Karakterimiz alışageldiğimiz solo performansların aksine sahnede anlatıcı rolünde konumlanıyor ve seyirci ile oyun boyunca iletişimde kalıyor.
•
Küçüklüğünden beri sahip olduğu alışkanlığı çevresindeki seslere karşı var olan ilgisiyle gelişen hassasiyetini konu ediyor. Bizim duyduğumuz seslerden daha fazlasını duymak üzere özel bir yeteneği olmadığını söyleyen karakterimiz sadece bizden fazla ilgisi olduğunu dile getiriyor.
•
Oyunda maruz kaldığımız içerik ve sesler sıradanlığın içinde daha sıradan kalmış o sesleri fark etmemizi sağlarken daha ötesine dikkat çekiyor.
•
Oyunun başrolünde gördüğümüz İstanbul’un aslında içinde fiziki olarak bulunmaktan öte seslerin ahengiyle yaşadığımızı fark etmemize vesile oluyor. Bilinçli olarak maruz kaldığımız yegane sesin müzik olduğunu düşünürsek çoğu sesin farkında olmadan yaşadığımızı söyleyebiliriz.
•
Oyun başlamadan önce anlatıcı olan bir karakter seyredeceğimi bilmek beni mutsuz etmişti ve beklentimi düşürmüştü. Beraberinde oyunun ilk dakikaları da bu düşüncemi destekleyen şekilde ilerleyince, iyi bir performansın ittirmesiyle ortalama bir oyun seyredeceğimi öngördüm. Oyuna kapılmama vesile olan bir geçiş anı var ve sonrasında büyüleyici şekilde kayboluyorsunuz. Dakikalar geçtikçe oyunun etkisi arttı ve hayranlıkla seyretmeye devam ettim, akışta ele aldığı konuları da katıp sona doğru gelince muazzam bir oyunda olduğumun farkındaydım ve bittiğinde bu kadar etkileyici olmasına şaşırmam bir yana, konusunun yaşattığı hüzünle beraber oyunun verdiği mutluluk harikuladeydi.
•
Oyunun başrolünde İstanbul olduğunu düşünürsek, fethini es geçmemek en doğrusu olurdu. Hikayemiz İstanbul’un Fethi ile başladı, hala onun izleri ve sesleri şehrin içinde saklanıyor. Hep aynı açıdan gördüğümüz görkemli zaferi farklı bir açıdan görünce benim gözümde oyunun ehemmiyeti arttı, bende yeni bir pencere açtı. Oyunun içinde Kanlı 1 Mayıs’a değinildiği an ve sonraki sahneler benim için epey dikkat çekiciydi, ne için mücadele ettiğimizi hatırlamama, umutsuzluğa kapılacak hakkımız olmadığını düşünmeme vesile oldu. Toplumun yüzleşmesi gereken bu meseleyi düşünüp bu cümleleri yazarken dahi duygulanıyorum.
•
Ayrıca toplum olarak yüzleşmemiz gereken ama ne yazık ki çok uzağında olduğumuz 6-7 Eylül olayları var. Karakterimizin bu sarsıcı trajediyle ilgili gösterdikleri ve hissettirdikleri oyundan çıkan seyircinin araştırıp en ufak bir fikir edinmesine sebep olacaksa bile bu önemli bir adımdır. Toplum hafızası bizi ileri taşıyacak; oyunun bu yaşananlara ayna tutması, üstelik şeffaf bir dille yapması değerli. İstanbul’u hissetmenin ve tarihini koklamanın en iyi yollarından biri ise Karaköy’de Perşembe Pazarı’ndan Şişhane’ye doğru yol almak olur. Tam bu civarda oranın güncel sahipleri olan hırdavatçıları hikayeye katmak ve mizahi bir dil kullanarak oyunu süslemekse, oyunun büründüğü kasveti belli ölçüde azaltmak adına iyi bir denge. Oyunun temel yapısı bu konuları içerirken babasının olduğu kendi hikayesini içine katıp bütünleştirmesi ise başarılı bir dramaturji örneği olarak gösterilebilir. Zira bir oyun anlatılacak çok değerli konular içerse de bunu seyirciyi sıkmadan ilgi çekici kılmak ayrı bir meziyet.
•
Yazdıklarımın üstüne oyuna kabaca bakınca özel bir dekor olmadan sadece oyuncuyu ve yardımcı rolde ses cihazlarını gördüğümüzü düşünürsek bu kadar başarılı bir işin mimarı elbette rejisi oluyor. Salih Bademci ise endişelenmeden, oynadığını göstermek için fazladan çaba harcamadan oldukça pürüzsüz bir performans sergiliyor, sahnede ışık saçıyor.
•
İçtenlikle önereceğim Sesler’e giderseniz bittiğinde iyi bir oyundan ayrıldığınızı hissedeceğinize eminim. Tiyatronun büyüsü olduğuna inanıyorsanız, bu oyundan sonra elinizde kanıt olacak.
