Devlet Tiyatrosu bünyesinde izlediğim için oldukça şaşkınım. Muazzam bir sahnelemeydi. Her emeği geçeni ayrı ayrı tebrik ederim. Tabi Müller sahnelemesinin DT bünyesinde eğreti durduğu ve bu seyir diline alışkın olmayan kurum seyircisinin deneyimsel ihtimallere mesafeli olduğu bir gerçek. Bunlarla beraber nerede izliyor olduğunun farkında olmak da bir sıkışmışlık yaratıyor bence harika bir katman oluşturmuş bu durum. Müller sahnelemesinin bu kadar iyi çıkacağını tahmin etmezdim. Helal olsun gerçekten.
Yorumunun sonunda yazacağımı başta belirtmek isterim: Tek kelimeyle “f e v k a l a d e”…
Devlet Tiyatroları’nda azımsanmayacak sayıda yıldır oyunları ciddiyetle takip eden bir sanatsever olarak izledikten sonra bu derece etkilendiğim bir yapıma rastlamak unutulmaz bir deneyimdi.
Devlet Tiyatroları özelinde genel izleyici kitlesine göre seçilen klasik oyunları sıklıkla izlesek de felsefi açıdan güçlü, tiyatro sanatının farklı anlatım tekniklerini bir potada eriten ve sanatın estetik gücünü de ortaya koyan yapımlarla nadiren karşılaşıyoruz. Medea Material bu noktada o boşluğu dolduracak ve eminim ki sezon içinde çokça konuşulup bolca ödüllendirilecek bir yapım. Mitoloji ve tarihin, anılar ve rüyaların iç içe geçtiği şiirsel bir dil kullanmasıyla bilinen, yaşadığı dönemde Brecht’ten Robert Wilson’a kadar pek çok ünlü simayla iş birliği yapmış bir sanatçı olan Heiner Müller’in 1982 tarihli Yağmalanmış Kıyı Medea–Material Arganotlu Manzara isimli üç bölümlü serisinden Medea-Material’in ilk kez Türkçe sahnelenmesinin bu anlamda benzer işlerle karşılaşacağımızın önünü de açacağına yürekten inanıyorum.
Sanatçının doğrusal “dramatik” anlatıdan ziyade, çağrışım mantığına dayanan yoğun şiirsel dramaturji geleneğinin başlangıcını işaret eden tiyatrodaki çalışmalarının örneklerinden birine sahip oyun, Medea’yı bir karakter bağlamında sahneye taşımıyor. Yazarın bu noktada ilerlediği yol, onu bir “materyal” şeklinde ele almak olurken karakter, yapı, anlatı ve performans öğelerinde yarattığı bağlantılar ve karşıtlıklar sayesinde Medea miti üzerinden Batı uygarlığının yoğun bir sentezini gerçekleştiriyor. Bugün gerek siyasi gerekse sosyolojik açıdan önemli bir dönüşümün içinde bulunan ve sancılarını da çeken Batı uygarlığı ve Avrupa’yı irdelemek de oyun sayesinde daha sağlam bir zemine kavuşuyor.
Heiner Müller’in kendi metinleri hakkında sarf ettiği “Hemen her cümle buz dağının sadece suyun üzerinde kalan kısmını gösterir. Ve aşağıda ne olduğu kimseyi ilgilendirmez. Sonra tiyatrocular dalgıç kıyafetlerini giyip dalarlar, buz dağını incelerler veya kendi buz dağlarını yaratırlar” sözü, bu oyun özelindeki kendisini güçlü bir şekilde hissettiriyor. Metni, seyirciyi her geçen dakika daha da etkisi altına alan bir hülyaya dönüştüren oyun; sözlü anlatım, bedensel anlatım figürleri ve ses, ışık, multimedya, dekor-sahne tasarımının muazzam bir atmosfer sunduğu prodüksiyonu sayesinde algılaması kolay olmayan fakat yaşattığı deneyim sayesinde paramparça ettiği kalıpların dışında bir dünyaya davet ediyor. Oyunun çevirmeni Hilal Ceylan “Müller, hem İkinci Dünya Savaşı Nazi dönemini görmüş hem de ülke bölündükten sonra Doğu Almanya’da rejimin baskıcı uygulamalarını yaşamış olan bir yazar. Ve tüm bu geçmişi, sömürgeci sistemi, doğa tahribatını Medea miti, özellikle de kadın figürü üzerinden yorumluyor” ifadesiyle esasında oyunun ana omurgasını ortaya koyuyor.
