-
-
Kaç kişi sürdüğü yaşam için ağız dolusu "Yaşadım!" diyebiliyor? Sevgi Soysal adına cevap verme hakkım olsa, 40 yıllık ömrü için tereddütsüz "Yürüdü bu hayatta aşkıyla, inadıyla, isyanıyla yoldaşlarıyla" derim.
Selanik göçmeni baba ve Alman bir annenin 6 çoğundan biri olarak İstanbul'da dünyaya gelmiş Sevgi Yenen. Babasının görevi nedeniyle gittikleri Ankara'da geçmiş çocukluk ve gençliği. Ankara'da başlayan arkeoloji eğitimi sırasında ilk evliliğini gerçekleştirmiş Özdemir Nutku ile. Bu evlilikten ilk çocuğu Korkut doğmuş.
Almanya'da tiyatro üzerine eğitim gördükten sonra döndüğü ülkesinde muhtelif dergilerde çalışmaya başlamış. İlk kitabı "Tutkulu Perçem" 1962'de basılmış. Ankara Radyosu'nda çalıştığı süreçte Başar Sabuncu ile evlenmiş. Dönemin muhtelif dergilerinde yazıları yer almış.
1970 yılında yayınlanan romanı "Yürümek" müstehcenlik içerdiği gerekçesi ile toplatılmış, dahası bu olay onu TRT'deki işinden de etmiş. Ancak ne gariptir ki bu romanıyla, aynı yıl TRT Sanat Ödülleri Yarışması'nda Başarı Ödülü almış.
1971 yılında, Defne ve Funda adındaki iki kızının babası Mümtaz Soysal ile yaptığı evlilik, pek çoğumuzun onu öyle bildiği soyadı ile de buluşturmuş: Sevgi Soysal. Hayatının, 1976 yılındaki ölümüne kadar olan bu evresi oldukça sancılı geçmiş: Başta 12 Mart Muhtırası'na muhalefet ve komünizm propagandası gerekçesiyle tutuklanışı ve 1972'de Adana'ya siyasi sürgün olarak gönderilişi olmak üzere yolu zaman zaman hapishaneler ile kesişmiş.
1975 yılında konan, göğsünün alınmasına yol açan kanser teşhisi akabinde tedavi için gittiği Londra'dan döndüğü 1976 yılının 22 Kasımında, ardında pek çok eser bırakarak, bu dünyadan göçüp gitmiş.
Doğru bildiği yoldan milim şaşmayan Sevgi Soysal'ın kısa ama dopdolu geçen yaşamı BGST'nin "SEVGİ SOYSAL YAŞAMAKTA ISRAR EDİYOR" oyunu ile sahnelerde yaşamaya devam ediyor.
Buraya kadar kısa özetini yapmaya çalıştığım Sevgi Soysal'ın hayatına ışık tutulan oyunda hem ilgili dönemin ülke siyaseti hem de yazarın eserlerinden alınan referanslarla şahane bir metin yazmış, oyunun aynı zamanda oyuncularından biri de olan Duygu Dalyanoğlu.
Oyun, Sevgi Soysal'ın Londra'daki tedavi günlerinde, kendisine gelen isimsiz bir paketin içinden çıkan kitapları ile açılıyor. Her bir roman kahramanı ile yaşamı ve ülke arasında bağlar kurarak ilerliyor anlatı. Bu sahneler arası geçişte perdeye yansıyan görseller üzerinden hazırlanan videolar başlı başına bir mini belgesel niteliğinde.
Her sahneye özel seçilmiş müzikler, kostümler, anlatılan olaya göre şekil alan hareketli dekor, karakterleri gerçek kılan oyunculuklar gibi pek çok unsuru ile şahane bir Aysel Yıldırım rejisi.
İzlerken, başta görsel olmak üzere, bu kadar veriye nasıl ulaştıklarını merak etmiştim. Oyun broşüründeki teşekkür kısmında cevabımı aldım:)
Çok incelikli, özeni her yanından baş veren, gayet başarılı bulduğum, elini taşın altına cesaretle koyan insanların, yaklaşık iki saat süren bu oyunu dilerim ki uzun soluklu olur ve pek çok seyirciye ulaşır.
-
Ankara Cermodern’de izlediğim oldukça kaliteli performans. Oyuncuların adeta dans ederek oynadığı, karakterler ve sahneler arası geçişlerin üst düzey ve pürüzsüz olduğu bir oyundu. Özellikle bir oyun sahneye konurken bedensel olanaklardan nasıl yararlanılacağını görmek için ilgililere müthiş bir fırsat. Tabi BGST’nin kolektif üretim geçmişinin getirdiği sahnede bir ve birlikte olabilme halinin de katkısı çok yüksek. Öyle ki, birbirini bu kadar iyi bilmeyen, tanımayan, örneğin devletin görev icabı bir araya gelmiş oyuncularının kolay kolay üstesinden gelemeyeceği bir ortaklık ve enerji vardı sahnede. Cermodern’in teknik olanaklarının yetersizliğine rağmen tadına varabildiğimiz oldukça iyi düşünülmüş ışık tasarımını, sahnede kaç oyuncu olduğunu unutturan kostüm ve makyaj tasarımını, kaderine terk edilmiş tiyatroların son dönemde yaratıcılıklarının suyunu sıkarak ortaya koymalarından alışık olduğumuz hareketli dekor tasarımını ve en önemlisi kolaj estetikli grafik tasarımını/animasyonu da övmeden geçmemek gerek.
