Onur Can ( Zencefil ) yaşar kıldıkları karakterlere kattıkları sahicilik, inandırıcılık kadar kurdukları doğru özdeşimle de her türlü övgüyü fazlasıyla hak ediyorlar.Özellikle Kerem Aktı ve Yusuf Kısa için, disiplinli oyunculukları, belleklerde yaşayacak yorumlarıyla "gelecek vaad eden aktör"ler arasında yerlerini çoktan almışlar, diyebilirim.
" Vah, Bartleby ! " Belki de " Vah, insanlık..."
" Kâtip Bartleby " metinden, çeviriye, rejisinden, yaratıcı kadrosuna, beş aktörün yüz akıyla elde ettikleri başarılara kadar kusursuz, tam tadında, son derece kaliteli, özenli bir çalışmanın ürünü.
Muhammet Uzuner tiyatro sanatını ve izleyiciyi ciddiye alan düzeyli tiyatro anlayışıyla zevkle, dikkatle ve düşünerek seyredilecek, uzun süre konuşulacak bir oyunu daha sahneye taşımış.
Cihangir Atölye Sahnesi'nden " Kâtip Bartleby "i izlemenizi özellikle öneririm.
Kâtip Bartleby
“Hiçbir şey ciddi bir insanı pasif bir direniş kadar sinirlendirmez.”
Cihangir Atölye Sahnesi'nin yapımcılığını üstlendiği, Yusuf Eradam'ın dilimize kazandırdığı, Oya Yağcı'nın dramaturgluğunu gerçekleştirdiği, Herman Melville'in " Bartleby, the Scrivener: A Story of Wall Street" ( 1853 ) adlı absürt öyküsünden uyarlayıp yöneten Muhammet Uzuner, yine 'sanatsal niteliği, iletisiyle sıradışı bir oyun'a daha imza atmış.
New York'un ünlü Wall Street'inde bir avukatlık bürosunda Zencefil, Cımbız, Hindi takma adlarıyla çalışan üç katip ve aralarına katılan, ne hikmetse kendisinden talep edilen hemen her görevi, " Yapmamayı tercih ederim ", " Söylememeyi tercih ederim " sözleriyle reddeden, inatçı, sadece sabit olmayı seçen Kâtip Bartleby.
Kimdi bu genç adam ? Edilgen karşı koyuşu seçmiş, acı çeken, ufunetli ruhuna kimsenin erişmesine izin vermeyen, her türlü değişiklikten ürken, tercihleriyle var olmaya çalışan biri...tüm bunların nedeni " ölüme koşan sahipsiz mektuplar " olabilir miydi ?
Yusuf Kısa ( Avukat ), Kerem Aktı ( Bartleby ), Dorukhan Kenger ( Hindi ), Can Seçki ( Cımbız ), Osman Onur Can ( Zencefil ) yaşar kıldıkları karakterlere kattıkları sahicilik, inandırıcılık kadar kurdukları doğru özdeşimle de her türlü övgüyü fazlasıyla hak ediyorlar.Özellikle Kerem Aktı ve Yusuf Kısa için, disiplinli oyunculukları, belleklerde yaşayacak yorumlarıyla "gelecek vaad eden aktör"ler arasında yerlerini çoktan almışlar, diyebilirim.
" Vah, Bartleby ! " Belki de " Vah, insanlık..."
" Kâtip Bartleby " metinden, çeviriye, rejisinden, yaratıcı kadrosuna, beş aktörün yüz akıyla elde ettikleri başarılara kadar kusursuz, tam tadında, son derece kaliteli, özenli bir çalışmanın ürünü.
Muhammet Uzuner tiyatro sanatını ve izleyiciyi ciddiye alan düzeyli tiyatro anlayışıyla zevkle, dikkatle ve düşünerek seyredilecek, uzun süre konuşulacak bir oyunu daha sahneye taşımış.
Cihangir Atölye Sahnesi'nden " Kâtip Bartleby "i izlemenizi özellikle öneririm.
