Oyun, orijinal adı 'Il était une fois... la vie' olan, Vücudumuzu tanıyalım ismiyle televizyonda gösterilen 1986-87 yapımı animasyon filminin bir uyarlaması sayılabilir.
Bu fikrin bir komedi olarak sahnelenmesi; yazan, yöneten ve oynayanın Engin Günaydın olması sebebiyle büyük bir beklenti ile oyunu izledim fakat biraz hayal kırıklığı oldu.
Oyun, aldatılan bir erkeğin eşini yakalaması üzerine düşüp bayılması ve o sırada vücuttaki hücrelerin yaşadıklarını göstermeye başlıyor. Bu haliyle sizi heyecanlandırıyor. O an vücutta aklın ve duyguların verdiği tepkiler üzerine konuşmalar iyiydi derken, videoda yaşanılanlar, yani adamın aldatılması ile vücudunun verdiği tepkiler arasındaki bağlam tamamen kopuyor ve hücreler ne idiği belirsiz bir olaylar silsilesi içine giriyor.
Olaylar da, tavşan kaç tazı tut misali, sırf olmak için oluyor ve genel hikayeye hiçbir şekilde hizmet etmiyor ve tekrar tekrar aynı şeyler yaşanıyormuş hissi yarattı. Oyunun ana fikrinin potansiyeline güvenerek, karşılıklı konuşmalardaki mizah, başka bağlamlardaki konulardan aşina olduğumuz ve sırf 'hücreler'in bunları söylüyor olmasından dolayı komik olmasıyla sağlanmaya çalışılmış ve bu da oyunun metnini çok zayıf bir hale getiriyor.
Normalde müzikallerde, danslı ve müzikli kısım, oyunun bir bölümünde yaşanılan veya yaşanılacak duygu yükselmelerinin/vurucu olduğunu düşünülen anların bir punch'ı gibidir. Yani oyunun metninden güç alır ve vermek istenilen duygu en güçlü haliyle izleyiciye aktarılır. Burdaysa dans ve müzikli kısımlar yine oyundan bağımsız bir şekilde, olmak için vardı.
Engin Günaydın'ın oynadığı profesör yağ'ı Burhan Altıntop canlandırmış desem abartmış sayılmam. Burhan Altıntop efsanesinin verdiği rahatlığa güvenilerek karakter bunun üzerine inşa edilmiş. Her ne kadar sevsem de, Engin Günaydın gibi bir oyuncunun farklı bir ruh vermiş olmasını beklerdim.
Özetle, iyi bir fikir; zayıf bir metin ve ikili hikayeyi neden sonuç içinde bağlayamayan; oyunda şu da olsun bu da olsun diyerek dans ve müzik eklendiği izlenimi veren ve seyirciden puan almak için oluşturulan replikler ve mizansenle heba edilmiş.
Oyun inside-out animasyon filmindekine benzer bir fikre sahip. Ancak burada söz konusu vücudu yönetenler, akıl katında kendi kendine öğrenebilen hücreler ve diğerleri olarak ikiye ayrılmış durumda. Oyun başlarken kadın erkek çatışmasını sıklıkla göreceğimizi düşündüren bilgilendirme yapılıyor. Nitekim kadın erkek çatışması oyun boyunca sadece bir iki kere lafta geçiyor ve sanki varmış gibi zayıf bir şekilde ilgisiz yerlerde göze sokulmaya çalışılıyor. Bu şekliyle ben ne izledim az önce dedirtiyor. Konu bu değilse ne diye sorduğumuzda ortada bir sistem eleştirisi görüyoruz ve karşımıza yöneten-yönetilen arasındaki çatışma sunuluyor. Ne yazık ki oyunda bu çatışma da harcanıyor. Konunun tırmanabileceği yerler karakterler arasındaki ilgisiz küçük konuşmalarla kesiliyor ve bu da ilgili konunun bir kenarda kalmasına neden oluyor. İlerleyen sahnelerde ise kenarda durana dokunulmadan aynı konuya giden yeni bir sayfa açılıyor. Bazen seyirciden de yardım alınıyor. 4. duvarın varlığı oyun boyunca şaibeli. Bir an brechtyen yaklaşımla karşı gerçekçiliğin varlığından, akıl katındaki ulvi aklın burada Tanrı olduğunu varsayarak, söz edilebilirken, oyunun bir anda romantizme göz kırptığını belirtmek gerekiyor. Bu haliyle oyunu sınıflandıramıyorum. Kadro oyunculuk anlamında kendini kanıtlamış olsa dahi şahsi fikrim oyuncuların önceden rol aldıkları karakterleri sahneye taşımamaları yönünde olacaktır. Ayrıca karşıdakinin söylenenleri ilk defa sahnede duyacağı unutulmamalı. Bu nedenle “önce dinle, sonra hareket et” sözünün hatırlatılması gerektiğini düşünüyorum. Oyun maalesef biletimi amorti etmedi, üstüne borçlu çıktı. Yazacak, eleştirilecek çok yönü var ancak bu kadarı şimdilik yeter sanırım. Unutmadan C vitamini yağda depolanmaz!
Hücreler / BKM