Oyunu prömiyerde izledim. Uzun zamandır bu denli zarif bir iş görmemiştim, her şeyden önce bu beni tiyatro adına heyecanlandırdı.
aslında oldukça sade bir metin, temel çatışmalara dayandırılmış ama metnin sahnelenme biçimi, YANİ TİYATRO dediğimiz şey tıkır tıkır işliyor. sahnede görsel bir anlatı var. yönetmen Bilge hanım tiyatro metinlerinde sık sık gördüğümüz '"tablo" tanımını tamamen resme ve perspektife dayandırmış. film gibi bir şey kurmuş sahnede. kimi zaman gördüğüm şeye bakmaktan metni dinlemeyi kaçırdığım oldu..
Reji tekste yaklaşımından tasarımı renkler üzerine kurdurmasına kadar kendi cümlesini savunabilmiş ve oyuncuların her biri –düşük performanslılar bile– bu cümleyi her an taşıyor.
geçişlerdeki silüetler bana, farkında olmadığımız anlarda kendi hayatımızın içinden de böyle süzüldüğümüzü düşündürdü. kendimi o geçişlerdeki silüetlerden biri olabilirmişim gibi hissettim.
kostümlerde Nalan hanımın imzası, dekorda Hakan beyin minimal çizgileri ise bambaşka bir noktada olmuş. rejinin kurmak istediği anlatı sadeliğine ve görsel şölene hizmet etmeyi başarmış ve hatta bu şöleni mümkün kılmış.
Karin'i oynayan oyuncu, Fulya Koçak, melodrama hiç kaymadan kendi acısından konuşan birine zerafetle hayat vermiş. kendisini daha çok sahnelerde görsek diye düşündüm. Ankara DT'denmiş sanırım.
Zeynep karakterine can veren İrem Arslan'ı aksak zannettim gerçektende. hatta oyunun sonundaki kalça çıkığı hikayesi gelmeseydi böyle sanmaya devam edecektim.
Amir tüm ciddiyetin ortasında keyif veren bir nüans olmuş
tüm bunlar bir araya gelince metindir, kelimedir, zülfü beyin standart anlatısıdır vb şeyler ortadan kalkıyor, bir bütün ortaya çıkıyor.
oyun iyice pişince tekrar izlemek isterim. izleyecek olanlara da tiyatronun görsel anlatısının kıymetini hatırlamalarını öneririm.
emeği geçenlerin ellerine sağlık
Duvar / Elf Yapım