Uzuuun zaman sonra, mümkün olsaydı da göz kırpmadan izleseydim hissini bana veren bu güzel oyunda emeği geçen herkesi tebrik ederim. Şahane bir eser çıkmış her açıdan. Oyuncuların karakterden karaktere koşması, müziği de dansı da tattırmaları zaten müthiş bir ziyafetken bir de Sevgi Soysal'ın kadın mücadelesinin epik gösterisini görmek; gururlanmama, hüzünlü bir coşkuyla "pes etmek yok!" nidalarının içimde yankilanmasına yol açtı. Sevgi Soysal'ı anarken tüm zeki, dahi, yürekli kadinlara da selam olsun.
İyi ki geçtin bu dünyadan Sevgi Soysal.
Son söyleyeceğimi başta söylemek adetim oldu; bu oyununu izlerken Sevgi Soysal’ın büyüyüşüne, direnişine, isyanına ve nihayetinde hayata gözlerini yumduğu son ana tanıklık eden; onunla yürüyen, serpilen, bağıran, susan, düşen, kalkan bir tür yol arkadaşı oluyorsunuz. Oyunun en önemli ve en takdire şayan etkisi buydu bence.
Metni Duygu Dalyanoğlu imzasını taşıyan oyun, Sevgi Soysal’ın sesiyle açılıyor: “Londra’da, Ankara’da, İstanbul’da ya da Zap Suyu’nun yanı başında, nerede olursa olsun kadınları birbirine ortak eden tek bir şey vardır: Hayat. Sürmekte ve sürecek olan hayatın tartışılmaz emekçisi olmak.” Hayatın emekçisi bir kadın olarak Sevgi Soysal ve onun yarattığı kadın karakterler, tüm kadınları temsil edercesine sahnede boy gösteriyor. Oyun, yaşamla ölüm arasındaki o ince çizgide direnişi ve coşkuyu elden bırakmadan, kendine, topluma, memleketine, türlü adaletsizliklere bir kadın olarak meydan okumayı anlatıyor. Üstelik ajitasyona kaçmadan, hayli yalın bir dille…
Işıltı Dergisi, Yenişehir burjuvazisi, Kıbrıs Harekatı, İmroz günleri, TRT Radyo, 12 Mart Muhtırası, Mamak Cezaevi, Deniz’ler, Mahir’ler, Kızıldere… Tante Rosa, Yeni Şehirde Bir Öğle Vakti, Şafak, Hoş Geldin Ölüm, Tutkulu Perçem, Barış Adlı Çocuk… Hasta yatağındaki Sevgi Soysal’ın 40 yıla sığdırdığı dopdolu hayatına bakarken oyun metni, yazarın yaşamından ve eserlerinden sahneleri başarıyla harmanlıyor. Sanki iki tür gerçeklik beraber dans ediyor. O kurgu eserler ki köklerini zaten gerçekliğin bizatihi kendisinden alıyor. Oyun boyunca, kurgu kadın karakterlerin hayaletleri, yaratıcıları olan Sevgi Soysal’ın hasta yatağı etrafında dolanıyor; onu sarsıyor, uyandırıyor, sarıyor, şefkat gösteriyorlar. Tıpkı hayatta salınırken kız kardeşlerimizin bize yaptığı gibi…
Sevgi Soysal’ın Gerçeği Yazmak başlıklı yazısında dediği gibi: “Uzun ve yorucudur bu yol. Bir insan ömrünün bütün gücünü içerebilir. Hatta karşılığında fiyat olarak hayatınızı isteyebilir. Çünkü gerçeğin kavranması buna karşı olan güçlerle çatışmayı da gerektirecektir." Bu alıntı, oyunun tam kalbinde atıyor. Çünkü Sevgi Soysal’ın hikayesi, gerçeğe mercek tutma derdini, inadını taşıyor.