Metnin zengin imgelerle dolu bütünlüğü içinde giderek büyüyen edebi göndermeler, Müller’in kendi metinlerinden veya başka metinlerden alıntılar, rüyalar ve anılardan parçalar içeren oyundaki “Ben”in kolektif olduğunun altı çizilirken savaşın hiç durmadığı ve giderek her yanımızı sardığı bir dünyanın korkunç yüzünü de bizlere sunuyor. Mitolojik trajedisiyle bildiğimiz Medea’nın durduğu pozisyonu postmodern bir perspektife sahip süzgeçten geçirerek içsel dönüşümlerini ve içinden fırtınalar kopan duygusal çalkantısını derinlemesine incelerken Ayşe Emel Mesci de bu metni, zaman ve mekan kavramlarının birbiri içinde kaybolup belirsizleştiği bir estetik eşliğinde oldukça karanlık bir görünümle sahneye taşıyor. Fakat metni bu ele alış biçimi anlatının çeşitliliğini öylesine derinden etkiliyor ki seyircinin aklını başından alacak derecede güçlü bir sanatsal doz, dakika dakika vücudumuza zerk ediliyor.
Oyunun görsel açıdan harikalar yaratan ve imkanları sonuna dek zorlayan yapısına dair sahne ve dekor tasarımcısı Murat Gülmez’in bu estetiğe ulaşmak için projeksiyon yüzeyleriyle zenginleştirilmiş bir yapı üzerine kurdukları tasarıma dair şu sözleri her şeyi fazlasıyla açıklıyor: “Bu yüzeyler, oyunun çok katmanlı anlatısına görsel bir derinlik kazandırıyor. Geleneksel boşluk kullanımından kaçınılarak, her bir alan işlevsel bir parça olarak yapılandırıldı. Sahnenin mimarisi, mapping sisteminin yardımıyla görsel anlatımı güçlendiren bir tasarım anlayışıyla şekillendi.”
İnsanlığın karşı karşıya olduğu küresel tehlikeleri, yaşadığı travmaları mitolojinin içine tarihi, anıların içine ise rüyaları dahil ederek aktaran Medea Material’de oyunu harikalar yaratan oyunculuğu ile ayrı bir seviyeye taşıyan Sükûn Işıtan’a da kocaman bir parantez açmak gerekiyor. 60 dakikalık oyunda ilk andan itibaren sahneyi her saniye daha da dolduran ve bittiği an sahnenin sınırlarından salonun her noktasına taşan oyunculuğu ile büyüleyen Işıtan, rolünün hakkını kat kat fazlasıyla veriyor. Şunu açıkça söylemeliyim ki Medea Material klasik oyun izlemeye alışkın seyirci için zorlayıcı bir yapı ve aykırı bir anlatıma sahip. Bu yüzden oyunu çok seven veya içine hiçbir şekilde dahil olamayan şekilde iki ayrı uç seyirci profilini açığa çıkaracağı aşikar. Evet belki de sahneye koyduğu anlatımı cümlelere dökmek kolay değil fakat yenilikçi ve özgün anlatım teknikleriyle örülü bir yapım izlemek isteyen seyirci için son yıllarda yapılmış en cüretkar işlerden biri olmuş. Israrla gidilip görülmesi taraftarı olup bu deneyimi bir kez olsun yaşayıp bittikten sonra dahi etkisinden kolay kolay çıkamayacağınız duygular arasında savrulmanızı öneririm.
Medea Material / İstanbul Devlet Tiyatrosu