Dostoyevski'nin, memur Jakov Petroviç Golyadkin'in, kendisine ikizi kadar benzeyen biri ile karşılaşması ve akabinde gelişen olayları konu edindiği psikolojik romanı "Öteki", Emin Alper uyarlama ve rejisi ile sahnede. Kabul etmeliyiz ki kaynak eser, yönetmen ve oyuncu kadrosu izleyici için oldukça merak uyandırır cinsten. Bu unsurlar da beklentiyi yükseltiyor.
Hikayenin mihenk noktaları üzerinde başarılı bir yapı kurulduğunu düşünüyorum. Oyun, karakter isimlerine, modern iş yaşantısı defektlerine kadar "bizleştirilmiş". En başta "Golyadkin" olmuş "Burak Çıplak".
Konuya dair kısa bir özet yapmak gerekirse:
Burak Çıplak, benzeri/ötekisi ile karşılaşır, onunla evini paylaşır, aynı iş yerinde çalışmaya başlarlar ve birlikten doğacak güç gibi algıladığı bu ortaklık bir noktada çökmektedir. İşler Burak'ın umduğu gibi gitmez. "Öteki" onun hem kuyusunu kazar, hem de yaşamını, hayallerini çalmaktadır. Bu, Burak'ın zaten sıkıntılı olan ruh dünyasında öyle kırılmalarla yol açar ki artık kendisinin başka kopyalarını da görmeye başlar.
Burada değinilen "öteki" malumunuz, karakterin zihninde yarattığı bir "öteki". Bir türlü olamadığı, ondan beklenen hali ve aslında bir kimlik bozulması ve bu nedenle de psikiyatrik bir vaka.
Oyunda bu benzerlik durumu, asıl Burak'ı canlandıran Erdem Şenocak ve onun ötekisi olan Cem Yiğit Üzümoğlu'nu birbirine kıyafet, peruk gibi unsurlarla benzeştirerek başarıyla verilmiş. Ancak bence asıl vurucu kısım, sonlara doğru göreceğimiz, bedenlerine sırttan bağlanan kuklalar. Buradaki zorlu ve başarılı oyunculuklar gerçekten etkileyici. Yine aynı duruma vurgu mahiyetinde dekorda kullanılan aynalı fonları da başarılı buldum.
Ana mekanlar olan ev ve ofis alanlarını gösteren az parçalı ve hareketli dekor yeterliydi, gözüm daha fazlasını aramadı. Dış mekanlar için fona yansıtılan dijital uygulama akıllıcaydı, ayrıca oyuna apayrı bir renk katmış.
Benim duyduğum izleyici yorumlarındaki olumsuzluk genelde süreye dairdi. Benzer şekilde ben de 100 dakika kadar süren tek perdelik oyunda bazı sahnelerin daha kısa tutulmasını dilerdim. Haricen, izlediğim oyundan beklentim karşılanmış olarak ayrıldım.
Başarılı bir sinemacı tiyatro sahnesinde neler yapmış, kimlerle ve nasıl yapmış? Bence izlemeye değer. Derinlikli metin, incelikli bir reji, çok başarılı ve birbirine uyumlu Erdem Şenocak ve Cem Yiğit Üzümoğlu performansı, onları besleyen rollerde Derya Karadaş ve Gökhan Yıkılkan'ın olduğu bir oyun. Yolları açık, alkışları bol olsun.
Daha önce İBB Şehir Tiyatroları'nda "Vahşi Batı" adıyla izlediğim Sam Shepard'ın "True West" oyununu bu akşam Mert Öner rejisi ile, yeni bir oluşum olan Art 12 yapımı olarak "CIRCIR BÖCEKLERİ İTLER VE BİZ" ismiyle izledim.
Oyunun görünen anlamı, karakter ve yaşamsal pratik olarak birbirine zıt, bir noktada birbirine yabancı iki kardeşin (orijinal metinde Austin ve Lee) yaşananlar neticesinde birbirine dönüşmesi , rol değişimi üzerine kurulu olsa da, yazarın, oyunu yazdığı dönemin muhalif tutumunca, "Amerikan Rüyası" olarak adlandırılan balonu patlatma amacı olduğunu biliyoruz. Öte yandan eserde, sahne üzerinde görülmeyen ancak iki kardeşin üzerinde travmatik etkiye sahip ve nihai durumda çocukların O'na dönüştüğü bir baba figürü var. Tam da burada iş aileye, bu eser özelinde parçalanmış aileye geliyor.
Zıtlıkların yaşanılan yerden, eğitime, yapılan işten yaşamda tutunma mücadele yöntemlerine kadar başarıyla sergilendiği, çok yönlü okumayı hak eden bu eserin Mert Öner tarafından nasıl sahneleneceğini inanın çok merak ediyordum. DOT yıllarından beri takibimde olan Mert Öner bana göre ilk farkı oyunu tek perdeye indirgeyerek yaptı. Bir diğer fark oyunda, belli bir coğrafyanın vurgulanmaması, karakter isimlerinin anılmaması gibi unsurlarda saklı. Bu da benim nazarımda, kentli yalnız insan, doğaya dönüş ideali, dijitalleşme ile artan küreselleşme hızı ve tüm bunların güncellediği ve/veya dönüştürdüğü bireysel, ailesel, toplumsal yaşamlar gibi hepimizin parçası olduğu ya da özellikle sanat yapanları ilgilendiren "tüccarlaş(tırıl)an sanatçı", sanat endüstrisi (burada karşımıza yapımcı karakteri çıkıyor) gibi konulara daha global bir bakışı sağlamış. Bu bakış kendini yalın dekorda da gösteriyor. Oyun ilerlerken, kapana kısılmayı vurgularcasına daraltılan sahne alanı, oyuna etkili girişi sağlayan, aynı havayı finalde de yapan, arada da gördüğümüz perde/ışık/gölge uygulaması sevdiğim unsurlar oldu. Yine ışıkla vurgulanan, bize "anahtar kelime" mantığında iki tekrar sunulan kısımlar hoştu.
Prömiyer kaynaklı olduğunu düşündüğüm, düzelmesini umduğum şeyler var: Oyunun genel ritmini sabote eden bazı diyaloglar arası uzun esler ve finale doğru fiziken daha da dağılmasını beklediğim ev. Bu arada, tercih edilen aktarımdan, esere yabancı izleyiciler için işi salt kardeş çatışmasına indirgemeye meyilli bir durum çıkar mı kaygısını da taşımıyor değilim, zira bu, True West'e haksızlık olur diye düşünüyorum.
Art 12'nin kurucuları "sıkı dostlar" Buğra Gülsoy ve Serhat Teoman'ın çıktıkları bu yolda en büyük şansları önce kendileri, sonra da doğru oyun ve ekip buluşması olmuş. Emeği geçen herkesi kutlarım. Buğra Gülsoy ve Serhat Teoman'ın uyumu beklendiği üzere çok iyi. Ayşe Lebriz Berkem'in kısa ve etkili, karakteri adeta silerek yansıttığı sevgisiz anne ve Burak Sarımola'nın iki kardeş arası çatışmayı körükleyen kurnaz tüccar yapımcı yorumu başarılı.
Açılışı Zorlu PSM'de yaptılar. Açıklanan temsil günlerine bakarsak benzer ölçekteki sahnelerde devam edecekler. Dilerim mikrofonsuz oynayabilecekleri salonlarda da yer alırlar :) Yolları açık, oyunları bol alkışlı olsun. Sanat hayatımıza hoş geldin Art 12.
Öteki / Luz Yapım