Lemur Company’nin Disko Topu oyunu, neredeyse programlanmış bir oyunculuk ile zaman zaman ucuz bir edebiyat betimlemesine kaçan metni bir araya getiriyor. Oyunun tek pozitif özelliği, toplumsal bir zorlamanın sonucu olarak yersiz yurtsuzlaştırılmış bir kadının hikayesini anlatmaya çalışması.
Oyunda kullanılan tek dekor, oyuncunun arka planında, üç tarafını çevreleyen bir beyaz perde. Burada oyunun akışına uygun bazı efektler gösterilecek. Mesela yolda koştuğunda, bu koşuşu destekleyecek yol görüntüleri gibi, ya da uçtuğunda altında kalan şehir görüntüleri gibi. Aynı zamanda bu görüntüler, ses ve ışık efektleriyle desteklenecek. Örneğin kapı vurulduğunda, sert bir kapı vurma sesi, ışıkların kırpışması gibi. Yani sahnede söz ile söylenenler, diğer araçlarla tekrar altı çizilerek anlatılmaya çalışılmış. Maalesef atmosfer yaratmak için sarf edilen çaba, daha çok sahnelerin eksikliklerini kapatmaya yarıyor.
Oyundaki karakter, küçük yaştan beri cinsiyetinin ve ekonomik sınıfının toplum tarafından yüklediği ağırlıkları taşıyor. Evini yıkıyorlar önce ( oyuncu yazdığı cevapta karakterin evinin yıkılmadığını, sadece yıkılan bir ev gördüğünü söylemiştir) , gazete kağıtlarıyla ısınıyor yeni yerinde, böcek leşleri her yeri sarmış orada, otururken bacaklarını açmamayı öğrenmiştir, derken babası bir yaş pasta getirir ve gölgedeki bir adam git der, karakterimiz sivilceli bir erkekle gider, o erkek de ikisinin arasına yılanını sokar, sonra sen bir hiçsin diyerek onu terk eder. Oyunumuzun ilk beş dakikasındayız. Sanırım bir an önce maceraya atlaması istenen bir karakter var. Yeni eve gelir, buradaki rutubet ve çürük kokusunu duyduğu için kendini şanslı sayar, bu arada hamile kalır ve çocuğu ondan çalınır. İnsanlar onlara garip davranır, çocuğunu çöpten bulduğu patlıcan ile besler. Yoldaş lakabını taktığı yeni biriyle tanışır. Temizlikçilik yapmaya başlar. Çocuğu sürekli hasta olur ( oyuncu yaptığı yorumda çocuğun 1 kere hasta olduğunu söylemiştir), komşu kadın da bu arada sürekli dövülür. Kargo şubesinde çalışmaya başlar. Kriz olur, patron onun dışındakileri kovar ve karakterimiz cinsel tacize maruz kalır. Delirtilir, zorla rapor verilir, hastaneye kapatılır.
Henüz oyunun yarısındayız. Yazdıklarım kadar yazmadığım böyle irili ufaklı bir sürü olay söz konusu. Bu tek kişilik oyunda, Nihan Doğa bu olayları, masalsı bir ses tonuyla aktarıyor. Onun oyunculuğunu şöyle belirtebiliriz, önce hızlıca cümleleri arka arkaya yığıyor, hemen arkasından kısa bir süre duruyor, bekliyor, yavaş yavaş kelimeleri söylüyor. Bu sırada gözü çok büyük bir şaşkınlık karşısında açılmış gibi, hayretle sanki belli bir nesneyi inceler gibi bakış atıyor. Çoğunlukla sahnede turluyor, bir köşeden diğerine hızlı adım attığında, bir an duruyor, yavaşça daha ağır bir tempoya geçiyor. Birden duygusal etki vermek için bağırıyor, eğer böyle sahneler arka arkaya gelmişse, yavaşça konuşmaya başlıyor. Yani, oyunculuğunu çeşitlemeye çalışıyor. Çünkü, oyunda fikirler stabil. İzlenmeyi sıkıcılaştırmadan kurtarmak için böyle bir formül bulunmuş.
Oyunun karmaşık görüntüsü, hikayenin puzzlevari anlatımı ve iyi olduğu düşünülen edebi cümlelerin yığılmasıyla oluşturulur. Bir örnek vermek gerekirse, beyaz gömleklilerden biri ona bakar, o da onun gözlerine bakar, penceredeki güvercine bakar, kuş kanatlarını çırpar, ikisini de birbirine benzetir. Orkide asla bir orkide değildir, köklerini lime lime ettiği gaddar bir orkidedir. Bir yerde sorar, gelecek bir gün sürecek mi? Duvara yazar, insan ziyandır. Ayna gammaz olmaz da ne olur? Duvarda noktalı virgül yoktur. Raylar onu zangır zangır alkışlar, bu onun feryat hakkıdır. Apartmana biri girerken saati sorar, aklına ilk gelen sayıyı söyler. Bir gün kütüphanede içinde resimlerin olduğu bir kitaba bakarken biri gelir pat diye yanına oturur.
Ne oluyor? Bütün bunlara bakınca size de sanki yazar random atıyor gibi gelmedi mi? Ne bileyim güneş gülümseyerek tam o sırada bir şey diyebilir, kapının paspası bana basma diye ağlayabilir, ve karakterimiz birden organ mafyasının eline düşebilir, ondan böbreğini çalabilirler.
Disko Topu bir kadının delirtilmesini bir yığın travmatik olayın arka arkaya gelmesiyle mümkün olduğunu anlatıyor. Onun içine atıldığı yalnızlık kuyusu, tüm kadınların karşı karşıya olduğu bir kültürün sonucu değildir. Her şey hep onun başına gelir, sanki lanetlenmiş bir kişidir, tanrıları kızdırdığı için başında sürekli yağmur bulutu taşıyan bir aciz kul gibi tasvir edilmiştir. Onun halüsinojenik kaçışları, ‘gerçek’ dünyayı öyle bir ayırır ki, tüm bunların onun zihninin bölük pörçük akışı olduğunu da düşünemeyiz. Metaforları boştur, neredeyse anlamsızdır. Müzikler çoğu zaman dini filmlerin hissiyatını yaratan sahte bir ulvi hava taşır. Pikaresk romanları hatırlatan koşuşturmaca bütün oyunu esir alır. Oyuncunun jest ve mimikleri, ne anlatırsa anlatsın hep aynı tekrarı döner. Yan karakteri derinliksizdir, onları sürekli değiştirerek, olay örgüsünü ilerletmeye çalışır. Ceza kanunundaki bütün suçlara yer verir ve onların hepsini sömürücü bir iştahla yutar.
Sonuç olarak Kırmızı Başlıklı Kız’ın mesajı gibi bir mesaj taşır, bütün erkekler yılandır, nenesi ona bunu öğretmiştir, annesine olanlar ona olmaması için neler yapması gerektiğini tek tek söylemiştir. Yazıyı oyunun müthiş finali ile bitirmek isterim: dünya yuvarlak, bunu çok duydum, bir top, ama içi dolu bir top.
On Adımda Unutmak / Studio Oyuncuları