-
Oyunu 3 Nisan 2024 günü Üsküdar Tekel Sahnesi'nde izledim. Çok uzun zaman sonra ilk defa bir DT oyununa bilet bulabildim. Daha önce Gerçek Hanım'ı başka bir oyunda izlemiştim. Bu oyunda da performansı çok başarılıydı. Oyun hakkında yazılan eleştiriler sonrasında bazı noktalar değiştirilmiş anladığım kadarıyla. Örneğin; isimler İngilizce ancak para birimi Türk lirası eleştirisi vardı ancak oyunda dolardan söz ediliyordu. Oyunda ışıkların çok yoğun ve rahatsız edici olduğuna dair birkaç yorum da okudum. Bu anlamda da bir değişiklik yapılmış olabileceğini düşünüyorum. Çünkü, çok rahatsız edici bir ışık kullanımı yoktu.
Oyuna gelecek olursam kurgusu, anlatısı için kötü diyemem ancak beni etkileyen, kapsayan ve içine alan bir oyun olmadı ne yazık ki. Yer yer sıkılıp oyundan koptum. Sonunu tahmin edebilme imkanı vermesi de bunda etkiliydi. Kötü bir oyun değil ancak etkilendiğimi söyleyemeyeceğim.
-
Oyunu 2 Mart 2024 akşamı Alan Kadıköy’de izledim. Her şeyden önce arayla 2,5 saat sürüyor. Çok ama çok uzun. Oyunculukları yer yer abartılı ve vasat. Uzun suskunluklar, çok uzun tiratlar ve toplamda 1 saati ayrıntılarla geçiyor. İktidarı, kadın-erkek ilişkisini, cinselliği, cinsel yönelimleri, yabancı ve öteki olmayı anlatmaya cesaret etmiş olması anlatısının klişeliğini, bayatlığını ve sıradanlığını gölgelemiyor ne yazık ki. Herhangi bir argüman sunmak, hikaye anlatmak ya da onu tartışmak için değil; basbayağı retorik figürlerini sergilemek için kurgulanmış bir oyun. Oyunda erki, tiranlığı, homofobikliği temsil eden hatta kötülüğün tasviri olan Gabriel’in tecavüz sahnesi ile eşcinsellere karşı ve öfkeli olanlar aslında gizli eşcinsellerdir mesajını da verdi, tam oldu. Bu kadar bayağı bir anlatım ve sıradan mesajların, yorumlarda böylesine yüceltilmesine inanamıyorum gerçekten. Çok üzgünüm ancak gerçekten izlediğim en kötü oyunlardan biriydi.
-
Oyunu 25 Şubat 2024 günü DasDas'da izledim. Fransız yazar Zeller’in bir aile üçlemesi olarak yazdığı birbirinden bağımsız üç oyundan ikincisi… Özlem Zeynep Dinsel bence Türkiye’nin en iyi oyuncularından bir tanesi. Fangirllük yapmak için yaşlı olsam da kendisini izlediğim her oyunda, izlediğim röportajlarında, ödül konuşmasında hayranlığım daha çok artıyor.
Babanın gözünden anlatılan oyun, bir süre unutuyor mu yoksa gerçekten şüphelendiği gibi kendisine tuzak mı kuruluyor düşüncesini izleyiciye de yaşatıyor. Sıra dışı akışı, aynen babanın hafızası gibi eşyaların birer birer eksilmesi, evladının vermiş olduğu mücadele, otoriter babasının ihtiyaç duyan -muhtaç- pozisyonunu kabullenme çabası ve bu savaşların yol açtığı yorgunluk… Çok başarılı anlatılmıştı. Yer yer tatlı esprileriyle oyunu gerçekten çok beğendim. Alkışı bol olsun.
-
Oyunu 17 Şubat 2024 akşamı DasDas'da izledim. Başka bir müzisyenin ifadesiyle Anadolu müziğini batılılaştıran ilk müzikolog Gomidas’ın hikayesi… 19. yüzyılın ikinci yarısında Kütahya'da doğmuş, Ermenice dilini görece geçkin yaşlarda öğrenmiş. Hiç kolay olmayan bir hayat yaşamış bu sanatçı, Osmanlı Hükümeti'nin 1915'te çıkardığı geçici sevk ve iskan kanunuyla tutuklanmış, yaşadığı topraklardan sürülmüş. Çankırı sürgününden araya diplomatların girmesiyle kurtulsa da sürgünden döndükten sonra akıl sağlığını yitirmiş. Bundaki en büyük etkenin sürgünden döndüğünde evinin talan edilmiş, eserlerinin parçalanmış bulması olduğunu anlatıyor tanıklar... Lape'den sonra, vatanından uzak bir sanatoryuma yatırılmış, ölene kadar yaklaşık 20 yıl hiç piyano çalmamış, beste yapmamış, şarkı söylememiş ve konuşmamış...
