ODTÜ Tiyatro Şenliğinde, Mimarlık Amfisinde izledim. Çok iyi bir hikaye anlatıcılığı ve anlatıma hizmet eden oyunculuk. Su gibi akıp giden bir 50 dakika. Dirmit'te ve Yusuf Umut'ta çok daha gelişkin halini gördüğümüz bu anlatı tarzını kendi başına ayrıca ele almak gerek diye düşünüyorum. Sıradan bir hikaye anlatımı değil, biyografik veya otobiyografik anlatı desek, tam değil. Türlere sıkıştırmamak gerekse de, oyunu oto-etnografik tiyatro performansı kapsamında ele almanın bize güzel bir tartışma zemini yaratacağı kanısındayım.
-Bundan sonra spoiler-
Dirmit, Yusuf Umut ve buradaki isimsiz karakterimizde gördüğümüz en önemli özellik, hem sahiden oyuncu olarak kendi hayatlarından hem de görüp deneyimledikleri detaylardan gerçek hayat performanslarını ve anlatıları kendi oyuncu bedenlerinde canlandırmaları. Nasıl ki bir yazar kendi görüp duyduklarını edebi sözcüklere döker veya nasıl ki bir araştırmacı gözlemlerini bilimsel metne dönüştürür, işte bu anlatı tarzında da oyuncu bunları canlandırır. Bunu yaparken kendi hayat hikayesine, kendi mahallesine, kendi geçmişine dönerek bazı detayları özellikle seçer ve anlatır. Meseleyi bir biyografinin ötesine taşıyıp da etnografik yapansa kişisel hayat deneyimlerinden bir toplum portresinin ve daha önemlisi "ötekinin" sahici hikayesinin açığa çıkarılması. Bunu sağlayan en önemli unsur sanıyorum ki farklı tiplemelerin çok güzel taklit edilmesi ve oyuncunun bize her an hiçbir dekor bile olmadan nerede olduğunu, kiminle olduğunu çok güzel hissettirmesi. Örneğin o "kuzen abi" veya "öğretmen"i adeta görüyoruz. Dahası, o tipler bizim hayatımızdan da öyle ya da böyle bir şekilde geçmiş olduğundan o kadar iyi tanıyoruz ki onları, hikayeyle ortaklaşıyoruz. Mekanlar ve olaylar öyle güzel ve yerinde betimleniyor ki, adanın yuvarlaklığı içinde sevdiği kızdan kaçamayan karakterin sokaklar arasındaki sıkışmışlığını da, mutfakta kahve içilirken camiden gelen cenaze selasının sesini de hemencecik yaşıyoruz. Seyirciyi bu anlatıların içine çekebilmek sahiden büyük maharet.
Bu oyun tarzını biraz daha ileri götürecek olsam, günümüzde meddah böyle bir şey olurdu derdim. Hop diye tipten tipe ve mekandan mekana fırlayan, taklitçi, neşeli, seyirciyle içe içe, her telden hikaye anlatabilen bir oyunbaz. Fakat güncel bir meddah bu. Derdi artık bugün anladığımız biçimiyle "ötekinin" hikayesini anlatmak. İktidarın eski ve yeni tüm biçimlerini, doğrudan veya aramıza sinen baskı ve otoritenin her türlüsünü naifçe veya sertçe eleştiren bir anlatı. "Bakın ben de varım, biz de varız" diyebilmenin orijinal bir yolu.
Son olarak, bu anlatım tarzındaki ince bir meseleye de dikkat çekmek gerek. Eskinin Karagözvari tiplemelerinin ve yeninin benzer telden çalan büyük ve abartı oyunculuklarının sahip olmadığı bir hassasiyet var bu anlatıda. Penceresinden sokağı ve mahalleyi gözleyen Dürbo gıybetçi çirkef bir teyze değil, çok da ince ruhlu kendi çapında bir ressam olabiliyor ince görünce. Bu, gerçekliğin bozularak anlatılmasından değil, gerçekliğin farklı yerlerden bakınca başka görülebilmesinden kaynaklanıyor.
Tabi bu anlatının, oyuncuyla özdeşleşip bir saatlik katarsis seansında kaybolup gitmenin ötesinde ne sunabileceğini düşünmek gerekir. Yoksa bunun gibi sayısız oto-etnografik hikaye dinler, hislenir ve geçip gideriz.
Toz / ID İletişim