Tiyatroya dair ilk anılarımdan şimdiye dek, canım ülkemdeki müzikal temsili sayısının bir elin parmağını geçmiyor oluşu beni müzikal izlemeye her daim aç bırakmıştır. Temsil sayısı bu denli azken; hikayesi, anlatımı ve müzikal altyapısı zengin, ince işlenmiş ve kalpten temsiller bundan da azken “The Diva” yı çölde vaha bulmuş gibi kana kana tekrar tekrar izlemek istemem elimde değil. :) Daha en baştan, seyirci için yapılan anonsun muzip havası ve buna eşlik eden müziği duymak bile beni sarmalayıp içimi öyle bir gıdıkladı ki müzikale geldiğimi hissettirip koltukta gövdemi kabarttı. Sonrasında tuttu elimizden Diva, o kah kalbimizi cızlatan, kah ağzım kulaklarımda gülümseten, kah düşündüren sesi ve hikayesiyle beni notaların altından üstünden sağından solundan bazen de içinden geçirip (e ne yapsın Diva bu) ayaklarımı yerden kesti. Tiyatro bizi anlattığı için ben sahnede insanı, insanlığı ve insaniliği görmekten yanayım. Her ne kadar öykünsek de mükemmellik insanlar olarak bizlerin ulaşabileceği bir şey değil bu yüzden en son sahneden yola çıkarak alerji sebebiyle Nebi Bey’in sesine ve kontrolüne dair yapılan yorumları kendimce acımasız buluyorum. Profesyonel olmak kontrolünüz dışında sağlığınızla ilgili bir şeyden dolayı performansınızın akışını bozan bir şeyi ortadan kaldırmaya çalışmak (ki bu alerji noktasında imkansız) değil buna rağmen anlatmak istediğinize ve akışa sadık kalıp, yapılabilirse bunu da anlatınıza yoğurmaktır diye düşünüyorum. Ki kendisi de bunu yaptı ve bir önceki temsilde mikrofonu kapandığında bile oyunun neredeyse yarısına kadar mikrofonsuz salonu inlettiğine şahit oldum. Kısacası oyuncuların da insan olduğunu unutmayalım ve bu tür istenmeyen insani durumların bizi temsilin ve performansın büyüsü ve insanlığından uzaklaştırmasına izin vermeyelim der, iyi seyirler dilerim :)
The Diva Müzikali