-Bundan sonra spoiler-
Başka yorumlarda da gördüğüm, Sevgi Soysal’ı oynayan oyuncunun çok daha iyi olabileceği yorumuna katılıyorum. Bu oyun oyunculuk harici diğer tüm unsurlarıyla çıtayı zaten yükseltiyorken insan ister istemez ana karakteri de çok daha yüksek bir performansla izlemek istiyor. Örneğin Cumhuriyet’in 50. yılı tiratı çok vurucu bir sahne olabilecekken biraz soluk kalıyor. Ya da tüm sahnelere yayılmış vurgulamadaki standart ve doğallıktan bir miktar uzak tavır repliklerin hakkıyla geçmesinin önüne geçiyor. Sanıyorum ki temsil sayısı arttıkça bu durum iyice olgunlaşacak ve oyun sonunda ayağa kalkarak alkış tutmak için sabırsızlanan seyircilerin sayısı artacaktır.
Bir diğer eleştirim, oyunun ilk perdesinin ikincisine göre zayıf kalması. Bunda metnin doğal akışının da etkisi var. Sanki ilk iki sezonu sıkıcı geçen o muhteşem Netflix dizisinin kalan sezonlarının çok iyi olmasını sağlayan o giriş kısmına katlanmak zorunda olunur ya, onun gibi ikinci perdeyi hazırlayan biraz sıkıcı bir ilk perde olmuş. Belki daha hızlı toparlayarak ilk perde ikinci perdeye erken yol verebilir. Eğer ilk perde de çok yükselirse bu sefer beklentisi yükselen seyirci ikinci perdeyi beğenmez hale gelir mi diye düşündürdü.
Bunlar yanında, bitişi biraz düşük buldum. 50. Yıl tiratının bitişe yakın olması o bölümde bitiş beklentisini hayli yükseltti. Acaba öyle yüksek perdeden bitirip bizi heyecanla bıraksa daha mı iyi olurdu? Zaten hangi oyuncunun hangi karakteri temsil ettiğini anlatmışken bir de onlara kitap dağıtılarak açık hale getirilmesi, kitap dağıtmanın kendisi biraz müsamere tadında geçti bana. Oyun kesinlikle daha net ve etkileyici bir son hak ediyor. Bu sahnedeki performansta örneğin, oyuncuların sağdaki O ışığa doğru yürürken ışıkların fade out olması pek de istenen etkiyi yaratmadı çünkü ışık zamanlamasından ötürü oyuncuların daha yarı gölgede donup beklediklerini gördük, biraz garip oldu. Belki başka sahnelerde ışığın içinde kaybolma etkisi daha iyi olmuştur, bir şey diyemem. Işık demişken, oyunu hem yazan hem müthiş tiplemelerle renklendiren Duygu’nun bir de yetmezmiş gibi çaktırmadan bozulan ışığı düzeltmesi detayındaki güzelliği söylemeden geçemem.
Son olarak, oyun sonunda Fuaye Ankara ekibinin düzenlediği kısa söyleşide bahsi geçen bir detayı belirtmek ve izleyenlerin de düşünmesine vesile olmak isterim. Tabi daha detaylı bir tartışma idi ama seyircilerin birinden “küçük burjuva aydını” Sevgi Soysal’ın acaba geriye dönük biraz abartılıp abartılmadığı sorusu geldi. Oyuncular ve yazar, “döneminin çok iyi bir tanığı” olarak kadın temsilinin önemini vurgulayarak yanıtladılar. Sahiden de geçmişe dönük tüm sol hareketin ve politik aktivizmin erkek anlatılarından mürekkep olması ve bunun karşısında bir “erkek”olmayanın anlatısının belgesel-oyun şeklinde yeniden hatırlatılması önemli. Yine de, her ne kadar oyuncular ve yazar öyle yapmadıklarını söyleseler de, oyunun bütününde Sevgi Soysal’ın 80 öncesi sol hareketinde veya diğer politik aktivizmlerinde yeri aslında yüksekmiş de bu detay es geçilmiş gibi bir anlatı/his hakim. Sahnede söylenmemiş olsa da, anlatılması tercih edilen olaylar öyle bir hava yaratıyor. Halbuki yine oyun metninde görüyoruz ki, ne kadar duyarlı ve açık bir yazar olsa da Sevgi Soysal aslında oldukça bireysel konumlanıyor. Daha iyi anlaşılması için abartarak söylemek gerekirse, Sevgi Soysal bir “erkek” olmuş olsa, daha kolay içine kapanık burjuva yaftası yiyebilirdi. O yüzden burada önemli olanın, dönemin erkek olmayan tanıklığının vurgulanması olup, anlatımın böyle bir yere dokunması acaba daha iyi olabilir miydi diye düşündürdü.
