“Hikaye Ne?”
Aynı yaşlarda, fakat farklı toplumsal sınıflardan gelen iki genç adam… Biri muhafazakâr bir ailenin tek oğlu. Diğeri bir eskort. Yolları bir otel odasında kesişiyor. Başta her şey imkânsız görünüyor: Para çok gerçek, çok
DEVAMI somut, çok güçlü… Aşk, fazla kırılgan. Soyut. Sanki biraz da yalan dolan bir duygu…
Yine de bir şey oluyor: Sınıfsal çatışmanın büyük sahnesi, yerini küçük oyunların oynandığı başka bir sahneye bırakıyor. Bu küçük sahnede aşk, sanki, bir ihtimal gibi görünüyor. Sanki oyuna gerçekten inanıp teslim olsalar, her şey değişecek… Oyun, gerçeğe dönüşecek.
Oyun, ‘gerçeğe’ dönüşüyor.
Her şey, bir otel odasında başlıyor ve bitiyor.
“Niye izleyelim?”
Oyun, duygu tayfına sahip çıkarak, melodram geleneğini politize ediyor (gibi). Toplumsal sınıfların sert gerçekliğini, ‘oyunla’ kırmanın yollarını araştırıyor (olabilir). Bunu da oyun içinde oyun biçimini, kendine özgü bir teknik kullanarak yapıyor (detay vermeyelim). Eğlenceli (bazen). Komik (nadiren). Ağır (hımmm). Finalde, her şeye rağmen, aşka inanmadan inanmanın bir yolunu buluyor (bizce).
“Alıntı yok mu?”
- Hadi onu sevdin, bi şekilde yürüdü. İnsan tek kendi mi hacı? Cins cins arkadaşları olacak tasarımcı ibnenin! Evindeki masanın bacağına, masandaki tabağın kıçına takacaklar! Sen tek misin sonra? Yok mu hiç eşin dostun? Aldın kendi ortamına soktun bebeyi! Bu sefer de o darlanmayacak mı?
- Biz yeteriz birbirimize.
- He hacı he, yetersiniz.
- Yeteriz.
- Kolunu iki dakka göğsüne atsa, ağırlığından soluk alamazsın. Taş gibi ezer yükü. Nereye yetiyonuz?!
DAHA AZ GÖSTER