Gizemli bir kuş, mor bir battaniye ve “Bir hayalin gerçek olması için küllerinden kaç defa doğması gerekir?” sorusunun peşinden giderek hayallerini kovalayan bir gencin hikayesini sahneye taşıyan Hayalperest’i klasik bir tiyatro oyunundan ziyade “sahne şovu” olarak nitelendirmek daha uygun bir tanımlama olacaktır.
Hayatın zorluklarına göğüs geren ve hayallerinin peşinden giden bir gencin yıldız olma hikayesini anlatan Hayalperest’te en öne çıkan tema hiç kuşkusuz başarmak ve özgün kalmak için “kendin olmak”. Perdenin kalkmasıyla birlikte capcanlı bir sahne ve enerjik bir dansla başlayan oyunda bir otobiyografik hikayeye tanıklık ediyoruz. Lise yıllarından bu yana hayalini takdir edilen bir oyuncu olmak üzerine kuran Enis Arıkan’ın yer yer sahnede tek kalarak anlattığı çoğu zaman da bir akış etrafında ilerleyen hikayesi, görselliğiyle takdir edilesi bir iş. Oyun eğlendiren ve zihin yormayan anlatımıyla kendini rahatlıkla izletse de sanatsal değerine dair “Üzerine derinlemesine tartışılacak bir yanı gerçekten var mı?” sorusunu da sordurmadan edemiyor.
Tek perde 95 dakikalık süresi boyunca temposu düşmeyen bir anlatım eşliğinde hikayesini anlatan Hayalperest’in en güçlü yanı sahne tasarımı, sahne geçişleri, ışık ve renklerden oluşan prodüksiyonu. Üzerine emek verildiği her yönüyle rahatlıkla görülen bu durum sahneye konan işin şov yanını oldukça yukarı taşıyor. Renk paletinin oyunun ritmine, müziklerine ve enerjisine ve danslarına olan yaptığı katkı, bu anlamda en akılda kalıcı faktör oluyor. Dansçıların senkron sorunu ciddi olarak göze çarpsa da ilerleyen gösterimlerle birlikte bu durumun daha kusursuz hale geleceğini düşünüyorum.
Son olarak daha henüz 40’lı yaşlarının başındaki bir oyuncunun hayat hikayesini böylesine göz alıcı bir prodüksiyonla sahneye koyma çabasını da ilginç bulduğumu itiraf etmeliyim. Acaba biraz erken olmadı mı?
Hayalperest / Zorlu PSM