Dün akşam saatlerinde izlediğim/iz bu oyun, Külkedisi masalının alışıldık büyüsünü bütünüyle ters yüz ederek beni sessizliklerin, eksikliklerin ve yanlış anlamaların hâkim olduğu sert bir evrenin içine çekti. Peri masallarındaki ışık yerine, burada her karakterin kendi gölgesine sıkıştığı, yalnızlığın yankılandığı bir dünya vardı. Sandra’nın annesini unutma korkusuyla yaşadığı takıntı, çocuklukla yetişkinlik arasındaki o kırılgan geçişi neredeyse somutlaştırıyordu.
Yetişkinlerin yalanlarıyla örülmüş bu sahnede, mizah bile bir sığınma refleksi gibiydi; kuru, acı, ama hayatta kalmak için gerekli. Oyun boyunca kelimelerin hem yaralayabildiğini hem de koruyabildiğini hissettim; sahnedeki oyunculukların çıplak gerçekliği, “masal” kavramının içini tamamen boşaltarak, yerine büyümenin bedelini sorgulatan bir boşluk bıraktı. Seyir deneyimi, bir anlatıyı izlemekten çok, bir duygunun içinden geçmek gibiydi; kaybetmenin, susmanın ve sevmenin ağırlığını duyumsatan, içe işleyen bir tiyatro anı.
Küllük Kedisi / Vertigo