Seyfi Bey
Gencay Ünsalan'ın yazdığı, Celal Kadri Kınoğlu'nun yönettiği, Gülşah Çabukel'in kostüm, Cihan Aşar'ın dekor, Mustafa Türkoğlu'nun ışık, Onur Özışık'ın afiş tasarımını üstlendiği " Seyfi Bey " adlı oyunda Armağan Çağlayan ve Sedat Bilenler rol almışlar.
Armağan Çağlayan malzemesi bol oyunculuğuyla yaşar kıldığı karaktere kattığı sahicilik, inandırıcılık ve duyarlılık boyutuyla, değil aylar, yıllar boyunca etkisini yitirmeyecek, belleklerde kalacak bir yoruma imza atmış.
Hemen belirteyim " Seyfi Bey " eğlencelik tiyatro değil, özü/sözü olan, sezonun en önemli, iddialı çalışmalarından biri.
Gözpınarlarına dolan yaşları içine akıttı Seyfi Bey ağlamamalıydı.Ne olursa, olsun ağlamamalı, hayata yenik düşmemeliydi.Kalabalıklar, alkışlar içindeki derin yalnızlığını kimse bilmemeliydi.
Armağan Çağlayan oynamıyor sahnede, Seyfi Bey oluyor.Öyle içten, öyle gerçek ki...geçmişin bütün hayaletleriyle merhabalaşmış Seyfi Bey var karşımızda.Gözlerinin içine düşen acıyla, hayal ve hayat kırıklıklarıyla Seyfi Bey...sahne ışığıyla doğmuş Seyfi Bey.
Armağan Çağlayan hayatla sanatın gerçeğini birbiri içinde eritirken, Seyfi Bey'in içdramını başarıyla ortaya koyuyor.
“Ben Türkiye’de Çok Zor Bir Olayı Kabul Ettirdim, Başardım; Çok Zor Bir Olayı…”(*)
Seyfi Dursunoğlu, nam-ı diğer Huysuz Virgin‘i ilk kez Nükhet Duru, Füsun Önal, Ersan Erdura, Perran Kutman‘lı “Merhaba Müzik” müzikalinde izlemiştim. Sanki “La Cage Aux Folles”ün Albin‘ini hatırlatmıştı biraz bana. Ancak farklıydı… Başka bir ışığı vardı Huysuz Virgin’in. Başka bir tonu. O denli doğal, içten, bir o kadar abartılı, gestus’u iyi çalışılmış bir performansı, vardı ki… Hayran kalmamak, beğenmemek, hele o sahne sempatisini hissetmemek elde değildi.
“Merhaba Müzik“in ardından “Müzikal Kahkaha”da (Orhan Boran, Selma Güneri, İsmet Ay, Hadi Çaman, Leman Çidamlı, Halit Akçatepe, kimler yoktu ki kadroda…) ve “Çılgınlıklar”da ( Nilüfer, Coşkun Demir, Asuman Arsan, Ertuğ Koruyan, Uğur Yücel, Necati Bilgiç, Nilgün Akçaoğlu ) izlemiştim kendisini.
İtiraf etmeliyim ki, Huysuz Virgin‘e kelimenin tam anlamıyla hayran kalmıştım. Enerjisine, cesaretine, özgünlüğüne, sahne hakimiyetine, hatta pervasızlığına. Gösterisinin ana kaynağı gözlem ve insanı üç boyuttan ele alma becerisiydi kuşkusuz. Ayrıca, gösterisinin içeriğinde tuluat, hazırcevaplık, seyirci ile kurulan ustalık katında, benzersiz, sıradışı bir diyalog mevcuttu.