Sevgi Soysal gibi güçlü bir karakteri konu etmesi oyunun hem kolaylaştıcı hem de zorlayıcı yanı olsa gerek. Sevgi Soysal'ı canlandıran Zeynep Okan'ın duru oyunculuğu bu güçlü karakterin hakkını vermiş, alkışlıyorum. Soysal'ın yazınından tanış olduğumuz başlıca kadın karakterlere ise dört oyuncu - Banu Açıkdeniz, Burcu İsra Kanbakoğlu, Duygu Dalyanoğlu, Nihal Albayrak - farklı sahnelerde farklı simalara bürünerek başarıyla hayat veriyor.
Dekorlar, kostümler, karakterler, dönem sahnede, gözümüzün önünde muntazam şekilde değişiyor; video, müzik ve koreografiyle atmosfer tamamlanıyor. Soysal ile el ele, adeta bir tarihsel dehlize dalıveriyoruz. Kitaplarının sayfaları, gazete kupürleri, anekdotlar arasında Cumhuriyet’in ilk yıllarından 1970’lerin toplumsal çatışmalarına uzanan bir Türkiye’yi izliyoruz. Sevgi Soysal, hem kendisiyle hem de toplumla hesaplaşan o özgün sesiyle sahnede öyle güçlü ki, hüznün içindeki direnci ve umudu yüreğinizde hissediyorsunuz. Onun kahkahasını, alaycılığını, isyanını duyuyorsunuz. “O zamandan bu zamana ne değişti?” sorgusu zihnin arka odalarında bir yerde yankılanıyor. Sadece Sevgi Soysal’ın hayatına değil, kendi hayatınıza, bugüne de şöyle yeniden bakıyorsunuz.
Kenan Özcan’ın hazırladığı video-art çalışmasına da ayrıca değinmeden edemem. Bölümler arası videolar, bu oyunda tuğlalar teker teker üst üste konulurken adeta bir ‘harç’ görevi görüyor. Barkovizyona yazarın romanlarından, hayatından görseller; dönemin siyasi olaylarından gazete kupürleri, anonslar, alıntılar estetik bir kurguyla yansıtılıyor. Soysal’ın hayatındaki parçalanmışlık, toplumsal mücadelenin zorlu durakları ve onun direnişinin coşkusu bu videolarla daha da kanlı canlı hale geliyor. Biyografik oyunun akışına ise bir dinamizm katılıyor. Son dönemde, tiyatro sahnesinde kullanılan video çalışmalarında ekseriyetle düş kırıklığı yaşayan bir izleyici olarak, bu kez tam aksine, videoların hikâyeyi derinleştiren bir işlevi olduğunu hissettim. Ayrıca alkışlıyorum.
Buraya bu videolardan bir kuble de bırakıyorum: https://videopress.com/v/bfOqNb9M
Ufak bir not; belki de kaçınılmaz olarak, siyasi figürlerin yansımalarını yer yer fazla karikatürize bulduğumu belirtmeliyim. Epizodik bir biyografide daha derinlikli işlemek mümkün müydü, emin değilim.
Evet, izlediğimiz hüzünlü bir yaşam hikâyesi… Ama sahnede bu hüznün içinden direnişi, inadına yaşamayı çıkaran bir oyun. İşte tam da bu, Sevgi Soysal’ın gücünün ve coşkusunun ta kendisi. Ve bu güç, coşku sizi de sarmalıyor, oyundan göğsünüz kıpır kıpır çıkıyorsunuz. Benim deneyimimde, dişi bir güç oldu bu; çağıran, kapsayan, kalabalık hissettiren. Hayatın tartışılmaz, ortak emekçileriyiz nihayetinde :)
Şimdi herkesi dürtesim var: “Hadi gidin, görün, sonra hep beraber Sevgi Soysal konuşalım!” Boğaziçi Gösteri Sanatları Topluluğu (BGST) ekibine, emek veren herkese şükranlarımı sunuyorum…
Sevgi Soysal Yaşamakta Israr Ediyor / BGST - Boğaziçi Gösteri Sanatları Topluluğu