Sabaha karşı uykumun arasında adem elmasını düşünürken buldum kendimi.
Bazen olur bana böyle. Uyurken de düşünürüm sanki uyanıkken yeterince yapmıyormuş gibi. Rahatsız bir düşünce olarak dönüp durdu uykumun arasında kafamda.
Bir zaman sonra uyandım.
Uykuyla uyanıklık arasındaki o ilk anları bilirsiniz, savunma sistemleri devreye girmez henüz, bilinç hala yarı uykudadır, gözler kapalı. Ne kadar korkunç bir şey dedim. Bir insanın adem elmasını törpületmek zorunda kalması. Sırf sesi değişsin ve görünümüne uysun diye. Peki görünümü neden sesine uymuyordu? Çünkü evrim bazen erkek bedenlerinin içine bir ince kadın ruhu koyuyordu. Bu bir tercih olmadığı gibi üstelik değiştirilemiyordu da. Ve bu insanlar bizim gibi ülkelerde bir ömür bunun ızdırabını çekiyorlardı.
Bu hayatta hepimizin sınavı vardı evet ama allahım bu nasıl zor bir sınavdı?
İyice açıldı gözlerim ve uyandım.
Bu düşüncelerin sebebi dün izlediğim Küründen Kabere isimli tiyatro oyunu. Beni ve salonu dolduran ( hiç boş yer yoktu, hande ataizi gibi ünlü isimler de dahil ful kalabalıktı oyun) bütün seyircileri bir sürü duygu arasında dolaştıran çok etkileyici bir oyun. Çok cesur bir oyun. Taşları yerinden oynatan bir oyun.
Seyhan Arman kendi yazmış. Kendi oynuyor. Ama ne yazmak ve ne oynamak. Oyun boyunca seyirciyi neşe, hüzün, merak, şaşkınlık ve daha bir sürü duygu hissettirerek, adeta hipnotize ederek oynuyor. Nasıl bir yetenekmiş. Oyuna gitmeden tahmin etmemiştim hiç ne yalan söyleyeyim. Karakterden karaktere bürünüp tek kişilik dev kadro olarak yıktı geçti salonu. Favorim tabii ki radyocu racon abi. Neyse konudan daha fazla bahsetmeyeyim de izlerken zevki kaçmasın. Çok güzeldi :)
Kimi sahnelerde gülmekten yerlere yattım, seyircinin kahkaları salonu çınlattı, kimisinde ise herkes sus pus ve pür dikkatti ve başkalarını bilmem ama benim gözlerim doldu çok yerde. Bazılarında ağzım açık kaldı. Mübalağa etmiyorum hiç.
O anlatırken, İnsan dedim insana bunu yapar mı ya? İnsan insana bunu yapar mı? Neden yapar? Nasıl yapabilir?
Son sahne hele, son sahne, ağladım ben son sahnede oyun bittiğinde. Böyle bayağı bildiğin iki gözümden yaşlar akıverdi kendiliğinden.
....
Gidin bu oyuna. İzleyip görün. Böyle anlatmakla bir yere kadar. Gidip şahane bir oyun ve oyunculuk izleyin hem, hem de sonra bu farkındalıkla belki biraz değiştirin bir şeyleri.
....
Ben küçük bir çocukken etrafta hep bir komiklik mevzusuydu ibne olmak, eşcinsellik, şorolo, nonoş, dönme, böyle tuhaf yakıştırmalarla bıyık altından gülmeler gırla giderdi, ( hala da böyle, biraz bilinç oluşmuş olmasına rağmen,) hiç komik gelmezdi bana ama derin de anlamazdım elbet. Biz böyle büyüdük, onlar utanıp kendini sakladı. Yetmez mi artık bunca saçmalık.
Bu ataerkil aptallığı yetmez mi artık?
.
Oyun bitti. Çıktım. Deli yağmur var. Ve karanlık sokak biraz da tenha etraf. Hemen, önümde yürüyen iki kişiye yaklaştım ana caddeye dek birlikte çıkmak için. Onlar da oyundan çıkmışlardı. Kırmızı şapkalı bir kız ve arkadaşı. Ağladım dedi kız arkadaşına, gerçekten son sahnede ağladım artık. Görmüştüm çiçek verip sarılırken Seyhan'a. Yüzündeki ifadeyi görmüştüm. Derinden etkilendiğini hepimiz gibi, belki biraz daha fazla.
"Ben de ağladım" dedim iyice yaklaşıp. "Korkuncuz biz ve bunun için de çok üzgünüm". Yüzüme baktı kırmızı şapkasının altından olanca tatlı suratıyla. Durduk karşılıklı, caddeye gelmiştik ve yağmura rağmen konuşmaya devam ettik.
"Üzülme" dedi ellerimi tuttu, yumuşacık gülümsedi," artık eskisi gibi değil öyle o kadar kötü şeyler yok artık".
"Birlikte çalışamıyoruz bile" diye devam edip saçma sapan bir şeyler geveledim. Onların doğallığı karşısında halim çok yapaydı evet ama duramıyorum da. Yanındaki arkadaşı " Geçenlerde sırf sesim yüzünden beni işe almadılar " dedi.
Bir an durduk. Islanıyorduk.
"Ablam da her gün ben eve varana dek beni merak ediyor aslında dedi kırmızı şapkalı tatlı kız. Ben gelmeden içi rahat etmiyor hiç, endişeleniyor. Hadi dikkatli geç karşıya ıslanma daha fazla".
Ne diyeceğimi bilemeden gülümsedim veda ettim ve ayrıldım.
Sonra... sonrası hayat işte. Gidin izleyin
:)
Küründen Kabare