… Çünkü Biz Olmadığımız Yerdeyiz…
Şehirler, çeperler, kabuklar, duvarlar, kapılar… farklı zaman ve mekan katmanlarına açılan “yer” kavramı, coğrafi, mekânsal, zihinsel ve varoluşsal anlamda yaşamı sınırlar üzerinden tanımlarken aynı anda “içerisi ve dışarısı” ayrımına da bağlar. Kent ve mimarinin “yer” ile ilişkisi, dolayısıyla
DEVAMI kolektif hafızanın taşıyıcı olarak içlerinde taşıdıkları özgül bilgi ve eylem alanı, sanatçılar için hala güçlü bir aktarım alanı olarak belirmekte. Kent ve mimari olgularını, sosyo-kültürel hafızanın ve bireysel deneyimlerin ortak donanımları olarak başkalaştırma yoluyla araştıran, bu olguların nesneler, eylemler ve imgelerle arasındaki bağların ifadeleri üzerine düşünen Hera Büyüktaşçıyan ve TUNCA da bu sergi için şehrin içinde kaybolma, sınırlarını keşfetme, fiziksel-zihinsel mekanlar arasında gezinme ve anlam bulma oyununa giriştiler. İstanbul’un eski sınırlarında, kentin duvarları olan surlarında, burçlarında, kapılarında aylak gezintilere çıktılar. Bu ilişkisel kent deneyimi sonucunda, kentin yarattığı görselliği ya da nostaljiyi değil, onun yarattığı aura ile birlikte işleyen, kentle kurulan bireysel ilişkilerinin çoğulluğu ve ortaklıklarını açığa çıkaran, çağrışımsal ve duyumsal üretimlerine katkı sağlayan bir motivasyon olarak galeri mekanında paralaks bir etki yarattılar.
Hera Büyüktaşçıyan “Eğri Kapı I, II ve Eşik” isimli mekana özgü yerleştirmesinde, hafızanın inşası ve mimari mekan ilişkiselliği üzerinden içinde bulunduğu mekana, tarihsel, politik ve simgesel bir tanık olarak Minerva Han’a odaklanıyor. TUNCA’nın “Rotunda I, II, III” isimli desenlerinde karşılaşılan kapısı olmayan duvarlar da, Henri Michaux’un şiirinde geçtiği gibi, “dışardaki içerdelik” olarak çifte simgeselliğe sahip bir imge halinde mekana yerleşiyor. Merleau-Ponty, “akıl-beden-mekan” yolculuğunda kente farklı açılardan bakmanın, bireyin kentle ilişkisini yeniden düşünmesinin kapılarını araladığını ileri sürer. HERA ve TUNCA’da, eriyen kapıları, girişi olmayan duvarlarıyla bizi kurgusal bir “yer”e davet ediyor. Adını Pierre-Jean Jouvre’un bir şiirinden alan “Çünkü Biz Olmadığımız Yerdeyiz” başlıklı sergi, kent ve mimarinin “yer” ile ilişkisi üzerinden, fiziksel ve zihinsel mekanların, sınırların ve eşiklerin ardında görünmeyenle yüzleşmeye, bedensel deneyimin sanatsal forma dönüşme sürecindeki yolculuğa izleyiciyi de davet ediyor.
DAHA AZ GÖSTER