Hastalığımdan ötürü çok uzun bir süredir tiyatroya gidemiyordum. Bu 3-4 yıllık aradan sonra nihayet kendimi iyi hissettim ve ilk oyunumu seçtim.
Gerek eğitmen kimliğim olsun, gerek yüksek lisans zamanlarımda çok fazla araştırma fırsatı bulduğum Rıfat Ilgaz olsun, gerekse de çok uzun yıllardır bu ülkede politik tiyatro başlığı adı altında oyunlar sergileyen Ankara Birlik Tiyatrosu’nun adını duymam olsun; bunlar beni hemen bilet almaya iten sadece birkaç ana başlık oldu.
Lafı çok fazla uzatmadan hemen yorum ve dönütlerime geçmek isterim.
Oyunda bir barkovizyon perdesi, bi kaç tane antre girişlerini markelemek için ufak pano ve sahneye sürekli gidip gelen sandalye, masa, askılık dışında bir dekor öğesi bulunmamakta.
Yukarıdaki bu unsurlar ilk etapta baktığınızda size bu hızlı manevra alanını sağlayacak nitelikte görünebilir. Ancak oyun ilerledikçe aslında uygulamada ve kurgudaki hatadan ötürü bu ne yazık ki oyunu hızlandıracağı yerde hantallaştırıp daha da yavaşlatıyor.
Şöyle ki; Sürekli video izliyoruz. Video izlerken dekor aksesuar geliyor. Sahne oynanıp bitiyor. Onlar çıkıyor. Tekrar video. Hop tekrar kurulum videosu. Hop tekrar kur. Hop kısacık oyna. Hop tekrar çıkar derken, bu döngü en az 20-25 defa tekrarlanıyor. Ve bazı sahnelerin sahiden çok kısa olduğunu düşünürsek, blackout ışığında sahne hazırlama; bazen oynanacak sahneden daha uzun sürüyor. =) Her birinin doldur boşalt yaklaşık 30-40 saniye olduğunu varsayarsak yaklaşık 15 dakika oyuna gereksiz bir yük ve ne yazık ki yavaşlık, tempo düşürücülük ve seyircide odak sorununa yol açıyor.
Yani madem Rıfat Ilgaz’ın odasını bize göre sahnenin en sağına yerleştirdiniz. Perdeyi etkilemesin diye. Onu sürekli orada izliyoruz. Hiç mi aklınıza gelmedi; diğer sahnelerin, sahnenin en solunda yine perdeyi etkilemeden kurulup oynanması =)
Bu reji hatası ne yazık ki oyunu 1-0 geride başlatan öğelerin sadece bir tanesi.
Eğer oyunun anlatıcı-oyuncu niteliğindeki, Rıfat Ilgaz’ın son dönemlerini bize yansıtan sağ köşedeki girizgahları saymaz isek; neredeyse ilk 20 dakika boyunca film izliyoruz. Çok fazla gereksiz ayrıntıyla donatılmasını şahsi fikrim olarak es geçtiğimizi varsayarsak; bu süre, seyirciyi daha oyunun hemen başında alışık olmadığı bir tiyatro formatına maruz bırakmak için çok çok fazla. Bu da ne yazık ki bir dramatik kurgu hatası diye düşünüyorum. Elinizde güzel mekanlar, çekim yapabilecek iyi ekipmanlar ve kurgucular olabilir. Ancak bunun dozunu iyi ayarlayamazsanız afişinize istediğiniz kadar “Film&Tiyatro” yazın ne yazık ki en başta bahsettiğim seri ve ataklıktan yine eser kalmamış, oyununuz hantallığa mahkum olmuş olur.
Oyunda kullanılan müzikler kötü olmamakla birlikte, bi yerden sonra ne yazık ki tekrara düşüyor ve o yüzden de sürekli kullanılması sahne-müzik uyumsuzluğuna sebep oluyor. Bazı yerlerde de oyuncuların repliklerinin altında o kadar yüksek veriliyor ki, ne yazık ki cümleler duyulmuyor.
