Her karşılaşma değilse de kimi karşılaşmalar müstesnadır. Geçmiş ve geleceğin iç içe geçtiği, şimdiki zamanın sessizce kenara çekildiği bir karşılaşmanın oyunu Eşkâl: bir yanda egemen konumda olduğunu iddia eden bir özne, diğer yanda bu kon
DEVAMIumu parçalamak, dönüştürmek isteyen bir başka özne… Şafak söktüğünde kendi yazgılarına adımlayacak olan bu iki kişinin bir gecelik karşılaşmaları tahripkâr yüklerin, gerilimi yüksek söz ve edimlerin açığa çıkmasına vesile olur: Kazananın da kaybedenin de henüz kesinleşmediği kadim bir mücadele, çözümünü bulamamış bin yıllık bir çatışma; sözün, aksiyonun ve düşüncenin kılıçlarını çektiği bir düello… Ve bu düelloda uzlaşma noktaları olmayan, iyilik ve kötülük, doğruluk ve yanlışlık, haklılık ve meşruiyet arasındaki sınırların eridiği iki ayrı dünya, iki ayrı dil ve söylem alanı... Bu dünyalar arasındaki çatlaklarda efendi ve köle diyalektiğinin başlıca araçlarından olan “dil” dışında bir zemin yoktur. Fakat bu kaygan ve tuzaklarla dolu zeminde karşılıklı anlaşma imkânsızdır. Bedenlerin, jestlerin, susma ve konuşma hamlelerinin oluşturduğu diller arasında uçurumlar vardır. Dil artık iletişimin, aktarımın değil, tarihsel bir savaşın sahadır… Savuşturmaların, provokasyonların, geri çekilmelerin, hücum ve saldırıların, ani manevraların, hilelerin kullanıldığı bu sahada hayatta kalmak için sadece politik değil, estetik bir duyuş da gereklidir: “kimin ağzısın sen, devrimin, eylemin, tarihin?”
DAHA AZ GÖSTER