Uzun zaman bilet bulamayışımızın sebebinin çok net olduğu inanılmaz keyifli bir oyundu. Oyuncuların metin arasındaki geçişleri ve oyunculukları aşırı başarılıydı. Son zamanlarda izlediğim en iyi oyunlardan biriydi. Emeği geçen herkesi çok tebrik ederim.
Bu oyunu anlatmaya çabaladıkça daha da eksik kalıyor kelimeler. İnsan daha yoğun, daha dolu kelimeler arıyor. Ne yaşadım, ne yaşıyorum, bundan sonra ne olacağım… İşte bu sorularla çıktım oyundan. O kadar çok hissi birden açıyor ki oyun, o kadar duvarı kırıyor ki ruhtaki; özgürlük hali ile tutsaklık hali arasında afallıyor insan. Bu oyundan sonra kendime şu soruyu sormadan edemiyorum: Oyunları gerçekten neye göre değerlendiriyoruz? Metin, oyunculuk, dekor, müzik, hareket tasarımı… Oyunları böyle madde madde değerlendirenler olabilir. Ama ben artık "yaşamayı hatırlatmak" ve "uyandırmak" odağını merkeze almadan duramıyorum. Oyun açıklamada da yazdığı üzere "sevmek" üzerine. Dar alanda bir sevme hali değil, zamana yayılmış ve çeşit çeşit sevgi, dönemleri ve zorlukları ile birlikte karşımızda. Oyunun içinize işlemesine, hayatınızla bütünleşmesine engel olamıyorsunuz. Bunu ister miydiniz hoş, bilemem elbette…
Tom ve Viv’in özellikle ilk andan itibaren gerçeklikleri, ikili arası tüm o etkileşim ve uyum, geçişlerin tüm keskinliklerine rağmen yüksek başarısı, değişen ve dönüşen tüm dinamikleri ile bu oyun gerçekten “yaşıyor” ve tam da bu yüzden “yaşatıyor” size de tüm hisleri en derinden. Oyunu çeşitli zamanlarda, farklı (tiyatro/oyunculuk odaklı) eğitim ve bilinç düzeylerindeyken izledim ve hepsinde ayrı ayrı hayran kaldım. Gülerken de ağlarken de "rahatsız etmeyeyim" hissine kapılabilirsiniz. Çünkü bu iki duygu arasında mesafe çok kısa ve bu hikayeyi pek de kontrollü bir şekilde izleyemeyeceksiniz. Oyun hem oyunculuğa ve tiyatroya gönül veren herkese bir şevk hem de “Biz… Nasıl...” dedirtecek bir kafa karışıklığı kaynağı. Metnin aslını okuduktan sonra da ayrı bir şok sizi bekliyor olacak. Her an için binlerce kez teşekkürler emeği geçen herkese! Sevmek güzel şey!
Tek kelimeyle bayıldımmmmm.
2 saatlik bir oyunu hiç sıkılmadan izledim. Oyunun girişi, geçişler, seyirciyi içine alışı, sahne, yalın dekor hepsi muhteşemdi. Oyunculukları, duygu, karakter geçişleri, beden kullanımı… Tüm ekibin emeğine sağlık
Oyuna gidecek herkesin oyuna gitmeden ve oyundan çıktıktan sonra "oyun özeti"ni okumalarını istiyorum, çünkü oyun özeti ancak oyunu izledikten sonra büyük bir mana kazanıyor. Spoilerlı yazacağım. Oyunu üç kez izledim, üçünde de salondan kafam karışık salya sümük ağlayarak çıktım, üçünde de kahkaha atarken gözümden yaş geldi sahneler boyu, üçünde de kendimi tutamayıp ağlarken gülmeye başladım, üçünden de çıktıktan sonra uzun uzun düşündüm, kendime gelemedim (üçünde de bilet almak için söylenen saatte bilgisayarımda F5 spamlıyordum :S). Oyun belki izlediğim en iyi oyun olmayabilir -ki ilk beşe girer-; ama en sevdiğim oyun olduğu kesin. Aynı anda hem bu kadar gülüp hem de bu kadar ağladığım oyun da hatırlamıyorum. Oyunculuklar hakkında yorum yapmama gerek yok aslında, zaten herkesin ne kadar övdüğünü görebilirsiniz yorumlarda çünkü oyuncular karakterleri oynamıyorlar, "zaten o karakterler". Hayatımda bir daha bu kadar tiyatral ve abartı olup da bu kadar gerçek hissettirecek başka oyunculuk(lar) izleyeceğimi düşünmüyorum. Büyük ihtimalle bunu görmeyecekler dahi ama ben İdil Sivritepe ve Olgu Baran Kubilay'a gerçekten çok teşekkür ederim, yaşamadığım bir hayatın anılarına beni dahil edebildikleri için, bence mimikleri insanın sınırlılığını kıracak kadar güçlüydü; ki oyun geleneksel tanımlarla "interaktif" dahi sayılmaz. Ve aynı zamanda ikinizden de nefret ediyorum, çünkü karakterlerinizin yerinde olsaydım (ki olabilirim, hepimiz olabiliriz) ne yaparım diye düşünmekten kendimi alıkoyamadım, ve bu düşünce beni ölesiye korkuttu, hala da korkutuyor açıkçası, oyundan önce de korkutuyordu. Senaryo aslında o kadar sofistike, farklı veya olağanüstü değil; hatta sıradan. Ama o kadar gerçekçi ki insanın üstünden tır gibi geçiyor. Ben oyunun senaryosundan çok, diyalogları ve senaryonun işleniş şekline deli gibi vuruldum; geçişlerine, senaryonun yayılış şekline, milyon tane (konuyu geç) temayı bu kadar iyi bir arada tutarken her birini ayrı ayrı işleyebilişine acayip vuruldum. Çağ Çalışkur gerçekten mükemmel bir tiyatro yönetmeni. Oyun hakkında çok şey yazılabilir, oyun hakkında çokça tahlil yapılıp çokça analiz çıkartılabilir; gerek edebi gerek teknik yönden. Ama ben bu oyunu izlerken o eleştirilerin hiçbirini yapamadım çünkü tiyatro izliyormuşum gibi hissetmedim; herkes kadar kusurlu iki insanın hayatlarını izledim. Korktum, ağladım, güldüm, iğrendim, kahkaha attım, öfkelendim, kararsız kaldım, çaresizleştim; onlar oynarken benim dahi yüzümde ayrı bir tiyatro döndü. Oyundan çıktıktan sonra en çok da hayatın ne kadar kısa ve hatta kısıtlı olduğunu hatırladım; hayat 110 dakikaya hapsedilebilen bir olgu, birkaç devamlılığa yön veren andan ve görece önemli anıdan ibaret. Oysa benlik dediğimiz şeyin inşası bir ömrü alıyor, o da zaten bir hastalık sonucu yavaş yavaş yok olabilen bir şey; ki bu benim en büyük korkum (oyun biliyorum ki o yüzden beni bu kadar etkiledi; "çok korkuyorum viv", ziyadesiyle blackout geçirtebilecek bir cümle benim için). Benim için "iyi sanat"ın örneklerinden biri bu oyun. Bunları abartayım, "dramatik olsun" diye de yazmıyorum bu arada, oyun bende gerçekten bu etkileri yarattı. Oyun gerçekten benim ağzıma sıçtı yani (bu kadar da netim). Hem bu kadar yazmışken, saat kaç?
84 90 62 74 / Old Fools / Craft