Bulunduğu yeri, çevresini ve ilişkilerini irdeleyerek tüm şeylerin ismini öğrenmekten, yani bilgiden aldığı güç ile bulunduğu 'batak'tan çıkabilmeye çabalayan ve bu yolda ilerlerken verdiği tepkilerle, aslında bilmemenin insanı ne kadar hoyrat ve üstünkörü yaptığını, hayata dair çoğu olguyu ıskaladığını gösteren; fakat bu durumun oyun içinde çok hızlı ve yüzeysel bir şekilde cereyan etmesinden dolayı, oyunun iki paragraflık özetinin derinliğini hissettiremeden, her şeyin biraz oldu bittiye geldiği hissiyle bitiyor. Oyuncular da bir görev olarak metinde yazanları söylemek ve bir sonraki duruma koşar adım ilerliyormuş gibiydi.
Bunların dışında, ses, ışık ve sahne tasarımı gerçekten etkileyiciydi. Sahnenin ortasından geçen bir merdiven, sağ kısımda dünyevi hayatı, ihtirasları dair konuşmalar geçerken sol kısımda soyut ve düşünsel tartışmaların yaşanmasıyla paralel olarak Rembrandt'in Meditasyondaki Filozof tablosundan esinlenildiğini düşündürdü.
İki oyuncunun da potansiyellerinin çok altında kalan, bir tiyatro oyunundan ziyade, bir sahne gösterisiydi. Altan Erkekli her sözü alışında harika performans sergiledi ve her oturuşunda, bu oyunla nasıl gereksiz vakit harcadıklarını düşündüm. Keza Veysel Diker de, vasat bir sesle şarkı söylemek yerine, iyi olduğu alanda kendini gösterecek bir oyunla seyirci karşısına çıkmış olsaydı.
Oyunun en iyi kısmı, ilk perdenin son 10 dakikasında Altan Erkekli’nin türkü eşliğinde gerçekleştirdiği performansıydı.
Altan Erkekli gibi bir oyuncunun hayat hikayesini kendi ağzından dinlemek ve sahne performansına şahit olmak açısından pek kıymetli, fakat her anlamda bekletinin altında kalıyor. Umarım iyi bir oyunla turneye çıkmayı düşünür ve gerçekleştirirler.
Dünyanın Bütün İsimleri / Nilüfer Belediyesi Kent Tiyatrosu