Yaşar Kemal sadece sözcük değil; ışıktır, sestir, renktir. Kahramanları sadece kişiler değildir, tüm halklardır, karıncalardır, denizler, dağlardır. Bu bir olma, bir bütün olma halini tiyatronun tüm parçalarıyla (orkestra, dekor, ışık ve neredeyse her an sahnede olan oyuncular) hissettiren bir uyarlama. Üstelik Ağrı Dağı Efsanesi'nin işlediği insanlık halleri ve çekişmeler de Yaşar Kemal'in sade ve güçlü dili -elbette- değiştirilmeden sahneye taşınmış. Çok iyi çalışmış bir ekip olduğu aşikar, fikir vermesi için aşağıya dramaturg Sinem Özlek'in program dergisi yazısından bir parça ekliyorum.
Oyun 3 saat ayrıca şiirsel dil, müzik ve ışıkla verilen yoğun duygu seyirciye dinlenme anı bırakmıyor. Biz perde arasında yerimizden kalkamadık. Hatta, salon ışıklarının açılıp neşeyle oyuna katılmamız beklendiği sahnede bile (belki sonunu bildiğimizden) dahil olamadık. Yorgun gitmemenizi tavsiye ederim.
Romanı okuyup okumamaniz seyir zevkini etkilemiyor. En azından program dergisini okumanızı öneririm.
Satın almaya çalışınca bilet yok, ama salonda bomboş sıralar var. Gidemeyecekseniz (bakın 3 saat bu oyun) bir şekilde biletinizi gitmek isteyenlere devredin lütfen.
----------------------
Ağn Dağı Efsanesi, başlığı altında anılabileceği türlerin en karakteristik kurgu ve kodlanını devşirip "kavuşması güç aşıklar" hikayesi etrafında kendini inşa ederken, Yaşar Kemal, bir yandan kökleşmiş bakışmızı sarsacak hikayeciliğini konuşturur. Hem halkına hem aşkına sahip çıkmanın yiğitliğiyle bir dağın tepesine ateş yakan, diğer yanıyla "dağlı" olmanın, hatta erkek olmanın yüküyle "kahraman"dan uzak "insan"a yakın duran Ahmet'i karşımıza getirir... Bir kadın karakteri, Gülbahar'ı yaşadığı kültürün baskısından fantastik biçimde kurtarmadan, kaderin ve öykünün yönlendiricisi yapar... "Geleneğine sahip çıkma"nın karşısına, kendi geleneğini unutan gücün Mahmut Han'daki yozlaşmasını da gelenek değişmez diyen Sofi'nin bilgeliği karşısına, değiştireceğim diyen Gülbahar'ın aydınlık inadını da kayar.... Yakan ve öldüren muktedirin karşısına, ne gerekiyorsa onu yaparım, yeter ki o yaşasın diyenleri kayar... Bazen bir at, bazen bir halk, hatta bir dağı odağına alan anlatısı, istisnasız bir kapsayıcılıkla teklikten çokluğa varan neredeyse kozmolojik bir bütünü, bu toprağa özgü yaşamanın ahvalini kendinden sonrasına aktarır.
İzlediğim en iyi tiyatro oyunlarından biri olabilirdi ama olamadı, içim de acıdı böyle olmasına.
Olamadı çünkü
1. Sevgili İbb Şehir tiyatroları kadrosu, İstanbul izleyicisi düşündüğünüz kadar aptal değil, seyirciyi aptal yerine koymaktan, kör göze parmak replikleri sündürmekten, mesajı anlamaz bunlar diyip tekrar tekrar kafaya çakmaktan lütfen vazgeçin.
2. Şu gereksiz yüksek oyunculuk yine aynı şekilde olur da anlamayız diyeyse oyunla aramıza müthiş mesafe koyuyor, daha doğal ve daha gerçekçi oyunculuğun vakti gelmedi mi?
3. Çeviri metinlerde özellikle çok başarısızsınız. Google çeviriden doğrıdan aktarım gibi oluyor oyunlar, bunun ülkeye ülkenin diline uyarlanması, güncel zekaya entegre edilmesi, edebiyattan gösteri sanatlarına geçişin göz önünde bulundurulması gerekmez mi? Bugün kim birbiriyle bu karakterlerin birbiriyle konuştuğu gibi konuşuyor?
Metnin Türkçesi, uyarlaması, oyunculuklardaki abartılar düzeltilse ve bir de adeta fonksiyonsuz ve gülünç kalan o müzikli bölümler çıkarılırsa,
Ibsen özel mülkiyete dayalı ahlak anlayışını nakış gibi işlemiş, metin bu anlamda oldukça kuvvetli ve zekice yazılmış bence. Tipik modern aydınlanmacı bireyin, akıl ve hakikat peşinde koşarken elitizme savrulmasını, mülkiyetle sınanmasını, yaşamıyla korkutulmasını, nihayetinde fazla idealize edilmiş bir yere, tek başına kendine yeterlik vurgulu bir özgürlük anlayışına, gerçek olamayacak bir bireyciliğe varmasını, biz olmadan ben olamayacağına kör kalışını izledik. Ibsen tartışma zeminini güzel kurgulamış, bu, oyunu inatla izlemenize yardımcı olan yegane unsur. Kafanızda açılan tartışma balonları eşliğinde izleyip bitiriyorsunuz oyunu.
Tebrikler, emeğinize sağlık.
Keşke daha iyi olabilseydi.
Ağrı Dağı Efsanesi / İstanbul Şehir Tiyatroları