“Vallahi, sahneye çıktığımda zenneyim, konuşurken komedyenim, bitirirken de assolistim…” (1)
Seyfi Dursunoğlu‘nun yaşar kıldığı Huysuz Virgin, Geleneksel Türk Tiyatrosu’nun Zenne figürüydü aslında. Yani kadın kılığında sahne alıyor, isterik, kaprisli, tahammülsüz, çevresindeki insanlara sürekli olarak sataşan, hırçın kadın rolünü üstleniyor ve kantodan, Klasik Türk Sanat Müziği, popüler şarkılara kadar geniş bir repertuar eşliğinde, dans ediyor, ortaya koyduğu illüzyonla izleyicisini adeta büyülüyordu. Şimdi nasıl hatırlamam, “Müzikal Kahkaha”da canlandığı Zeki Müren, Bülent Ersoy, Füsun Önal, Ayten Gökçer taklitlerini. Hele Zeki Müren ve Bülent Ersoy yorumları aslının aynıydı. Ya “One Way Ticket” ile Füsun Önal?
Seyfi Dursunoğlu kendi alanında rakipsiz ve tekti. (Evet, zaman içinde onun yolunda gitmeye çalışanlar oldu, olmadı değil. Ama hepsi de kötü, sıradan bir kopyadan öteye geçemediler) Üstelik erkek egemen bir toplumda kadın kimliğinde sahne alıyordu. Dokunulmaz glamour‘un yanında sınır tanımaz yeteneği, zekası, keskin, sert, bazen müstehcenlik dozu aşmış esprilerle çok başarılı gösterilere imza atıyordu. Şimdi düşünüyorum da, Huysuz Virgin‘i dünyanın her yerinde oynayıp, aynı alkışı alabilecek bir sanatçıydı Seyfi Dursunoğlu. Hiç eskimeden, klasikleşti ve bir toplumun ortak bilinçaltına yerleşti. Saygı, sevgi gördü. Oysa aykırı bir figürdü Huysuz Virgin, en büyük sosyal ve cinsel tabulardan birine korkusuzca dokunuyordu.
Abartılı makyajı, sarı peruğu, otrişleri, renk renk işlemeli, dekolte giysileriyle hem çok şık, hem de rüküş olabiliyordu. Uçlar arasında kolon vuruyordu adeta.Hem terzi yamağı Katina, hem faka basmaz, işvesi cilvesi bol Fındıkkurdu, hem de saygıdeğer gerçek bir İstanbul Beyefendisi’ydi O.
Hayata farklı bir gözle bakmamızı sağlamıştı aslında. Otorite, kural, nizam tanımazdı Virgin Hanım. Bir de edepsizdi ki, diline düşenin vay halineydi. Ağzı da pek bozuktu canım. Ama yakışıyordu O’na.
" Atın, atın eskimiş karılarınızı atın. Huysuz Virgin geleoooooor…”
Huysuz Virgin, Seyfi Dursunoğlu. Bir kişilikten diğerine geçiş, izleyen herkesin belleğine, yüreğine işlemiş bütün o fotoğraflar… Hem kendisiydi, hem de bambaşka biri. Ve usta bir mozaikçi gibi sabırla, bıkıp usanmadan, özenle işliyordu Huysuz Virgin’i.
Ucuz, tatsız, sıradan, düzeysiz, kaba, cahilce güldürüye koşullanan izleyici için yeni, farklı bir renk ve soluk oldu Huysuz Virgin.
Seyfi Dursunoğlu milimetrik nüanslarla kotardığı espriler ve üstün sahne performansı, yeteneğiyle her defasında kalp atışını seyircisinin kalp atışına ilikledi. Başarısının sırrı buydu belki de.
“Eee, yani kimseyi dolandırmadı, birinin kapısını borç için çalmadı, elinden geldiği kadar çalıştı, uğraştı, didindi, çabaladı ve çok güç bir olayı kabul ettirdi.Türkiye’de kabul görmesi en müşkül olan işi, kadın kılığında sahneye çıkıp şov yapmayı ve buna rağmen sevilmeyi ve saygı görmeyi başardı.” (2)
Seyfi Dursunoğlu / Huysuz Virgin Gerçeği“ni Prof.Dr. Güzver Yıldıran şöyle açıklıyor :
“Dört yıl önce, Seyfi Dursunoğlu’nu, insan olarak toplumun hassasiyetlerine duyarlı yaşam algısını, kendi tabiriyle ‘doğruları mizah ile’ yoğuran ve hicivle ileten bir persona vasıtasıyla paylaşan bir sanatçıyı ve dünyada emsaline az rastlanan bir paradigmayı kaybettik.
