Enis Arıkan’ın hayatını bize sunduğu oyun iddialı bir şekilde tanıtılmıştı ve devamında çoğu insan gibi bende de merak uyandırdı. En başta oyunun büyük vaatleri var, özellikle yapım anlamında özel bir yerde olacağını hissettiriyor. Dansçılar ve koronun başrol Enis Arıkan’a ortak olduğu bu büyük prodüksiyonunun ayakları yere sağlam basıyor. Özellikle oyunun tadını damakta bırakan yan rollerdeki karakterler, Melisa Doğu başta olmak üzere iyi performans sergiledi. Aslında hissettiğim hepsi profesyonel olarak oyunculuk yapmanın dışında iştahla bu işte yer almışlar.
Bu oyunun metni yetersiz olsa dahi doğru bir sahneleme örneği ile özel bir eser olacağını düşünüyordum. Öngördüğüm konuda çok yanılmadım, metin hiç yetersiz değil, aksine seyrederken yeşilçam izliyormuş gibi bir haz aldım. Modern yeşilçam düşüncesi uyandı kafamda. Olgusal olarak film tadında bir hikayeleştirme gördüm. Konu akışı çok uzatılmadan işlenmiş, anlatılmak istenen kısımlar ideal süreyle gösteriliyor. Sahnelerin uzamaması beni memnun etti. Söylemek istediklerini yeterli gördüğümüz sahnelerle sunuyor, biçimsel olarak iyi iş çıkarıldığını görüyoruz.
Enis Arıkan ilk sahneden itibaren yavaş yavaş açılarak performans sergiliyor, bununla beraber en güzeli sunmayı hedefliyor. Oyunun içinde heyecanı gözüküyordu, ama başarılı oyunculuğu sayesinde heyecanını epey güzel kontrol etti. Bununla beraber geleneksel bir tiyatro hissi yaratan o sahneler bana keyif verdi. Okul çağlarını gördüğümüz karakterimiz daha sonra yurt dışına yapacağı yolculuk sahnesiyle beraber seyirciyi ısıtıyor. Hayatının nasıl ilerlediğini gördüğümüz Arıkan, her zaman ünlü bir oyuncu olmanın hayaliyle dolu bir çocukluk geçirmiş. İçindeki hırsla beraber oyunculuğa adım atabileceği çok fazla yol deniyor. Postmodern tiyatro adı altında yapılan keyifsiz oyunlarda oyunculuk yapmaya mecbur kaldığını gösterirken eğlendirerek eleştirmesi de ayrı güzeldi. Oyunun devamında sürekli din üzerinden mizah yapıldığını gördük. Her konuda şaka yapılabileceğini düşünen biri olarak din üzerinden güldürmenin çok nadir yapıldığı tiyatro sahnesinde bunu tertemiz ve üstüne basarak net şekilde yapan Hayalperest’i bu açıdan takdir ediyorum.
Gelelim üstte yazdığım modern yeşilçam tabirine. Oyun arka planında seyircinin duygularına yönelik ilerliyor. Bunu yeri geliyor eğlendirerek yeri geliyor hüzünlendirerek yapıyor. Eğlendirdiği esnada yaptığı espriler gerçek ve içten, bu da seyirciye geçiyor. Bununla beraber baştan sona yalnızlığına odaklanıyor, işleyişiyle dramatik yapıyı hep ön planda tutuyor. Bir de tüm bunlara eklenen borç batağında olması ve çalıştığı işlerin saçmalığı üst üste gelince her şey daha hisli oluyor, uçlarda gezen bu hislerle beraber oyun kendini buluyor. Zaten dekor ve şarkıları da düşünürsek oyunun şaşaalı yapısı her şeyi unutturuyor.
Hayalperest’in neyi gösterdiğini bilerek gitmelisiniz; görsel şölen, dans şovları ve şarkılı performanslarla sunuluyor. Bittikten sonra uzun uzun düşünüp kafa yoracağınız bir oyun değil. Beklentinizi salt metine yönelik tutmazsanız sizi mutlu edeceğinden şüphem yok. Hatta oyun gün geçtikçe yolunu çizip daha iyiyi bulacaktır. Zira olgunlaşmayla beraber değişeceğini düşündüğüm çok fazla etken mevcut.
Hayalperest / Zorlu PSM