Işığa gelecek olursak.. Yok =) Yani bir ışık tasarımı yok.
Bi kaç lokal. Bi iki geniş ve dar genel. Bi kaç tane de donma sahnesi için basit düz renkler. Hepsi bu. Turne tiyatrosu mantığı ile yapıldığını düşünüp üzerinde çok fazla durmadan hızlıca geçiyorum.
Kostüm tasarımı.. O da yok =) Gözlemleyebildiğim kadarı ile evet genelde dönemi yansıtan kostüm ve aksesuarlar kullanılmış. Ancak kimi kostüm oyuncularda bol ve büyük dururken (dönem tarzından bahsetmiyorum) kimi kostümler ise oyunculara küçük gelmiş. Belli ki toplama. Ya da oyuncuya özel dikilip tasarlanmamış, öyle bir emek verilmemiş. Sadece döneme uygun olmasına dikkat edilmiş o kadar. Ancak bu seyircinin ne yazık ki göz zevkini bozan önemli detaylardan biri. Keşke es geçilmese.
Şu ana kadar bahsettiklerim, hem fiziki hem teknik unsurlardı. Ve elbette tiyatronun temel yapı taşlarıydı; Dekor, kostüm, ışık, müzik, kurgu.. Ne yazık ki hepsi bahsettiğim vasatlıkta.
Gelelim oyunun içeriğine, rejisine ve oyuncularına.
Bir Rıfat Ilgaz hayranı olarak, Gül Hanım’ı böyle bir eser yazdığı için öncelikle tebrik etmek isterim. Gerçekten de çok güzel arşivlere ulaşılmış. Kaliteli bir döküdrama örneği olmuş. Salonda eminim ki çok sevdikleri Hababam Sınıfı hikayesinin gerçek yüzünü bilmeyen ve öğrenen o kadar çok seyirci vardır ki. Bu ve birçok konuya çok ince değindiğiniz için ayrıca gönendiğimi belirtmek isterim.
Ancak; aynı hayranlığı oyun yönetimi, oyuncu seçimi ve diğer başlıklar için gösteremeyeceğim.
Bu oyun itiraf edin, yönetilmemiş. Oyunculara tekstleri dağıtılmış. Herkes ezberini yapmış (gerçi ezberi tam olmayanlar bile vardı.) Provalarda şurada dur. Buraya otur repliği gel söyle git şeklinde çalışıldığı o kadar belli ki.
Evet metninize, ana hikayenize güveniyor olabilirsiniz. Ancak en ufak rol-oyuncunuz bile görevini yapmıyorsa, çalışmamışsa, çalıştırılmamışsa. Geçmiş olsun. Artık ne yazık ki eserinizin hiçbir sanatsal değeri yoktur.
Ender Bey ve Gül Hanım’ın sahneleri tansiyonu değişken geçen diğer sahnelere ve oyunculuklara nazaran daha sempatikti diyebiliriz. Belki yaşlarına olan saygımdan ötürü de böyle hissediyor olabilirim.
Ancak edebiyatımızın mihenk taşlarından olan Sabahattin Ali ve Aziz Nesin cast seçimi. Bu kadar mı kötü olur!
Türkçe’ye sayısız eser kazandırmış bu iki yazarın TÜRKÇE’leri bu kadar mı kötü olur! Şive var, ağız var, lehçe var. Ne ararsanız var. Sadece Türkçe yok! (Gerçi bu, oyundaki birkaç oyuncuda da mevcut ancak burada çok batıyor!)
Aziz Nesin nazal ve K’leri G şeklinde söylüyor. Sabahattin Ali ise İstanbul Türkçesinden ziyade genelde Kuzey Orta Anadolu ağzıyla konuşuyor. Yazık.
Orhan Kemal’in gençlik yıllarında saçı var. Burada saçsız bir oyuncu tercih edilmiş. İlginç. Ancak arkadaşımızın oyunculuğu ve enerjisi sallanan bıyığına rağmen kendisini izlettirmeyi başarıyor.
