Rejinin oyuna etkisi ve katkısı büyük olmuş. Neyi nasıl anlatacağını bilen, derli toplu bir oyun görüyoruz. Fiziken herhangi bir problemi olmayan fakat süreli hafıza kayıpları ile yaşadığı zihinsel hastalığı sırtlanmaya çalışan birini görüyoruz. Aslında baskın karakteri bu hastalığı kabullenmeden karşı geliyor, farkındalığı yok.
Metnin sahnelenmesindeki en güzel yanlardan biri, seyirciyi başrol karaktere ortak edip onun gözüyle ilerlemesi. Dışarıdan bir göz olarak babanın unutkanlığına şahit olmuyoruz da, onunla beraber değişen yüzleri ve yaşanan anları birlikte deneyimliyoruz. Güzel bir dramaturjiyle beraber doğrudan yaratılan bir empati alanı var. Bu empati duygusunun daha gerçek hissettirdiğini söyleyebiliriz.
Farklı oyuncuların sahneye girmesiyle beraber değişen yüzlere şahitlik ettiğimiz bu oyun ilk sahneden sonra şaşırtıp o sürprizi hemen ortadan kaldırıyor, bunu belki birkaç sahne daha devam ettirseler yarattığı etkinin dozu artardı, biraz daha o süreci yaşamak isterdim, bu anlamda hoşnut olmadım.
Haluk Bilginer karakterin sinemada değil, tiyatroda olduğunu gösterircesine oynuyor, bunun günümüz tiyatrosunda yeri olsa da daha az coşkuyla oynamasını yeğlerdim. Bilginer’den parlak oyunculuk performansı seyretmek ise bir seyircinin tiyatrodaki en büyük şanslarından. Özlem Zeynep Dinsel’in performansındaki iniş çıkışları ve karşısındaki oyunculara eşlik etme biçimi oyunu çok keyifli seyretmeme sebep oldu, kendisini ilk defa sahnede gördüm, parlayan bir performansı var, Haluk Bilginer’in oyunu tek başına sırtlamasına gerek kalmamış. Mine Nur Şen karakterinin biraz gerisinde kalmış gibiydi ve tutuk gördüm. Karakteri ona daha gösterişli performans için alan tanıyor, seyirci böyle dramatik oyunlarda küçük kahkahalarla oyunda kalmayı sever, bunu sağlayacak en güçlü karakter onun sahneleri ve rolüydü. Oyuna alıştığında daha cesur bir performans karakteri dikkat çekici hale getirecektir.
Oyunun çevirisini yapan ve aynı zamanda oyuncusu olan Ezgi Coşkun’a değinmek isterim. Her yabancı metnin uyarlamasında eğreti görünen kısımları mutlaka oluyor, işin tabiatında var. Bunu azaltmayı başaran en önemli etken iyi bir çeviri oluyor. Bu oyun çok iyi anlaşılmış ve yetkin bir çeviriyle beraber oyunun etrafından dolanmak yerine iç içe geçmiş. Ezgi Coşkun’un performansı da çevirisi kadar başarılı, duru bir performans sergiliyor. Çok anda ve su gibi akan bir oyunculuk vardı, böyle performansları seyretmekten keyif alıyorum, beni yormuyor.
Oyunun akışında başrolde artan unutkanlıkla beraber azalan dekorun varlığı da hayatından eksilen birçok şeyi doğru biçimde gösteriyor. Sahneler arası eşyaların kaybolması ve değişmesi için aşama aşama süreci kateden ayrı bir ekip var. Koreografi eşliğinde performans sergileyip dekoru güncelleyen dört farklı oyuncunun katkısı oyun için anlamlı. Başrol karakterin zihninin ona oynadığı küçük oyunu dekor ile kurcalar gibi imgelemek gözüme keyifli geldi.
Oyunun içinde baba kız arasında yaşanan çatışma ve kapalı iletişim hali ritmi belirliyor, oyunu dinamik tutuyor. Aslında kızına neredeyse muhtaçken, bu duruma karşı gelmesi ve bunun için kızını yermesi, diğer kardeşiyle karşılaştırıp onu yoksun hissettirmesi tümüyle gerçek acı hissi veriyor. Açık iletişimin olmadığı her ilişki insanları birbirinden uzaklaştırıyor, bundan kaçmak ise en az emek verileni ama en yıpratıcısı olsa gerek.
Baba oyunu salt Haluk Bilginer için gidilir diyeceğiniz bir oyunun ötesinde tümüyle iyi bir tiyatro seyredeceğinizin garantisini veriyor. Yine de oyun duygular üzerine kurulmadığı ve sistemli bir biçimde kurgulandığı için muhakkak beğeninizi kazanır diyemeyeceğim. Keyifli bir akşam geçireceğiniz aşikar, daha üste çıkması ise olası.