Seyfi Dursunoğlu gerçekte yalnız ‘Huysuz Virjin’ olarak bir sanatçı değil, aynı zamanda psikoloji bilimi için de açık seçik bir fenomen olarak beliriyor. ‘Sublimation’, başka bir deyişle ‘yüceltme’ olarak adlandırılan, iç çatışmayı önleyici, olanı iyileştirmeye ve onay görecek içerik ve şekle dönüştürmeye yönelik savunma mekanizmasına benzersiz yaratıcılığıyla boyut kazandıran bir kişi Seyfi Dursunoğlu.
Okuduğu Deniz Lisesi hakkında yaptığı sosyal ve öz eleştiriler, bilinçle oluşturulan küçük yalanların doğrulara daha kabullenilir bir çerçeve oluşturduğu önergesi, yine bilinçli olarak ayrıştırdığı çift kişilik hakkında verdiği bilgiler, kendinde gördüğü hataları açık yüreklilikle koca bir toplumla paylaşabilmesi, onun ne kadar zeki bir kişilik olduğuna işaret ettiği gibi, kendiyle ne kadar barışık olduğunu da gösteriyor.
Sanatçı, ‘Seyfi Bey’ olarak bir memur ve son derece beyefendi bir insan. Burada superego ağırlıkta. ‘Huysuz Virgin’ personası ise içindeki id’in tamamıyla kişiliği betimlemesi.
Bütün hırslarıyla insanları kendinden daha aşağı görmesi sonucu oluşturduğu alaycı, küçümseyici tavır, mizah duygusuyla yoğrularak bir sanat haline geliyor.
Bu persona, bireyleri acımasız bir hicivle hedefe koyarak, aslında çerçeve içine aldığı toplumsal prototiplere eleştiriler yağdırıyor.
Bu suretle çift kişiyi barındıran sistem, birbirinden tamamen ayrı, biri diğerine bulaşmayan iki ayrı alt sistemi içeriyor. Tabii bunun bilinçli yapılması, çoklu kişilik patolojisine yeni bir boyut kazandırıyor ve neticede son derece yaratıcı bir başa çıkış karşımıza sanat olarak geliyor.
Gerçek kişiliği ile olduğu kadar sempatik ama iğneleyici personası ‘Huysuz Virgin’ ile de çok zeki ve yaratıcı bir insan, Seyfi Dursunoğlu; aynı zamanda da sevimli. Kendinin yarısı ile sanat yapıyor, öbür yarı ise o sanatçıyı bilinçle yönetiyor. Çok ilginç ve önemli bir sanatçı ve yaşama kattığı çok özgün süreçlerdi bunlar. Toplumumuz da durumu olumlu ve hoşgörüyle karşılandı. Bu da önemli.”
Ve Yavuz Pak‘ın “Korku ve baskı ikliminin kurbanı Huysuz Virgin” değerlendirmesiyle yazıma son vermek istiyorum :
“2011 aylında Hayat Dergi’ye verdiği röportajda Seyfi Dursunoğlu, sanatını özgürce yapamadığını ifade ederken politikayla arasına koyduğu mesafeden bahsediyordu: “Hayır yapamıyorum. Ne ben yapabiliyorum, ne hiç kimse yapabiliyor. Ben mesela siyasetten kesinlike bashetmem, tehlikeli bulurum. Dinden kesinlikle bahsetmem, korkarım. Hatta spordan bile bahsetmem çünkü o kadar fanatik, agresif insanlar var ki… Niye başımı derde sokayım? Sahneye çık “Ben Fenerbahçeliyim” de, dünyanın alkışını alırsın ama unutma ki seni orada seyretmeye gelen Beşiktaşlılar, Galatasaraylılar da var. Bu sefer onların antipatisini kazanırsın. Zaten sanatçının düşündüğünü çok açık anlatmaması lazım. Sanatçı ortada kalmalı bence.” (https://www.evrensel.net/haber/409649/seyfi-dursunoglu-ozlemini-cektigim-hicbir-sey-yok)
