Dirmit, Şimdi ve Canavar... Hepsinden esintilerin olduğu, aynı ırmaktan beslenen ancak akışta sizi bambaşka yerlere götüren bir anlatım. Kopmanıza izin vermeyen, az sonra ne olacak acaba sorusunu sorduran, içinde gel gitleri olan bir hikâye. Kaptan köşkünde oturanlar kurgulayınca, ortaya çıkan üründen memnun olmamanız imkânsız. Bu ekibin peşinden gitmeye devam edeceğiz, durmadan...
Bugün Kadir Has Sahnesi'nde izledim. Sahnedeki tiyatro değil gerçek yaşamdı sanki. İki saate yakın arasız nefes almadan izledik. Oyuncular ağladı biz ağladık, yer yer güldük. Çok güzel, çok güncel, oyuncaklı bir hikaye, olağanüstü oyunculuklar. Tiyatro Hemhal'in tüm oyunlarını görmüş ve hepsini beğenmiş biri olarak sanırım bu en beğendiğim oldu. Dirmit'in ötesinde ne olabilir diyordum, oluyormuş. İlk defa bir oyuna 10 puan verdim. Emeği geçen herkese çok teşekkür ediyorum. Bize harika bir tiyatro şöleni yaşattınız.
Kadir Has Sahnesi’nde seyrettim.Nezaket Erden ve Hakan Emre Ünal olunca zaten güzel bir oyun bekliyordum.Beni şaşırtmadılar.Çok güzeldi.İyi ki gittim dediğim bir oyun.
Bu sezonun bence en başarılı oyunu. Hem metin, hem oyunculuk olarak...
Heyecanı hiç eksilmeyen, soluksuz izleyeceğiniz, soluk almanıza izin verilen anlarda canınızı yakan bir oyun. Gülmekten düşünmeye pek fırsat vermiyor ama üzerine uzun uzun düşünebileceğiniz pek çok bölüm var ve hiç de hafife alınacak eğlencelik bir hikaye değil aslında.
Yusuf Umut'un hikayesi; kendini, olması gereken yeri, yaşam tarzını, doğrularını arayan ve kendi doğruları için çok şeyden vazgeçebilen bir gencin hikayesi. Farklı kültürlerle, farklı noktalarda yaşadığı çatışmalarla geçiyor. Başkalarına uymaya çalışırken kendisi olmak zorunda kalıyor sürekli. Yusuf Umut çizgilere basarak yürümeye çalışan insanlardan. Yerini bulana kadar her çizgide çekinmeden yürüyor ve o kadar zorluyor ki sınırları, sonunda esnetiyor.
Kesinlikle uzun değil, bitmese keşke dedim. Benim gibi tekrar izleyenler de aynı şeyleri düşünüyordur eminim. Hikaye o kadar güzel ki, bir de başının belası dedesinden dinlemek istiyor insan.
Eleştirilecek bir yanı, eksiği, kusuru yoktu. Ne bir sürçülisan, ne duraksama, ne de metinde sırıtan bir replik... Dirmit'teki anlatım üslubuna benziyor ve bu gayet normal. Oyunu sevme nedenim de zaten bu üslup. Sevmezsiniz ayrı konu, eleştiri olsun diye eleştirecek değilim. Yaklaşık 1buçuk saatlik harika bir performans ve başarılı bir oyun izledim. Sezon bitti sayılır ama denk gelirseniz mutlaka izleyin
Canım Orhan Veli, Dalgacı Mahmut’u yazarken tam da şiar edindiği –Garip akımının tamamında olduğu gibi-, süslü benzetmelerden, ağdalı cümlelerden arındırılmış, dosdoğru ve tertemiz gerçekliği kelimelerin sade gücüyle anlatıvermiş ya hani işte bu tiyatro oyunu da aynı hamurdan karılmış, bir tür garip akımı müdavimi sanki. Biraz ironik, biraz komik, biraz hüzünlü, biraz pütürlü, yekten samimi, yekten insani…
“Çok güzel ya, çok güzel… Benim aradığım ortam bu.”
