İki oyuncu var. Bir kadın ve bir erkek. Oyun boyunca bu iki kişi birbirlerine ulaşmaya çalışıyorlar.
Oyun boyunca birbirlerini görüyorlar, birbirlerine yaklaşıp uzaklaşıyorlar, birbirleriyle sürekli konuşuyorlar, hatta zaman zaman bi
DEVAMIrbirlerine dokunabiliyorlar.
Ama kendi “yolları” onları bir türlü birleştirmiyor.
Oyunun bütününde “tek kelime”lik, cümle olmayan konuşmalar var. Düşündüklerini, yaptıklarını, yapmak istediklerini, duygularını, kendilerini, kendi hikayelerini birbirlerine -ve bize- anlatabilmek için “tek kelime” engeli var. Bütün bunları ancak “tek kelimelik” konuşmalarla yapabilmeliler. Hikayelerini, hikayelerinin izleyiciyi de içine alan duygusal iniş-çıkışlarını bu “tek kelime”lerle bize anlatabilmeleri gerekiyor.
“Konuşmalar”ın anlattığı hikaye yersiz, zamansız, geçmişsiz, geleceksizdir. Ama izleyiciyi “alıp götürebilen” bir yapısal kıvraklığa da sahip olmalıdır.
Sahne, karemsi mekânın dört duvarı. Dört duvar boyunca kurulmuş/örülmüş bir “labirent” ve bu labirentin içinde her iki oyuncunun kendi yolları var. Oyuncular, oyun boyunca zemine, tavana ve duvara değmeden bu labirentteki kendi yollarının onları götürdüğü yere soldan sağa birlikte gidiyorlar. Bazen duvara, bazen zemine arada bir de tavana dik konumda yürümek, ilerlemek zorunda kalıyorlar. Bu dört duvar boyunca kurulmuş/örülmüş labirentin içinde ilerleyebilmenin “zorunlu” oyununu oynuyorlar.
İzleyiciler mekânın ortasında yer alıyor. Oturdukları yerde, sabit daire zeminli döner taburelerinde, duvarda izledikleri oyuncuların ilerleyiş hareketleri yönünde bedenleriyle soldan sağa dönüyorlar.
Oyun süresince, mekânın dört duvarı boyunca kurulmuş labirentin içinde ilerlemeye, kavuşmaya ve konuşmaya “çalışan” iki oyuncunun birbirlerine ulaşamamalarının, “beraber” olup birlikte olamamalarının hikayesidir bu oyun.
Bülent Erkmen
DAHA AZ GÖSTER