Aynı rotada seyahat eden 3 karakterin hikayesini izliyoruz. Karakterlerin yollarının nasıl kesiştiğinden çok yola çıkmadaki amaçları ve yolculukta ne hissettikleri öne çıkıyor. Yolun hikayesi ise günümüzdeki göç hikayelerine ve hedefine oldukça gerçekçi yakınsamış. Zaman zaman güldürü ögelerinin yer aldığı zaman zaman da insanı kendi kendine düşünmeye iten sahnelerin bulunduğu oldukça hem keyifli hem hüzünlü bir oyundu. Özellikle küçük sahnelerde oynanırken izlenmesini tavsiye ederim. Daha samimi olacaktır.
Son olarak Tahir Yılmaz’ın performansına da ayrı bir alkış göndermeden geçemeyeceğim.
Oyunun bu akşamki ilk sahnesinde uç iyi oyuncu,işlevsel bir dekor ve video kullanımı gördüm.Üzerine herhangi bir toprağa ait hissetmemek,yolda olmak gitmek yada hayal edip kendini ait düşündüğün yere gidememek mevzularıda eklenince seyri çok kıvamında bir tiyatro oyunu izlemiş oldum.Tahir Yılmaz'ın performansı kişisel kanaatime göre müthişti.Oyunun yolu açık olsun.
Bugün itibariyle boa sahnede prömiyerinde yer aldığım ve izlemekten keyif aldığım izlerken çok şey düşündüğüm oyun oldu oyun bana James Joyce Ulysses deki şu sözlerini hatırlattı: Kaçtığını düşürken kendin ile tanıştın çünkü Eve giden en kısa yol en uzun olandır .
Seyircisi ve alkışı bol olsun .
Üçlemenin ilki olan ‘Sıradan Karşılaşmalar’ bir çiftin iç dünyasını ele alırken, Gölge Otoban’ı yolda karşılaşan 3 kişinin arasındaki ilişkiyi konu ediniyor. İsmail, Murat ve Hasan; göç etmiş, göç eden, göç etmek zorunda olanların hikayesi.
Otostopun karşılaştırdığı 3 kişi, 3 farklı karakter, 3 bambaşka hayat. Murat’ın İsmail’in arabasına binmesiyle başlayan oyun, aralarına Hasan’ın da katılmasıyla devam ediyor ve iç dünyaları birbirlerine katman katman açılıyor zaman ilerledikçe.
İsmail (Tahir Yılmaz), her fırsatta memleket özlemi çektiğini söyleyen ama kurulu düzenini de bozmayan tipik bir Almancı.
Murat (Yusuf Onur Aydın), kendine bir ‘hayat’ arayan ve bu yüzden her şeyi, herkesi arkasında bırakıp unutmak isteyen Avrupa’ya gitmeye çalışan bir genç.
Hasan (Yusuf Nebioğlu), bombaların patladığı ülkesinden kaçmak zorunda kalan bir mülteci.
Oyun, bize 3 karakter üzerinden aidiyet, umut, hayal etmek, geçmişi unutmak-unutamamak, gelecek kaygısı kavramlarını GÖÇ teması üzerinden zaman zaman güldürürken zaman zaman da boğazımızda düğüm bırakarak düşündürüyor, sorgulatıyor. Metni, oyundan bağımsız olarak altını çizerek okuyabilmeyi çok isterdim.
Oyundan çıktığımda kafamda şu sorular vardı: Doğduğumuz toprağa ait hissetmek zorunda mıyız? Aidiyet hissetmiyorsak/hissedemiyorsak ait olduğumuz yeri arayarak bulabilir miyiz, bulursak gerçekten aidiyet hissedebilir miyiz? Bu sorularla kendimi Murat’a yakın hissettim. Çünkü tam da bu noktada günümüz gençlerinin hayat konusunda belirsizlik hislerini yaşayan bir kişi. Oyunun sonunda ise İsmail’e karşı tavrının dönüşümünü izlemek bana büyük keyif verdi :)
İsmail, şen şakrak görünen, kendine öğretileni yapmak zorunda olduğunu düşündüğümüz bir karakterken onun da oyunun sonuna doğru değişimi mutlu etti.
Hasan ise aralarındaki ilişkiyi değiştiren oyunun kilit taşı karakteriydi.
Hayatımıza giren insanların hayatımıza öylesine girdiklerini düşünmeyen, mutlaka her insanın farkında olmadan hayatımızda bir amacı olduğunu düşünenlerdenim; oyunun konusu da bu düşüncemi destekliyordu bana göre.
Yusuf Onur Aydın, oyunun hem yazarı hem yönetmeni hem de oyuncusu. Sıradan Karşılaşmalar’dan yazar-yönetmen olarak, Salondaki Fil’den de yönetmen olarak kendisini tanıyordum ve bu oyuna bilet almamdaki temel nedenlerden biri tarzına güvenmemdi. Oyuncu olarak da beğendim.
Yusuf Nebioğlu’nu da Salondaki Fil’de izlemiş ve oyunculuğunu çok sevmiştim. Gölge Otoban’ında da bambaşka bir karakteri çok başarılı bir şekilde canlandırdı. Salondaki Fil oyunundaki performansını da izlemenizi tavsiye ederim.
Tahir Yılmaz’ı ilk kez izledim ve de çok sevdim. Arabadaki sessizliği bozan, sürekli konuşan bir karakteri bize sevdirmeyi başardı doğrusu :)
3 oyuncu da metni öyle güzel benimsemişler ki girdikleri karakterleri başarıyla canlandırdılar.
Yusuf Onur Aydın’ın yazar- yönetmen tarzını ‘sanat tiyatrosu’ olarak adlandırmayı çok isterim.
İzlediğimiz sanat filmlerinin tiyatroya dönüştürülmüş hali gibi hissediyorum, hayatın içinden ve dopdolu metinleriyle.
Dekora gelirsek, Sıradan Karşılaşmalarda olduğu gibi yeşil ekran mevcut. Bir araba, bir berber salonu bir de bir dinlenme tesisi var. Ve oyun esnasında nerede olduklarını arabanın önündeki minik bir led tablodan anlayabiliyoruz. Bana bu detay çok tatlı geldi.
Tabi dijital unsuru sahneye aktarmanın sıkıntıları da olmuyor değil, oyun esnasında zaman zaman kameradan perdeye yansıyan görüntünün arka planı bozulabiliyor veya oyun esnasında çekim yapılıyor gözüken ama daha önce çekilmiş görüntünün oyunla olan eş zamanlı gidimi de aksayabiliyor.
İkinci söylediğim oyun devam ettikçe düzelebilecek bir şey, ancak ilk söylediğim sorun Sıradan Karşılaşmalarda da zaman zaman yaşanmıştı ve oyuncuların o esnada bu durumu fark edip düzeltmesi kolay olmayabiliyor. İtiraf edeyim, tiyatroda yeşil ekran tarzını çok orijinal bulup sevsem de çoğu zaman perdeye bakmayı unutup direkt olarak oyuncuları izliyorum.
Ben oyunu bilhassa metniyle ve oyunculuklarıyla çok sevdim. Sıradan Karşılaşmalar’ı sevdiyseniz bu oyunu da seveceğinizin garantisini verebilirim.
Yusuf Onur Aydın'ın da deyimiyle bu oyun "Göç edenlere, göç etmek zorunda olanlara ve yolda olanlara" gelsin :)
Tüm ekibin yolu açık olsun, kocamaan tebrikler!
Gölge Otobanı / Tiyatro Watt