İstanbul Modern, Türkiye'de bugüne kadar gerçekleştirilmemiş büyük bir sergiyle Modern Türk Heykeli'nin tarihine ışık tutmayı amaçlıyor. 10 Şubat tarihinde açılan sergi, 1950-2005 tarihleri arasını kapsıyor ve İstanbul Modern'in gerçek müzecilik misyonuna bir adım daha yaklaşmasını sağlayacak nitelikler taşıyordu.
Bellek ve Ölç
DEVAMIek, modern Türk heykel sanatının gelişim çizgisine tarihsel bir perspektiften bakmaya ve bir durum tespiti oluşturmaya çalışıyor. Heykeli kütle-mekân-form sanatı olarak gören üretimin ardındaki dünyaya ve kavramsallığa açılmak istiyor. Başlangıç evresindeki soyut-inşacı gelenekten, tasarım fikrinin öne çıktığı uygulamalara, yerel ve evrensel karşıtlığından, malzeme tercihlerindeki çeşitliliğe, açık hava uygulamalarından iç mekânın şart koştuğu ölçek fikrine kadar 1950 yılından bugüne heykel sanatının geliştirdiği dillere öncelikle bir kayıt ve yanyanalık olarak işaret etmeye çalışıyor.
Serginin öncelikli amacı, müze izleyicisine tercih edilen sanatçıların öne çıkan üsluplarından doyurucu nitelikte bir seçki oluşturmak. Heykeltıraşların üretim dünyalarına, tercih ettikleri anlatım biçimlerine işaret etmek ve diğer sanatçılardan ayrılan ve benzeyen yönlerine parmak basmak. Bu nedenle üslup gelişimi ve tarihsel perspektif içerisinde sanatçıların en özgün yanlarını sergilemeyi uygun bulduk. Ve bu yapıtların tarihsel bir süreklilik oluşturmasına da özen gösterdik.
Serginin adını belirleyen "Bellek" ve "Ölçek" deyimleri, heykeltıraşlar için iki temel sorunsala işaret etmektedir. Doğa ölçeği, kent ölçeği ve insan ölçeği arasında en doğru anlatım biçimini, malzemesini ve büyüklüğünü arayan heykel düşüncesi, aynı zamanda insanoğlunun çağlar boyunca kendisini nasıl gördüğünün de çok yönlü ve gizemli bir bellek kaydıdır. Yaşadıkları dönemin ruhunu yakalamayı başaran özgün kimliklerin çarpıcı ürünleri, insanlık tarihinin en önemli verileri arasındadır.
Bir heykel sergisi bağlamında kullanılan "Bellek" deyimi, insanın üzerinde yaşadığı coğrafyadaki fiziksel varlığını ve kimliğini inşa etme eylemlerinin tüm biçimlerini kapsadığı gibi, bu sürecin aktörlerinin yetişme ve kendilerini gerçekleştirme aşamalarını da akla getirir. "Ölçek" ise, iç mekândan kamusal alana kadar sanatçı üretimlerinin veya müdahalelerinin tüm biçimlerini kapsar. Ayrıca teknik olarak da heykel düşüncesinin doğuş anından izleyici ile buluştuğu ana kadar olan tüm sanatsal, teknik ve ekonomik sorunlarını içerir.
Heykel sanatının en büyük talihsizliği ve aynı zamanda avantajı, üç boyutlu bir dünyada diğer nesnelerle paylaşmak zorunda olduğu mekân fikridir. Bu onun hem varoluşu için bir gerekçe hem de sınavdan geçmek zorunda olduğu bir deneyimdir. Yeryüzünde bir hacim kaplamasından dolayı heykelin varlığı her zaman için bir tehdit ve ayrıcalık olarak algılanır. Heykel, resim sanatında olduğu gibi iç mekânın değil, esasen dış dünyanın parçasıdır. Modern gündelik hayatının gerekliliği, heykeli ya müzeye ya da kamusal alana davet eder.
Dolayısıyla üretilen her heykel sadece modern estetik ile değil aynı zamanda algılama bütünlüğü olarak insanların ona verdiği tepkilerle de hesaplaşmak zorundadır. Bu nedenle sergide yer alan eserlerin hangi bağlam için üretildiğinden ziyade bizim onları hangi göz, estetik-politik yargı ve varoluş kaygısı ile izlediğimiz önem kazanmaktadır. Bir kesit olarak 15 sanatçıyı bir araya getiren sergi, bu tartışmaların başlaması için bir hareket noktası oluşturabilir.
DAHA AZ GÖSTER