Dipnot: Oyunun afiş tasarımının kime ait olduğunu bulamadım. Sahnenin sitesinde künye kısmına dahi baktım, yazmamışlar. Yazdığımı görürse ya da tanıyıp ulaştıran olursa tebriğimi buradan ileteyim, üzerine vakit harcanmış, bakıp bakıp hakkında konuşasım geldi. Kutlarım.
İlk sahne oyun içinde oyun göstererek başlıyor. Başroldeki karakterimizin oyuncu olduğunu hemen sahne sonrası fark ediyoruz. O ilk sahnede Treplev’in Nina’ya olan bağımlılığı ve saplantısı ile nihayetinde dibe vuruşunu görüyoruz. Bu da temelde neyi göreceğimizin sinyalini veriyor. Devamında karakterimiz rehabilitasyon merkezine adım atmadan hemen önce annesine telefonda kurtulmak istediği tüm nesneleri söylüyor. Bunu yaparken hiçbirini es geçmediğinden emin, zira doğruyu arıyor.
Aslında dünyada bunca olup biten acının arasında uyuşup olanlardan sıyrılmayı daha doğru görüyor. Bu kadar acıya ayık kafayla dayanmak ne mümkün.
Kendi odasına kapandığı ilk sahnede 5 oyuncunun daha eşlik ettiği farklı anlarını görüyormuş şekilde seyrettiğimiz kısımlar da enfesti, bu sahnelemeyi daha önce görmemiştim, sinema filmi izler gibi hissettim.
Ayrıca bir noktada kıyametin kurtarıcı olacağını söylediği sahne var, burada herkesin tek bir yerde toplanacağı ve işte o zaman huzurun bulunacağını söylüyor. Aksi düşünülemez, zira insanların dışarıda geçirdiği anlar kötülüğün habercisi oluyor. Karakterimiz de bu durumdan yakınıyor ve sırtında taşıdığı kendi yüklerine dış dünyadaki dertleri de ekleyip katlayarak kambur geziyor. İşte bu kamburdan kurtulmanın yolunu uyuşturucu ve alkolde buluyor.
Doktorun onda yarattığı etki sarsıcı ve oyunun gidişinde tetikleyici rol üstlenmiş. Onu annesine benzeterek yakınsa da içten içe kendi temennisini ortaya koyuyor. Bunun beraberinde kliniğe adım attığı andan itibaren kendini farklı isimlerde tanıtması ve o kimliklerin arkasına sığınması da yüzleşmekten kaçmak, belki de arka yoldan kaçıp direkt çıkışa ulaşmak için gösterdiği çabaydı. Kendi benliğini bırakıp farklı bir insan olarak oradan çıkmak ona en doğrusu geldi. Farklı kişilerden gelen senin gerçekte adın ne sorularına verdiği cevaplar da bu kaçışın ve izlediği yöntemin sebebiydi.
Klinikten ayrılmadan önce oradakilerle beraber aile toplantısı sahnesi role playi yapıyor ve burada gerçek bir yüzleşme gördüğümüzü sanıyoruz, evet içindekileri tüm berraklığı ile ortaya koyuyor ama anne ve babasına yüklediği karakter özelliklerinin dahi yumuşatıldığını sonraki sahnede gerçek anne babasıyla yüzleşince anlıyoruz. Bu kadar sarsıcı bir yüzleşme anı kimse beklemiyordu ama zannediyorum beklendiği gibi olsa romantik bir film sahnesi olurdu. Sahnede önce baba sonra anneyle yaşanan bu sarsıcı ve sert sahneler acı gerçeklerle yüzleşmeyi sağlıyor. Aile evine döndüğünde babası ona odasını istediği gibi yerleştirdiğini söylüyor. Odanın içinde yer alan onlarca oyuncak da aslında çocukluğuna dönmek ve şefkat aramaya yönelik hamleleri olarak yorumlayabiliriz.
Oyun sonrası herkes büyülenmiş gibiydi, dolu dizgin bir Merve Dizdar seyrettik, bir de üstüne dramaturji ve rejinin sağladığı faydayı görünce keyif almamak mümkün değil. Merve Dizdar’ın rolü içselleştirdiği aşikar, zira oyun kendini göstermesi için büyük bir alan sağlıyor. Böyle bir performansı devasa bir sahnede görüp eşlik etmek mutluluk verici. Keyif alacağınızdan emin olduğum bu oyuna gitmenizi tavsiye ederim.
Baba / Oyun Atölyesi