Önce herkesi tek tek içtenlikle tebrik ediyorum! Ve gitmeyen herkese gitmesini öneriyorum. Oyun bir yol hikayesi, 'kendi' olamamışların ama hala çabalayanların bir hikayesi ve tam da bu yüzden İskandinav ülkesinde de oynansa, Türkiye'de de oynansa, Japonya'da da oynansa anlaşılacak, çok temel ve çok insani bir derdi ihtiva ediyor. Metin çok başarılı, Yusuf Onur gerçekten insana dair çok varoluşsal bir soruyu çok derin bir şekilde işlemeyi başarmış metinde. Sahne tasarımı muazzam değil ama bize vermesi gerekeni gayet yerinde veriyor. Teknik iki şey beni rahatsız etti; bir projeksiyondaki görüntülerin yoldan, sahnenin kameradan görüntüsüne geçmesi çünkü anlamlı gelmiyor bana. Yol aksın projeksiyonda, biz sahnedekileri izlemekten yorulursak oraya bakalım ve daha çok içine girelim oyunun. Diğer türlü, projeksiyon bence etkileyiciliğini kaybediyor, hatta bizi koparıyor oyundan. İkincisi, kameraya bakarak konuşulan bölümler; buralar biraz riskli yerler, o an çok iyi oynanamazsa bir anda poz gibi görünmeye başlıyor ve hikayeden uzaklaştırıyor seyirciyi, en azından bende böyle oldu.
Oyunculuklara gelirsek, Tahir Yılmaz deyip geçiyorum. Muazzam bir zorluğu alnının akıyla başarmış bence. Zorluk, bizi eğlendirirken aynı zamanda karakterin derdini, olmak istediği insan olamamışlığını ve yavaş yavaş, o insan olabilmeye dair yenilenen umudunu ilmek ilmek işleyebilmesiydi. Ayrıca çok fazla oyuncu, bir anda seyircinin reaksiyonuna kapılıp şova dönüştürebilir böyle bir durumu ki metni ve tüm oyunu yok eder o durumda. Tahir buna hiç düşmedi. Diğer oyuncular da metne hizmet ediyor ve metin anlaşılıyor dolayısıyla. Ama, işte bir zorluğun kolay çözümüne teslim oluyorlar bana kalırsa. Çok varoluşsal, çok felsefi bir yerden konuşuyorlar; özellikle Yusuf Onur'un cümleleri öyle yazılmış. Biraz o cümlelerin ağırlığında ezilmiş gibi geldiler bana; hisler çok geçmiyor, daha ziyade cümleleri duyuyoruz. O zaman da metni anlamıyoruz aslında, entelektüel bir yerden duymaya başlıyoruz. Böyle konulara dair yazılmış oyunlarda temel bir tuzak bu bana kalırsa. O yüzden naçizane tavsiyem cümlelerin altında yatan insani duruma daha fazla eğilmeleri. İki - üç teknik konu halledilip bir de diğer karakterlerin de ne yaşadıklarını daha fazla anlayabilirsek tartışmasız muazzam bir oyun olacak.
Günün sonunda, eleştiriler bir yana, şiddetle tavsiye ediyorum oyunu. Gidin, görün, bir yerde denk gelelim de hem oyun üzerine, hem işlediklerinin bizdeki yansımaları üzerine iki kelam edelim zira oyunda anlatılanlar, özellikle Tahir'in karakteri (Benzer çatışmalarda bulduğum için kendimi) bana yalnız olmadığımı hissettirdi, ki bence sanatın en temel meselesi de budur. Şimdiden iyi seyirler :)
Klasik müzik, opera, bale... Tüm bunlara neden bilmem bir önyargım vardı ama geçen sene dinlemeye başladıktan sonra fena halde müptelası oldum. Semele, Handel'in en sevdiğim eserlerinden biri ve bu etkinliği farketmeden evvelinde Spotify'da iki günde bir dinliyordum. Ardından bu etkinliğe bir arkadaşımla bilet alıp gittik. Sayılı opera deneyimim var ama bu aralarında en iyisiydi. Hareket düzenlemesine, müziğin ve aryaların icrasına hayran kaldım. Arkadaşım Amerikan vatandaşı ve telafuzlara biraz takıldığını, onu seyirden kopardığını söyledi ama açıkçası, ne benim ingilizcem o kadar iyi ne de bu kadar keyif alırken buna takılabilirdim. Eleştirim yok genel olarak; sadece benim izlediğim gösterimde altyazıların senkronunda biraz sorun vardı. Muhtemelen sadece o güne dair bir problemdir. Emeği geçen herkesi tek tek tebrik ediyorum!
Gölge Otobanı / Tiyatro Watt