1923, Cumhuriyetin 100. yılına yakışan, bana göre bazı eksikleri olsa da başarılı bir iş olmuş. Salon doluya yakındı. Küçük yaşta bayağı çocuk olduğunu görünce hafiften ürkmedim değil. Çünkü gitmeden önce fazla çocuksu bulduğunu ve çocuk müsameresi gibi olduğunu yazan çok yorum duydum. Girişte Türk bayrağı dağıtıyorlar. Tamam dedim yandık ama tam ters köşeyle beklentimin üzerinde bir gösteriyle karşılaştım.
Kurtuluş Savaşı Müzesi’ne gezi düzenleyen öğrenci grubundan dört çocuk zamanda yolculuk yapıp Milli Mücadele dönemine gidiyorlar ve bir anda kendilerini 19 Mayıs günü Bandırma Vapuru’nda buluyorlar.
Sahne tasarımı kusursuzdu. Aynı salonda izlediğim Notre Dame de Paris’le karşılaştırmak istemiyorum ama bizim de bu işleri başardığımızı görmek sevindiriyor. Sahneler arası oldukça hızlı ve hatasız dekor değişimleri oldu. Arkadaki ekranlarda sahneyle alakalı video ve fotoğrafların dönmesi güzeldi. Gül Sağer imzalı kostümlere de bayıldım. O kadar kişiye kostüm hazırlamak, araştırmak, yaratmak büyük emek ister.
Müzikal deyince belki de en önemli şeylerden biri olan müzikler şahaneydi. Tuluğ Tırpan imzalı bestelerden beğenmediğim olmadı diyebilirim. Orkestra sahnenin bir tık altında iki yanına kurulmuştu. Sahneyle iç içe olma durumunu sevdim.
Başroldeki isimlerden Kerem Alışık, Özge Özder ve Ece Dizdar arasında en çok Ece Dizdar’ı beğendim. O nasıl ses! Kerem Alışık’ı sahnede ikinci izleyişim. Küheylan’da bayılmıştım ama burada affedersiniz düz düz oynadı. Çok başarılıydı desem Ece Dizdar, Özge Özder ve diğer oyunculara haksızlık etmiş olurum. Onların dışında oldukça kalabalık bir kadro vardı. Gerçekten disiplinli çalışıldığı belli oluyordu, o kadar kalabalığa rağmen tıkır tıkır aktı tüm sahneler. Koreografiye ayrı parantez açmak gerek. Beyhan Murphy yine yapmış yapacağını. Ama o sahneler daha uzun olsun isterdim, yetmedi bana şahsen. Damdaki Kemancı, Timsah Ateşi gibi işlerini seyretme şansı bulduğum yönetmen Mehmet Ergen’in de yaptığı işlere bakınca başarısı zaten ortada. Damdaki Kemancı’da gördüğüm o disiplinli kusursuz akış vardı 1923’te de.
Gelelim benim açımdan olumsuz olan noktalara…
Normalde çok uzun olunca sıkılıyorum ama 90 dakika bana az bile geldi, tadı damağımda kaldı. Konuşma kısımları azaltılıp iki perde olsa daha güzel olurmuş. Mesela Notre Dame de Paris’te hiç konuşma yoktu. Müzikallerde konuşma arttıkça bence kopmalar artıyor.
Bana göre oyunu çocuksu bulan kesimin böyle düşünmesindeki en büyük neden çocukların bazı sahnelerdeki konuşmalarının gereksiz uzun olmasıydı. Çocuklar geleceğimiz, onlar da olsun, çocukların da bilet alıp geleceği bir iş olsun diye düşünülüp tasarlanmış olabilir ama ne öyle ne böyle biraz arada kalmış gibiydi. Direkt söyleyeyim, bu kadar güzel dekor, müzik, dans, multimedya vs. içinde çocuklar işi biraz bozmuş. Tabii benim kendi düşüncem. Mesela bu müzikal değil de film olsaydı afişinde önde dört çocuk büyük şekilde, arkalarında daha küçük boyutta büyük oyuncular olacaktı. Böyle bir filme gider miydiniz yoksa çocuklar için düşünüp gitmez miydiniz diye sormuş olayım.
Büyükler ne kadar doğal oynadıysa, çocuklar da bir o kadar yapaydı. Çocuk büyük dinlemem acımadan eleştiririm kimse kusura bakmasın. Ama onlar daha çocuk böyle olması çok doğal, heyecan faktörü vs. derseniz eğer başka ülkelerdeki müzikallerdeki çocuklar nasıl yapıyor diye sorarım.
Oyun sırasında fotoğraf vs çeken izleyicilerin üzerine yeşil lazer tutulması fikri güzeldi. Ama bir ara gözüm hep yeşil yeşil lazerlere kaydı. Zira fotoğraf çekmeyenlere bile yanlışlıkla lazer tutulduğuna şahit oldum.
Sonuçta, çocuklarla ilgili yazdığım olumsuzluklara çok takılmadan sadece dekor, müzikler, kostümler, danslar ve video tasarım görsel şöleni için bile gidilebilecek bir müzikal olmuş 1923.
1923 / Çolpan İlhan & Sadri Alışık Tiyatrosu