Günlerden bir gece. İki kişi, bir arabada, sessiz. Bagajda bir balta, tak tuk. Nereye gittiği bilinmeyen bir hikaye. Ne yazdığını bilmeyen bir yazar. Ve onlar, yani oradakiler. Dramatik etki bırakmak için söylenen bütün o sözler. Birbirine değen parmaklar, değmeyen kalpler. Yaşanmışlıklar, yaşanmamışlıklar, söylenenler, susulanlar. Gidişler, gidemeyişler. Yağmur yağıyordu, yağmalıydı. Fonda bir müzik çalmalıydı. Sarılmalıydı kadın ve adam saatlerce, ama öpüşmemeliydi. Hiçbir şey böyle olmamalıydı. Belki de tam tamına böyle olmalıydı. Kim kimdi, hikayeler kimindi? Yazarın mı kafası karışıktı, yoksa Tanrı alzheimer mıydı? Bagajda bir balta, var mıydı, yok muydu? Tak tuk. Sonra sen geldin, sen, bir daha gitmedin.
23 sene sonra bilinmeyen bir parkta harap bir Vosvos'un çevresinde buluşan ayrılamamış iki aşık. Aradan geçen intiharlar, ayrılıklar, ölümler, vedalar. Söylenen, söylenmeyen tüm o sözler. İç içe geçmiş hikayeler yığını. Işık ve ses tasarımıyla yaratılan ambiyans. Yazara edilen laflar. Kontrolsüz bir yolda seyircileri gezindiren oyuncular. Belirsizlikler içinde geçen bir oyundan geriye kalanlar.
Freud hep haklıydı, kadın annenin daima ikamesi olmaya erkek de ilk memeden vazgeçememeye mahkumdu, böylece ziyan oldu ilişkiler herkes sustuğu yerden yaralandı... Dilek muhteşem bir oyuncu, oynamadı yaşadı ve yaşattı, kocasının yerine koyduğu duygusal ensest oğul anasını bizlere ve alkışa değil eli öpülmeye layık performansıyla ağlattı bizleri. Diğer oyunculara gelirsek o oğul neydi, nasıl gerçek sanki bir dostumuzu dinler gibi kaybolmuş kişiliğini elimizle toplamak ister gibi öyle içten öyle bizden kendine kattı hepimizi, muhteşemdi... Aile tüm büyük zararların iyi niyetle verildiği yerin adıdır... Bir kez daha çarptı yüzümüze... Sağolun güzel insanlar.
Bagajdaki Balta / kumbaracı50