40 yıldır icra ettiği sanatına indirilen en ağır darbeyi hep uzağında kalmaya çalıştığı ideolojik/politik cepheden aldı Seyfi Dursunoğlu. 2007 yılında RTÜK, “kadın kılığında erkek görmek istemiyoruz” diyerek Dursunoğlu’nun programını yasakladı. İktidarın ideolojik hegemonya inşa sürecinin ilk kurbanlarından biri Huysuz Virgin olmuştu. Dursunoğlu, RTÜK’ün ‘Huysuz Virgin’ yasağı sonrası verdiği röportajda, “Bunun nedeni yaptığım iş değil. Nedeni, bir fikir anlaşmazlığı diyebilirim. Aslında bunun içinde ideoloji var, ama ben fikir anlaşmazlığı diyorum. Başkalarının, bu yaştan sonra beni şekillendirme isteğine tahammülüm yok. Ben artık bir şekil aldım. Bu kadar sene, bu şekle hiç kimse itiraz etmedi. Ben şimdiye kadar yaşadığım şekilde yaşamak istiyorum. Ama maalesef bazı ideolojiler uğruna, sanatımda değişiklikler yapılması mecburiyeti geliyor” ifadelerini kullanmıştı. (https://www.hurriyet.com.tr/kelebek/bu-kadar-sene-bu-sekle-kimse-itiraz-etmedi-7820616 )
1976 yılında, “devlet televizyonu” TRT’de yayımlanan Öztürk Serengil’in Gülünüz Güldürünüz programına çıkan Huysuz Virgin, bu yasaklama kararının ardından “sansürlendi.” Bırakın TRT’yi, hiçbir TV kanalı, yıllarca şöhretinden nemalandıkları Huysuz Virgin’i ekranlarına taşımadı. Korku dağları sarmış, ülke hızla karanlık bir dehlize doğru ilerlerken, toplum mizahı, hatta gülmeyi unutmaya başlamıştı. Seyfi Dursunoğlu küstürüldü ve Huysuz Virjgin bu baskı ve korku ikliminin kurbanı oldu; Türkiye, son zennesini daha ölmeden toprağa gömmüştü…
Murat Meriç’in dediği gibi, ‘Yasak sonrası, belki farklı bir bir programla televizyona dönmek mümkündü ama istemedi. Dursunoğlu olarak çıktı, Huysuz Virgin’i gazino sahnelerinden de çekti. Huysuz Virgin, yaşarken “iktidar” eliyle öldürüldü.’ (https://www.gazeteduvar.com.tr/yazarlar/2020/07/19/seyfi-dursunoglunun-ardindan-eski-turkiyeye-agit )
Yarattığı “aykırı” karakterle Seyfi Dursunoğlu, “devrimci bir eylemin”, gülme eyleminin bu coğrafyadaki renkli neferlerinden biri olarak yaşadığı döneme damga vurmayı başardı. Hayatımıza kattığı naif güzelliği ve yüzümüzde bıraktığı tatlı bir tebessümle anıyoruz O’nu… Yılmadan, korkmadan anmaya devam edeceğiz… Gülümseyerek!”
Seyfi Dursunoğlu, hiç kuşkusuz Huysuz Virgin olarak son zennemiz ve çok önemli bir showman‘di. 17 Temmuz 2020 tarihinde, geriye doldurulması enikonu olasız bir boşluk bırakarak, aramızdan ayrıldı.
" Seyfi Bey " oyununu izlemenizi özellikle öneririm.Farklı tatlar, ufuksuz, dipsiz duyarlıklar bulacak, " Seyfi Bey " e bir kez daha hayran kalacaksınız.
Kaynakça:
(*,1,2 ) Atay K., Akşit F. : “Katina’nın Elinde Makası / Huysuz ile Seyfi’nin 35 Yıllık Sevda Masalı”, Alfa Yayınları, İstanbul, 2004
Çekirge P.: " Perde Kapandı " Kanon Yayıncılık.2021
Doğu Ekspresinde Cinayet / Tiyatro Ak'la Kara