“Günde yirmi dört defa tersyüz ediyorum kendimi, bir eldiven gibi. Ah, kendimi çok iyi tanıyorum. On beş dakika içinde, sekiz gün sonra, bir yıl sonra bile ne düşüneceğimi ve ne hayal edeceğimi biliyorum. Tanrım ben ne günah işledim ki, ban
DEVAMIa habire bir öğrenci gibi ezbere söyletiyorsun derslerimi.”
Kraliyet ailesine mensup iki melankolik genç: Leonce ile Lena... Kraliyet planının gerektirdiği katı kurallar ve emirler sonucunda bu iki genç kendi saraylarından kaçarlar. Onlara biçilen rollerden kaçmak isterler. Ancak “kraliyet planı”, Leonce ile Lena’nın “özgür irade”lerine karşılık gelecektir. Günün sonunda, başlangıçta hiçbir şekilde “gerçekten” tehlikeye atılmamış olan “düzen” yeniden sağlanacaktır. Oyun, insan denilen varlığın parodisini ortaya koymaktadır. Ve bizler de şu soru etrafında dolaşır buluruz kendimizi: bir tür olarak insanın “özgür irade”sinin gerçekliğinden bahsetmemiz mümkün müdür? Yoksa insan otomat gibi çalışan, belirlenmiş kodlarla hareket eden bir algoritmalar kümesinden mi ibarettir? İnsan özgürlüğünün etrafına çizilen sınırların ötesine geçme olasılığı: güç, aşk, melankoli ve çelişkilerin sorgulandığı bir ironi yansıması.
Oyun, Popo Ülkesinin Prens’i Leonce’un ve Pipi Ülkesinin prensesi Lena’nın birbirleriyle zorla evlendirilmemek için evden kaçışlarını ve birbirini tanımayan bu iki melankolik gencin rastlantı sonucu karşılaşıp aşık olmasını konu alıyor.
DAHA AZ GÖSTER