İktidarlar mı ideolojileri yaratır, yoksa ideolojiler mi iktidarları yaratır net bir cevabı yoktur, fakat her iktidarın, iktidarını sürdürmek için bir ideolojiye ya da davaya ve bunun etrafında toplanıp, koşulsuz şartsız itaat edecek çıkar gruplarına ihtiyacı vardır. Koşulsuz şartsız olması istenendir fakat bir süre sonra, kendinden olmayanları sindirebilmek için maddi bir güce sahip olması gerekir. Bu da kendi içlerinde, çıkar seviyesine göre oluşan hiyerarşik bir yapının, ister istemez oluşmasına neden olur. En tepedeki en kolay ve fazla parayı kazandıracak ihaleyi alabilirken, en aşağıda da herhangi bir bölgede bulunan bilmemne mahallesinin çay ocağının işletmesini alabilmek için çabalar. Bir süre sonra bürokrasi de kendinden olanlardan oluşur. Basını ve medyayı da tekeline alınca, karşısında durabilecek güç bulmak çok zorlaşır. Bir yerden tanıdık değil mi? Hikaye hep aynı. Kazananlar da, kaybedenler de üç aşağı beş yukarı aynı.
Bu oluşan iktidar sistemi de, kendini meşru kılmak için cebin yanı sıra, akla ve kalbe de hitap edebilmeli. Buradaysa devreye ideolojiler ve fikirler girer. Kendi oluşturduğu imge ve kurallar bütünüyle, hitap ettiği kişiye bir yaşama amacı ve dünyayı anlamlandırma gözlükleri sunar. Bunların dışındaki her şey yanlış ve ona karşıdır. Dışarıdan gelen her eleştiri, kendi toprağına atılmış bir bomba ile eş değer sayılır. Bu aşamadan sonra objektif olan değil, dikte edilmiş doğru tek gerçektir. İktidarın sahip olduğu gücün tarafında olmanın verdiği güven ve haz, tanrının da onların tarafında olduğu inancıyla pekişir. Bu insanın fikirlerini dışarıdan yapılan telkinlerle değiştirmenin imkanı yoktur.
Oyun, tam bu noktada yolları kesişmiş iki 'yurtsever'in hikayesini anlatıyor. İkisi de kendi penceresinden, kendinin haklı olduğunu, bir diğerinin aptal ve kötü insan olduğundan emindir. Öyle kin doludur ki, liderine laf ettiği için arabayla ezip öldürmeye çalışacak kadar gözü dönmüştür. Bir diğeri de, edebiyat ve siyaset ile içiçe bir hayat geçirmiş, iktidarı eleştiren ve bu haliyle 'makbul vatandaş' olamayandır. Nihayet devran döner ve muktedirler değişir. Bu sefer roller değişmiştir. Yollarını kesiştiren en önemli şeyse, gizli polisimizin oğluyla arasındaki tam olamamış ilişkisidir.
Kendiyle tamamen zıt bir düşünceye sahip olan oğlunun gözüne girebilmek için, yıllarca peşini bırakmadan takip ettiği Teodor'un tüm söylevlerini kağıda dökmüş, bir kitap gibi kaplamış ve soluğu onun yanında almıştır. İşler burada karışır. Teodor'un bundan hiç haberi yoktur. Luka anlattıkça, her şey Teodor'un gözünün önünden bir film sahnesi gibi geçer. Her ayrıntı, Teodor'u daha da şaşırtmakta ve geçmişiyle yüzleşmesini derinleştirmektedir. Öyle ki, bavuldan çıkan şapkayı ve dürbünü takıp, eldivenleri giyip, köpeğini de eline aldıkça, sahnede küçücük bir erkek çocuğuna dönüşüverir. Çocuğundan ayrı bir yaşam, sürekli ev değiştirmekten dolayı ulaşamayan, annesinden gelen mektuplar ve babasını ağır bir şekilde eleştirdiği o sözler... Hepsi bir tokat gibi yüzüne iner. Luka bir yandan yaşananların gerçek olduğunu kanıtlamaya çalışırken, bir yandan da yıllarca peşinde gölge gibi gezdiği ve her şeyini kayıt ettiği adamın o güne kadar söylediği karşı ideoloji sözlerinden öc alırcasına üstüne gider.
Teodor'un kendisi açısından geçmişi değişirken, Luka da geleceğini değiştirmek için, yani oğluyla olan ilişkisini bir nebze düzeltebilmek için uğraşır. Luka'nın, Teodor'un farkına varmadığı anların ayrıntılarını anlatırken, aklıma Wings of Desire filmi geldi. Hemen arkasında yer alıp her şeyi gözlemleyen ve bazen hayatını kurtaran bir melek gibiydi. Oyunun bu açıdan mistik-fantastik bir havası da vardı.
Oyunu güçlü olan şey, bence, hiçbir şekilde kurtulamayacağımız bir insan-halk-devlet-iktidar sisteminin içerisinde, ideolojilerin hayatı nasıl körelttiğinden yola çıkarak bu uğurda kendilerini ve çevresindeki hayatları tüketmiş iki insanın dramını komik bir şekilde aktarabilmesinde. Kutlu bir davanın neferi olduğunu düşünmekten, aslında fillerin altında ezilen çimler olduğunun farkına varmanın dayanılmaz hayal kırıklığına. Kaybeden yine halk.
Böyle bir oyuna da bu denli 'profesyonel' oyuncular yakışırdı. Bülent Emin Yarar'ı Cyrano'da canlı izlemiştim, çok iyi bir oyuncu olduğunu zaten biliyordum fakat Yetkin Dikinciler'i ilk defa izledim ve hayran kaldım. Oyunculuğu, basit bir şeymiş gibi sandıran ve bunun getirdiği etkileyicilikteydi. O kadar oyundan sonra da iki oyuncu, uyumlarını arşa çıkarmışlar.
Bilet bulmak için bu kadar çaba sarf ettiğim başka bir oyun olmadı. 2 senedir bilet sitelerinde sayfalarını yenileyip, bilet çıktığında almaya çalışıp fakat alamayıp üzülüyordum. İyi ki turneye çıktılar ve izleme fırsatı buldum. Neden bu kadar az sahnelendiği konusunda bir bilgim yok. Keşke daha çok oynasalar ve izlememiş olan tiyatroseverler de izlese. Harika bir metin, harika oyunculuklar. Emeği geçen herkese sonsuz teşekkürler.
Profesyonel / İstanbul Devlet Tiyatrosu