O dönemin çok önemli İstanbul Baş Savcısı. Hicabi Dinç. Oyuncu seçimi yine çok kötü. Karşısındaki oyuncuyu aşağı çeker nitelikte. Temposuz, ağır ve tek düze. Sadece ezber atan oyunculardan diyeceğim ancak ezber de yok. Tek 1 rolünüz var oyunda. Savcısınız. Savcının da en iyi olması gereken yer hukuki terimlerdir. Ancak siz hukuki tüm terimleri çorba yapıyorsunuz. Şaka gibi =)
Eşi Rikkat Hanım. Burada arşivler biraz karışmış sanırım. Çünkü minyon olmasını bekleyen ben, karşımda dev gibi bir kadın gördüm =) Ancak oyunda nadir güzel Türkçe konuşan oyunculardan biri olduğu için bu yanlış cast seçimini görmezden gelmeye çalıştım.
Gül Hanım’ın bu oyunda tek doğru cast seçimi Rıfat Ilgaz’ın orta yaş dönemini oynayan Mert Bey diyebiliriz belki de. (Mesela bir tek bu Rıfat Ilgaz’ın gözleri açık renk. Kendinden daha genç ve yaşlı Rıfat Ilgaz’larda buna hiç dikkat edilmemiş bile.) Kendisini birçok farklı iyi prodüksiyonda izlediğimi anımsıyorum. Mesleğinizi doğru icra ettiğiniz sürece akılda kalıyorsunuz. Şu ana kadar bu oyunla ilgili yazıp saydığım birçok olumsuzluğa rağmen yine de bu oyunda da kendisini var etmeyi başarmış. Çok güzel bir Türkçe. Ve bi o kadar iyi bir artikülasyon var ki, en kısık halinde bile duyup anlayabiliyorsunuz. Çok ilginç. Ayrıca tebrik etmek istedim kendisini.
Bunlar dışındaki roller küçük roller. Ancak dediğim gibi küçük bile olsalar bu zayıf oynanmalarını gerektirmez. Ezcümle ana rollerin seçimindeki özensizlikler burada arşa çıkmış durumda. Bu kısımda da ne yazık ki duyulmayan, anlaşılmayan sesler hakim. Takma sakalı bıyığı düşen amatör oyuncular hakim. Antreden sahne oynanırken kağıdını kalemini unuttuğu kabak gibi belli olan, bi koşu gidip alan oyuncular hakim. Dekor aksesuar taşınmalarında birbirlerine çarpan insanlar hakim.1940’larda geçen oyunda Antrede çalan cep telefonuna, sahneden “bakın oğlum şu telefona ya” diye bağırarak doğaçlama yapan oyuncular hakim.
Velhasıl; Bir tiyatro oyununa giderken Tiyatronun olmazsa olmaz ışık, mekan, kostüm, kurgu gibi ana öğelerini önemsemiyorsanız,
80-85 dakikada güzel bir reji ile tempolu bir şekilde anlatılması gereken bu döküdramanın karşınıza 2 saate yayılmış ve Ajitprop bile olamamış bir versiyonu ile karşılaşmak sizi rahatsız etmeyecekse,
Kötü cast seçimleri, oyunculuklar, kulağınıza kulağınıza batan Türkçe’ler sizi o kadar da enterese etmiyorsa,
150 liranızı gönül rahatlığı ile verip bu belgesel tadındaki film&tiyatromsu şeyi izleyebilirsiniz.
Bu tiyatro anlayışı 90’larda kaldı! Bu tarz oyunları Anadolu halkına ulaştırmayı gayet tabi hedefleyebilirsiniz. Çok güzel bir sosyal sorumluluk projesi yapabilirsiniz. Ancak hatırlatmakta fayda var; burası İstanbul! Farkında mısınız bilmiyorum ama tiyatro burada çok çağdaş bir noktada. Eğer burada gişe açıp, bana bu şeyi satıp, bu şeyi izletiyorsanız; Ben de hem vaktimi çaldığınız, hem de nakdimi çaldığınız için böyle uzun bir dönüt vermeyi kendimde hak bilirim.
