İzmir, Bergama'da izlemiştim oyunu. Aradan yıllar geçmesine rağmen izlenimleri benimle. Oyuncuların olayı yaşaması ve ifade etmesi tam olarak benim için tiyatroydu. Tülin Özen ve Tansu Biçer harika bir iş çıkarmışsınız dostlar, İstanbul'da bir daha izlemek istiyorum. O zaman yorumumu tekrar güncelleyeceğim.
Dün akşam Zorlu PSM'de izlediğimiz oyun, sahnenin önünde yerde yatan üç kişiyle başladı ve izole edilmiş bir alanda bu üç kişinin birbirini soymasıyla son buldu. Oyunun bittiğini, salondan gelen tek tük alkış sesleriyle anladık. "Ne oldu da bitti?" sorusu yanıtsız kaldı. Oyuncuların tekrar giyinip geri döneceğini, doğuş-yaşlılık-ölüm döngüsü gibi bir temada sohbetin başlayacağını umuyordum.
Sanatı tüketen, ondan beslenen ve kendime göre üreten biri olarak, bir eserde/oyunda/işte mesajın gizlenmesini tercih ederim. Açık ve aleni işler —şayet özellikle öyle tasarlanmamışsa— bana ifade yoksunluğu ve derinlikten mahrumluk hissi verir.
Autopsy oyununun başlangıcında bir tanım sunulsa da, bu tanımın oyuna nasıl uygun düştüğünü tam olarak kavrayamadık. Mesajın sembolik anlamlarla gizlendiği açıktı, ancak kullanılan sembolizm tutarsız ve aşırı kültürel/psikolojik kalmıştı. Bilinçaltımız bu sembolizmi dönüştüremediği için izleyici olarak herhangi bir duygu veya anlam inşa edemedik. Bu nedenle, bedeni, tekrarlı hareketleri, siyah kıyafetler ve parlak maskeli dışşal güçleri ve ayna sembolizmasını kullanmasına rağmen, gizlenmek istenen mesajlar derinlikten uzaktı.
Oyuncular sahneye deri benzeri bir şeyle kaplı çıktılar. Siyah giysili ve parlak maskeli figürler tarafından ayrı bir alanda incelendikten sonra oyuna başladılar (Sadece burası isimle örtüşüyordu ve çünkü dışsal bir incelemeye tabi tutuldular ve biz de bunu gördük. Burada bizim canımızı sıkabilecek, duyguları, yargıları coşturabilecek bir çok inceleme, aşağılamalar yapılabilirdi) Siyah varlıkların elindeki aynalar (üç kişiler), birinde kamera olması veya bizim de yansımayı görmemiz gibi zorlama çıkarımlara yol açsa da, bu semboller de anlamsızdı.
Aynalar olmadan oyuncuların ayağa kalkamaması; "ancak kendimizi gördüğümüzde var oluruz, her şey bizimle ilgili, her şeyde kendimizi görmeliyiz" gibi mesajları bariz biçimde verse de, üç ayna tek bir kişiye yöneldiğinde o kişi de var olamadı. Sonrasında bu üç ayna üç oyuncuya geldi ve oyun bitişe ulaştı.
Ne bir şey hissettik ne de sıkıldık. Ses, görüntü ve sahneleme bir şeyleri canlı tuttu ancak izleyiciyi içine almadı. Yalnızca izledik. Oyuncuların birbirinden bağımsız, parçalı eylemleri de ilginçti ve alakasızdı; ancak üç kişinin ne yaptığı/yapamadığı veya aralarındaki bağ hissedilemedi, anlaşılamadı.
Ufuk arkadaşımızın kürek kemikleriyle yaptığı hareketler, adeta ayağa kalkamayan veya uyanamayan matrikste yaşam algısı yaratarak bir süre izlenmeyi sağladı. Bedenin de bir ifade aracı olabileceğini göstermelerine rağmen, tutarlı geçişler eksikti. Sonunda deriler soyuldu ve oyuncular alandan çıktı. Birileri buna bir bitiş diyebilirdi, ancak izleyiciler açısından durum böyle değildi.
Mesajlar, özellikle bilinçaltı sembolizmasıyla, okült ve ezoterik konularla iletilirken büyük bir titizlik gerektirir. Yapımcıların, yazarların ve yönetmenin vermek istedikleri mesajlar üzerine daha fazla çalışmaları, izleyicilere bu mesajı başarılı bir şekilde aktarmak için daha detaylı düşünceler içinde olmalarını dilerim.
Nora 2 / BahçeGalata