Rejinin oyuna etkisi ve katkısı büyük olmuş. Neyi nasıl anlatacağını bilen, derli toplu bir oyun görüyoruz. Fiziken herhangi bir problemi olmayan fakat süreli hafıza kayıpları ile yaşadığı zihinsel hastalığı sırtlanmaya çalışan birini görüyoruz. Aslında baskın karakteri bu hastalığı kabullenmeden karşı geliyor, farkındalığı yok.
Metnin sahnelenmesindeki en güzel yanlardan biri, seyirciyi başrol karaktere ortak edip onun gözüyle ilerlemesi. Dışarıdan bir göz olarak babanın unutkanlığına şahit olmuyoruz da, onunla beraber değişen yüzleri ve yaşanan anları birlikte deneyimliyoruz. Güzel bir dramaturjiyle beraber doğrudan yaratılan bir empati alanı var. Bu empati duygusunun daha gerçek hissettirdiğini söyleyebiliriz.
Farklı oyuncuların sahneye girmesiyle beraber değişen yüzlere şahitlik ettiğimiz bu oyun ilk sahneden sonra şaşırtıp o sürprizi hemen ortadan kaldırıyor, bunu belki birkaç sahne daha devam ettirseler yarattığı etkinin dozu artardı, biraz daha o süreci yaşamak isterdim, bu anlamda hoşnut olmadım.
Haluk Bilginer karakterin sinemada değil, tiyatroda olduğunu gösterircesine oynuyor, bunun günümüz tiyatrosunda yeri olsa da daha az coşkuyla oynamasını yeğlerdim. Bilginer’den parlak oyunculuk performansı seyretmek ise bir seyircinin tiyatrodaki en büyük şanslarından. Özlem Zeynep Dinsel’in performansındaki iniş çıkışları ve karşısındaki oyunculara eşlik etme biçimi oyunu çok keyifli seyretmeme sebep oldu, kendisini ilk defa sahnede gördüm, parlayan bir performansı var, Haluk Bilginer’in oyunu tek başına sırtlamasına gerek kalmamış. Mine Nur Şen karakterinin biraz gerisinde kalmış gibiydi ve tutuk gördüm. Karakteri ona daha gösterişli performans için alan tanıyor, seyirci böyle dramatik oyunlarda küçük kahkahalarla oyunda kalmayı sever, bunu sağlayacak en güçlü karakter onun sahneleri ve rolüydü. Oyuna alıştığında daha cesur bir performans karakteri dikkat çekici hale getirecektir.
Oyunun çevirisini yapan ve aynı zamanda oyuncusu olan Ezgi Coşkun’a değinmek isterim. Her yabancı metnin uyarlamasında eğreti görünen kısımları mutlaka oluyor, işin tabiatında var. Bunu azaltmayı başaran en önemli etken iyi bir çeviri oluyor. Bu oyun çok iyi anlaşılmış ve yetkin bir çeviriyle beraber oyunun etrafından dolanmak yerine iç içe geçmiş. Ezgi Coşkun’un performansı da çevirisi kadar başarılı, duru bir performans sergiliyor. Çok anda ve su gibi akan bir oyunculuk vardı, böyle performansları seyretmekten keyif alıyorum, beni yormuyor.
Oyunun akışında başrolde artan unutkanlıkla beraber azalan dekorun varlığı da hayatından eksilen birçok şeyi doğru biçimde gösteriyor. Sahneler arası eşyaların kaybolması ve değişmesi için aşama aşama süreci kateden ayrı bir ekip var. Koreografi eşliğinde performans sergileyip dekoru güncelleyen dört farklı oyuncunun katkısı oyun için anlamlı. Başrol karakterin zihninin ona oynadığı küçük oyunu dekor ile kurcalar gibi imgelemek gözüme keyifli geldi.
Oyunun içinde baba kız arasında yaşanan çatışma ve kapalı iletişim hali ritmi belirliyor, oyunu dinamik tutuyor. Aslında kızına neredeyse muhtaçken, bu duruma karşı gelmesi ve bunun için kızını yermesi, diğer kardeşiyle karşılaştırıp onu yoksun hissettirmesi tümüyle gerçek acı hissi veriyor. Açık iletişimin olmadığı her ilişki insanları birbirinden uzaklaştırıyor, bundan kaçmak ise en az emek verileni ama en yıpratıcısı olsa gerek.
Baba oyunu salt Haluk Bilginer için gidilir diyeceğiniz bir oyunun ötesinde tümüyle iyi bir tiyatro seyredeceğinizin garantisini veriyor. Yine de oyun duygular üzerine kurulmadığı ve sistemli bir biçimde kurgulandığı için muhakkak beğeninizi kazanır diyemeyeceğim. Keyifli bir akşam geçireceğiniz aşikar, daha üste çıkması ise olası.
Dipnot: Oyunun afiş tasarımının kime ait olduğunu bulamadım. Sahnenin sitesinde künye kısmına dahi baktım, yazmamışlar. Yazdığımı görürse ya da tanıyıp ulaştıran olursa tebriğimi buradan ileteyim, üzerine vakit harcanmış, bakıp bakıp hakkında konuşasım geldi. Kutlarım.
Sesler /