sadece üç kadının değil, koca bir ülkenin içinde yankılanan sessiz çığlığın sahneye yansıması gibi. Umay, Deniz ve Ekin’in hikayesinde yıkılmak üzere olan evlerin duvarları arasında sıkışmış umutları,kaybolan nefesleri, ama yine de hayata tutunma inadını görüyorsun.
Oyun ilerledikçe, kendini o şehirlerin arasında buluyorsun bir gün İstanbul’un kalabalığında, ertesi gün Ankara’nın gri sokaklarında, sonra İzmir’in melteminde. Aidiyet arayışı o kadar tanıdık, o kadar içten ki… Sanki “ben de o evlerde yaşadım” diyorsun.
Sahne tasarımıyla minimal ama vurucu bir atmosfer yaratılmış; ışık kullanımıyla karakterlerin iç dünyası neredeyse görünür hâle geliyor. Oyunculuklar sahici, replikler bazen kalbine dokunuyor, bazen suratına tokat gibi çarpıyor.
“Moira”, kadın olmanın ağırlığını anlatırken aynı zamanda umudun hiç sönmeyen kıvılcımını da gösteriyor. Kırılgan ama dimdik durabilen kadınların hikâyesi bu. Sessiz değil, tam tersine… yankısı uzun süre kulaklarda kalan bir çığlık. Eleştiri olarak da promiyeri izlediğim için orada müzik sesinden oyuncuların seslerini duyamadığım anlar olmuştu bir tek bunu eleştirebilirim
Moira / Mundial Yapım