Buraya kadar okuyan okuyucuya da teşekkürü bir borç bilirim. Yıllar sonra gittiğim bir oyunun sosyalistlik kavramı altında başta tiyatro kavramının kendisi olmak üzere bu denli her şeyi sömürmesi kanıma dokunmuş olacak ki hiç yazmadığım kadar uzun yazdım. Kusura bakmayın.
Tiyatro ile kalın!
Hemen altımdaki herkesin 10 puan alkış verdiği ve ortalamayı yükselttiği tanıdık veya hiç müzikli oyun izlememiş arkadaşların puanlarını bir kenara koyarsak eğer, zaten daha şimdiden 16 kullanıcı alkışı alabilmiş oyunun puanının neden 7 olduğunu az biraz anlayabilirsiniz.
Gelelim Gerçeklere;
Nereden başlayacağımı bilememekle birlikte aslında biliyorum.
Metin! Tam bir fiyasko! Tam bir kolej sene sonu temsil teksti.
Yönetim? Bilmem var mıydı? Yani ben 2. Kategoriden izledim, baya yakındım aslında sahneye ama ne sahnede ne de salonun başka bir yerinde yönetime, rejiye dair hiç bir şey göremedim.
Sahne geçişleri inanılmaz kötü. Ekrandaki o tren? Arkada beliren Avm eğlencesi gibi İZMİR'İN KIZLARI yazısı önünde danslar. Kumpanyalarda bile kalmadı sanırım bunlar. Bi ihtimal çocuk oyunlarında kalmıştır. O da belki..
Işıklar ve dönem kostümleri elle tutulur.
Sahne Tasarımı vasat.
Her şeye rağmen bu karambol gidişatı bir nebze toparlayan Selçuk Borak'ı bunların dışında tutarak tebrik etmek gerek. Danslar ve sahne düzeni, bu kadar kötü giden şeylerin arasında adeta yıldız gibi parlıyordu.
Parla ve Derya Hanım'ı sahnede görmek yüzümüzü gülümsetse de; Olgun Toker'i müzikli bir oyuna neden almışlar anlamadık? Hadi onu geçtim neden şarkı söyletmeye çalışıyorsunuz? Oyuncuya yazık değil mi? Hadi onu geçtik. Bize yazık ve ayıp değil mi? Ekipte bunu fark eden 1 Allah'ın kulu yok mu?
Yağmur Hanım'ın sahne sempatisini ve enerjisini sevdik. Kendisini bu kaosta fark ettirebiliyor olması büyük başarı. Onu daha iyi projelerde izlemek isteriz.
Gökçe Bahadır... Alice'teki Serenay'dan daha iyi en azından diyip konuyu hemen kapatmak istiyorum.
Bir de sahiden bu fahiş bilet fiyatlarına orkestrasız çıkmak, bizlere kayıttan müzikleri dinletmek ayrı bir ayıp.
Bunlardan ayrı olarak; Sezen Aksu şarkıları kullanılmış oyunda. Keşke bıraksaydınız da bu şarkıların o güzelim ruhları kaybolmasaydı. Bırakın da sanatçıların kendileri yapmak isterlerse kendi şarkılarından, sözlerinden tiyatro oyunu ya da müzikal yapsınlar. (Bkz. Sertap Müzikali)
Ben eğer Sezen Aksu olsaydım ve bu oyunun prömiyerini izleseydim; Akşam evime gider kendime bir rakı doldurur ve şahit olduğum şey karşısında kederlenip bi şarkı daha yazardım.
Velev ki gitti gene 275 lira daha.
Bir Yeryüzü Ozanı (Rıfat Ilgaz) / Ankara Birlik Tiyatrosu