Zabel’in bir tür düşünsel devamı gibi okunabilecek bu oyun ve devamı için BGST’yi sıkı şekilde takip ediyoruz :)
-
-
Barış Atay ve Bülent Emrah Parlak’ın interaktif performansları olan “Sabotaj” temsilini 21.11.2025 tarihinde Büyükçekmece AKM Bedia Muvahhit Salonu’nda izledim. Öncelikle temsile gitmeden önce bunun bir tiyatro oyunu olmadığının, bir talk-show tarzında ve interaktif bir gösteri olduğunun bilincinde gittim. Ve gitmek isteyenlere de bunu hatırlatmak isterim… Normalde bu tarz gösteriler pek benlik değil, bunu dün bir kez daha anlamış oldum aslında. Normalde Barış Atay’ın tek kişilik gösterisi olarak başlayan proje, sonrasında Bülent Emrah Parlak’ın da devreye girmesiyle daha çok güldürme amacı üzerine inşa edilmiş bir proje olmuş, kendileri de zaten bunu başta belirtiyorlar. Başlarda günümüzün kanayan yarası haline gelmiş ve de kronikleşmiş olan politik gündemimize göndermeler yapmalarını çok sevdim. Çünkü geldiğimiz dönemde ne yazık ki düşüncelerimizi hür bir şekilde ifade edebildiğimiz mecralar olmadığı ve olduğu zaman da bunların yaptırımlarıyla karşılaşma riskinde olduğumuz için biraz nefes aldırdı bu göndermeler bana. Barış Atay’ın oyuncu kimliğinin yanında bildiğimiz siyasî deneyimi ve kimliğinin de desteğiyle ilerleyen karşılıklı söyleşi, sonrasında ne yazık ki Türk toplumunun vazgeçemediği alışkanlıkları, biraz Anadolu, biraz yaşlılar, dinî konular, gelenekselleşmiş kalıplar, ateistler, trans bireyler vs derken konu fazlasıyla dağıldı. Burada maalesef kendi tabirimce “Cem Yılmaz’cılık taklidi” yapıldı. Kendilerinin de belirttiği gibi; komedi bir temsil icra etmek çok zor bir meziyettir. Güldürmek ve bunu sürdürmek önemlidir ki o zaman yaptığınız işin hem kıymeti bilinsin, hem de siz karşılığını görebilin. İzahı olmayan şeylerin mizahı olur diyerek izahı edilemeyen içler acısı durumların mizahını yaparken pek eğlendim, daha doğrusu ağlanacak, acınacak hâlimize kahkaha attık tüm seyirciler olarak. Düşününce ne kötü bir durum ama diyorum ya; biraz özgürce nefes alabildik bir nebze de olsa. İlk 45 dakikasında gayet güzel eğlenirken ve düşünürken; sonrasında ne yazık ki ben bağımı kopardım. Çünkü birbiriyle bir komposizyon ilişkisi barındırmayan, dağınık ve çarpık konular üzerinden güldürülmeye çalışılması ve bazı izleyiciler tarafından da tuhaf bir şekilde gülünmesi bana absürt geldi. Sabotaj ismiyle yola çıkılan bir temsilde, bunun kelime anlamını bütünüyle dolduracak cinsten espriler, göndermeler ve bir söyleşi beklerdim. Devamında seyirciye mikrofon uzatılmasıyla interaktif şekilde de ilerleyen temsil; 1 buçuk saatlik sürenin ardından sona erdi. Bülent bey ve Barış beyin aralarındaki genel uyumu sevdim; birbirlerinin kelimeleri arkasından devam etmeleri fazlasıyla ezber hissiyatı veriyordu; birçok yerde bahsedilen konuyu destekleyecek arka barkovizyonda görseller yer alıyordu. Bu arada Avrupa turnesinden yeni dönmüşlerdi, ilk gösterimi Büyükçekmece’de yapmaya karar vermişler. Aslında böylesine turne yapacak ve ilgi görecek bir iş olduğunu düşünmezdim. Yine de sektörde tutunacak bir dal misali olarak gördükleri Sabotaj temsili; umarım her iki oyuncuya da umdukları konumu ve iş fırsatlarını karşılarına çıkarır. İçeriği sebebiyle biraz zor olduğunu düşünmekle beraber umudu yitirmemek gerektiğinin de altını çiziyorum. Keyifli bir akşam geçirmek isterseniz size umduğunuzu vaad edeceğini düşünüyorum. Teşekkürler…
İzlediğim tiyatro, müzikal, bale ve opera temsillerini kendimce yorumladığım güncel paylaşımlarıma Instagram’da @metinler.sahneler hesabımdan ulaşabilir, ilgileniyorsanız takibe alabilirsiniz!
Gaybubet Şehri / kumbaracı50