Tiyatro Hemhal –kosmos onları korusun– ortaya koyduğu işlerle önemli bir boşluğu dolduruyor bence. Gündelik hayatın içinden sahneye taşıdıkları güçlü-naif karakterler ve haller, abartısız sahne düzenlemeleri, bu sadeliğin içinde zekice kurguladıkları ışık ve dekor ile izlediğim önceki oyunlarında ve bu oyunda da kalbimi çaldı. Tüm karakterler sanki aynı mahalleden, sanki biz de –özellikle de ekibi sıkı takip edenler olarak sanırım- mahallelileriyiz.
Yusuf Umut mesela Sevgili Arsız Ölüm’ün Dirmit’iyle tanışsa çok iyi anlaşırlar, kesin. Karakterlerin bu denli aynı dili konuşabilir olması bence tatlı bir bütünlük; belki bu işin profesyonelleri aynı örüntü-aynı söylem diyerek ekibin tekdüzeliği olarak yorumlar, peşinen söyleyeyim bence değil.
Şimdi biraz size ‘an’dan aynalama yapayım: Tiyatro salonuna –ben Moda Sahne’de izledim oyunu- girdiniz, yerinizi bulma telaşındasınız. Bir güleç meczup elinde kola kutusu sahne civarında dans ediyor. Gökkuşağı renkli çoraplarının içine sokmuş pantolon paçalarını, üzerinde yıpranmış bir deri ceket, elinde bir cep telefonu –müzikli ve ışıklı. Gelene geçene de laf atıyor. Sonra herkes yerleşiyor, ışıklar kapanıyor, oyun başlıyor; tanıtıyor kendini bu sevimli genç adam. Yusuf Umut’muş adı. Yaşı 32. Bir ışık oyunları, bir atraksiyonlar, “vuhuuu”lar. “Anlatsa roman olacak” bir hikâyeyi hayat diye yaşadığından ve yazmak yerine anlatmayı tercih ettiğinden işte sahnede karşımızda Yusuf Umut. Uzun, yoğun, dinamik –hakikaten saniye es vermeden, azıcık düşmeden dinamik- bir performans sahneleniyor önünüzde. Dramatik, tekinsiz fakat anlatıcısının size ulaştırdığı halet-i ruhiye sayesinde inanılmaz naif bir hikâye… Bir bank, bir patiska brandanın olduğu, fotoğrafta boş sahneye bakarken türlü türlü mekânlara giriyorsunuz. Karanlık, aydınlık, kalabalık, yalnız, kuytu, ulu orta… Bir aidiyet sorunsalı olarak bir çekyattan nefret etmeyi deneyimliyorsunuz. Çekyatları kırıp atan genç adamın “yatacak yer” bulma umudu-umutsuzluğuyla boynunuz bükülüyor. Bir oğlan çocuğunun annesine karşı duyduğu aşk, tepki çelişkisine tanık oluyorsunuz. Onca anlatı arasında bu çekyat ve anne-oğul ilişkisini niye özellikle cımbızladım bilmiyorum. İzleyin bakalım sizin zihninize en çok oyunun hangi öğesi kanca atacak?
Tek kişilik oyundaki bu korkutucu düzeyde yüksek performansı, oyunun fikir babası da olan Hakan Emre Ünal sergiliyor. Oyun metnini de Hakan Emre Ünal ile Alis Çalışkan beraber yazmış. Ayşe Draz ile Nezaket Erden –benim için nam-ı diğer Dirmit- ise oyunun yönetmenleri. Çemberi kapatacak olursak, ilk cümleme göndermeyle; süsten, ağdadan uzak dopdolu bir anlatım ve sadelik içinde zengin bir sahnelemeyle ne hoş bir ‘garip akımı takipçisi’ olmuş bu oyun. Emek verenlerin her birine ayrı ayrı şükranlarımı sunuyorum.
Son bir not, gelecek sezon oyunu bir daha izlemeyi düşünüyorum. Hamuru pek güzel karılmış. Bence oynandıkça daha da lezzetli düzenlemeler eklenecek.
En Sevdiğinden Başla / Tiyatro Hemhâl