Tek kişilik oyun sahnelemek bence başlı başına bir delilik, zaten şu zamanlar tiyatro yapmak deli cesareti. Bir saatte seyircinin ilgisini tek başıma ayakta tutmak, son derece içten, güçlü ve değişken olmayı gerektiriyor. Sahnede tek kişi olmanın gerçek bir meydan okuma olduğunu düşünüyorum. Hem oyunun tüm sorumluğunu sırtlanırken hem de izleyicinin dikkatini tek başına oyunda tutmak gerekiyor. Diğer yandan tek kişilik oyunlar seyirciyle daha samimi bir ilişki kuruyor ve seyirciyi daha derinden etkiliyor. “Oyun işleri” ilk oyunu “ruhi bey” i izlemeye giderken de böyle düşünüyordum. Özgün Can Karaburun’u yakından tanırım, bu sebeple hem mutlu hem korkulu izlediğim bir oyundu. Ancak oyuncunun ve ekibinin altından çok iyi kalktığını düşünüyorum. Şahsen baştan sona kusursuz diyemem tabii, hatırladığım kadarıyla oyunda ruhi beyi birkaç karakter anlatıyor. Ben “genel ev kadını” kısmını biraz daha aksiyonlu olsa daha lezzetli olacağını düşünmüştüm, daha “kadın hareketli” bir karakter izlesem daha içine çeken bir durum oluşurdu gibi geldi. Bu da oyunun genel yalınlığına ters mi olurdu tartışılır tabii. “meyhane patronu” ve “otel görevlisi” kısımlarını malzeme olarak daha sönük bulsam da performans olarak daha zevkli ve sürükleyici buldum. Ancak son bölüm de Ruhi Bey’in kendi kendini kendine ve seyirciye gösterdiği bir kısım vardı ki; “nasıl yapılsa en iyi olur?” diye aylarca düşünsem, bu kadar temiz, anlaşılır ve etkileyici hale şahsen dönüştürülemezdi diye düşünüyorum. Oyuncu Özgün Can Karaburun'a kalben çok bağlı olsam da, bu düşüncelerimi tamamen objektif bir akılla oluşturduğum kanaatindeyim
Ruhi Bey / Oyun İşleri