Oyuna gelecek olursam, Fehmi Karaarslan’ın müthiş oyunculuğuyla hikaye bambaşka bir anlatıma ulaşmış. Koronun da bunda payı büyük. Oyun öncesinde ve sonrasında okuduğum metinleri de göz önünde bulundurunca hikayenin şahane kurgulandığını düşünüyorum ancak yorumlarda okuduğum süre uzunluğu eleştirilerine katılmadan edemeyeceğim. Bir puanı bu yüzden kırdım. Oyundan sıkılıp kopmadım ancak odaklanmak zorlaştı haliyle. Hem farklı ülkelerde süren eğitim hayatı hem erken anne baba kaybı hem de sürgün sebebiyle hep bir yerlere sürüklenen bu adamın ‘‘Evim neresi?’’ haykırışı beni çok etkiledi. Oyunda biz izleyicilere ağaçlar olarak hitap etmesi, ağaçlarla konuşması, tanıkların bir noktadan sonra ağaçları bile jandarma sandığını anlattığı dizeleri okuyunca daha da üzücü bir hal aldı…
İki gün üst üste çok büyük acılar ve ayrımcılıkları konu eden oyun izlemek benim için gerçekten yıkıcı oldu. Bir süre bu konuyu düşüneceğim ve etkisinden kurtulamayacağım sanırım. Bugün ırkçılığın ve ayrımcılığın başka formlarda yine yeniden bir ‘‘trend’’ olduğu güzel ülkeme, Anadolu topraklarına kardeşçe yaşama borcumuz var… Alkışı bol olsun!
-
Oyunu 16 Şubat 2024 akşamı DasDas'da izledim. Çıkar çıkmaz yorum yazmak istedim, değinmek istediğim ayrıntıları unutmamak için... Çok beğendim ve uzun zaman sonra ilk defa bir oyuna 10 puan verdim. Oyunculuklar şahaneydi. Burak Tamdoğan ve Çiçek Dilligil özellikle çok başarılıydı. Diğer bütün oyuncular da... Yorumum spoiler içeriyor, dilerseniz bundan sonrası okumayabilirsiniz.
Öncelikle şuradan başlamak istiyorum, oyunda çok ama çok acı olaylar büyük bir ustalıkla işlenmiş. Oyuna dair en sevdiğim şey, ajitasyon yapmadan derdini anlatmasıydı. Yine de son sahnede gözyaşlarımı tutamadım. Angelos'un aslında ailesiyle 6-7 Eylül olayları sonrasında İstanbul'dan adaya göç etmek zorunda kalmasına ve hala sırf kökeni sebebiyle zorbalığa uğruyor olmasına rağmen empati yoksunu bir ırkçı olması ve Dimitri ona ''Bu insanlardan nefret ediyorsun, aşağılıyorsun ama diğerleri de sana Turco diyorlar'' dediğinde ''Faşist!'' diye bağırması üzerine saatlerce konuşulabilir. Berk'in kampta yemek yetmeyince sahilde yemek arayan aç, çaresiz Suriyeli insanlar hakkında üzüntüsünü paylaşması üzerine eşinin İstanbul'da her gün ışıklarda bu insanlara yüz çevirdiğini söylemesi hakkında ve aslında Berna, Yana'yı eşine gösterip onun için üzülürken sürekli ayrımcılığa uğrayan ve bunu kanıksayan kadının bunu aşağılama olarak algılaması üzerine de... Oyunun bence en vurucu anı, ışıkların yandığı ve bizlere sahili işgal etmekle itham edilen kampta yaşayanlar bizmişiz gibi sefil ve pis insanlar minvalinde hitap edildiği andı... Her insanın potansiyel bir mülteci olduğunu başka nasıl bu kadar güzel ifade edebilirdi ki? Yorumumda hiç değinemediğim partner ilişkileri, çocuk sahibi olma vs. bir sürü konuyu da nasıl bu kadar ustalıkla anlatmış... Sema Elcim'e buradan büyük hayranlıklarımı iletmek istiyorum... En yakın zamanda yazarı olduğu Feramuz Pis! oyununu da izleyeceğim. Alkışı bol olsun.
Bay Z. / İstanbul Devlet Tiyatrosu