Bir akşam işten çıkıp yorgun bedeniniz ve kafanız acaba ne kadar adapte olabilecek kaygısı cebinizde, bir oyuna gitmişsinizdir. Fena zamanların gündemleri, bitmeyen koşturmacalar ve kaotik gündelik, iyilik halinin hem toplumsal hem bireysel imkansızlığı ile uçları sivrilerek çerçevelenmiş kafanız; handiyse katılaşmış, kabalaşmış göğsünüz oyundan çıktığınızda bir bakarsınız, hani anne muhallebisi tadında yumuşamış, lezzetlenmiş, içiniz sıcacık olmuş. Evvela bu insaniliği beslediği için ‘Bir Terennüm’e minnet doluyum.
Bir Terennüm’de dört nesil bir aile hikayesini, sokağa çıkma yasağı ilan edilmiş iki gecenin akışında izliyoruz. Merkezde, 1970’lerde babaannesine bakan genç torunken, 2020’lerde torunu tarafından bakılan yaşlı dede Ali İhsan yer alıyor. Sıcak sarıdan mavi-beyaza geçişler, sabit telefondan cep telefonuna evrilen aramalar, gazete-radyodan sosyal medya, whatsapp’a dönüşen haber alma alışkanlığı, dil ve tonlamadaki değişimler derken ince ince, yumuşak yumuşak tarih çizgisinde 50 yıllık sıçrayışlar yaşıyoruz. İstanbul’un Çamlıca’sında bir babaanne evindeyiz; kristal bardaklar, örgü battaniye, dantel örtüler, Alman berjer koltuk derken dekor bizi zaten oyunun en başından hanenin içine alıyor. Beyati Yürük Semai kulağımızda. Sonra o küçük salonda, demansın sanrılarıyla boy gösteren çevre karakterler, hikayeyi iki kişinin ortaklığından da çıkarıyor, zaman ve mekan daha da kırılıyor, genişliyor. Bir ailenin hikayesiyle toplumsal tarihimizin içinde dönemler arası seyahati sürdürüyoruz. Odanın camından köprü inşaatı görünüyor, telefon kablolarını sarmal sarmal dolayıp her yere ulaşır kılmanın mümkünlüğü dilimizde. Seniha Hanım yakınıyor, Halit bir mektup dahi yazmamış. Odanın penceresinde led lamba seli köprü görünüyor, ışık hızıyla herkesin herkese ulaşabildiği, kablosuz ve çiğ ışıklı bir akşamda virüs tehdidi ve kalp ağrısıyla camdan bakıyoruz. Ali İhsan, şifresini hatırlamadığı için bir türlü açamadığı cep telefonunda Seyhan’dan mesaj var mı diye merakta. Bir küçük salon, içinde dem vurulan mazi ve bugün; değişmezleri ve değişenleriyle hafızamızdaki ortaklıklara, yiten ve yeni katılanlara bir terennüm tutturuyor.
Anlatmalara doyamayacağım daha bir sürü incelik var oyunda. İnce ince işlenmiş bir dantela, ötücü kuş desenli bir kanaviçe. Sanıyorum herkesin aklında beliren sıfat ‘nahif’ olmuştur. Ancak cılız, sönük bir tavır değil bahsi geçen. Aksine, samimiyetiyle güçlü, çağıran ve içine katan bir nahiflik var bu oyunda. Öncelikle metin, beraberinde berrak oyunculuklar, iyi düşünülmüş sahne ve ışık, muazzam eşlikçi müzik bu oyunda leziz bir bütünlük oluşturmuş. @firuzengin kalemi şakısın, @ipekturktan ve @tolgaiskitofficial sahne tozuna bolca bulansın, @gulhankadim nice sahneler kurgulasın. Ve sayamadığım tüm emekçileriyle (@orchestratheatre) ‘Bir Terennüm’ün alkışı bol olsun…
“Söylenecek şey bazen öyle bir raddeye ulaşır ki fındığım, hangi kelimeyi koysan kifayetsiz kalır. İşte orada şarkıya terennüm girer.”
“Terennüm”, kalbimin tam ortasına yumuşacık dokundu. Bir evin salonunda, farklı zamanları birbirine karıştırdık.
Oyuncuların bir anda başka hayatlara bürünmesi, İpek Türktan’ın sesiyle, varlığıyla sahneyi bambaşka bir yere taşıması…
Hikâyenin naifliği, kimi zaman içimi burktu, kimi zaman yüzümde sıcacık bir gülümseme bıraktı.
Şarkılar da bu duygulara usulca eşlik etti. Ayrıca terennüm ne hoş bir kelime öyle
Bulaşıkçılar / Myart